Pandemi günlerinde bu filmleri izlediniz mi?

Pandemi herkesi evlerine kapattı. Bu süreci bir film günlüğü ile daha çekilir hale getirelim mi? Sinemanın büyüleyici gücünü keşfetmenizi ve yaşama başka türlü bakabilmenizi sağlayacak birbirinden farklı ve etkileyici konularıyla aşağıda yer alan filmleri izlemenizi öneriyoruz.

 
Haber Merkezi- Günlük yaşamın dayattıklarından uzaklaşarak ruhu besleyen, hayata karşı bakış açımızı zenginleştiren ve direnme gücü aşılayan sinemanın gücüne sığınmak zorundayız. Birbirimizin sesini duymamızı ve duyurmamızı sağlayan bir direnme yoludur, çünkü. Sizler için küçük bir seçki yaptık. Şimdiden iyi seyirler. 
Persepolis
2007 yapımı olan Persepolis, Marjane Satrapi’ nin yine aynı ismi verdiği ve çizgi roman olarak kaleme aldığı otobiyografisinin sinemaya uyarlanmasıyla yapılmış animasyon filmi. Cannes Film Festivali Jüri Ödülü, Cesar En İyi Uyarlama Senaryo Ödülü yine Cesar En İyi İlk Film Ödülü alan Persepolis, Akademi tarafından da En İyi Animasyon Film Ödülü’ne aday gösterildi. 
Marjane Satrapi’ nin aynı ismi taşıdığı otobiyografik çizgi romanından yola çıktığı ve siyah - beyaz olarak beyaz perdeye aktarılan Persepolis, animasyon bir film. Animasyon film olmasına rağmen; yaşamdan kopuk, gerçekliğe uymayan tek bir öğeye yer verilmemiştir filmde. İlhamını yaşanmış gerçek olaylardan alır. İran’da yaşanan “devrimin” beraberinde getirdiği radikal değişimleri ve baskıların karşısında direnebilenlerin hikâyesi aslında, Persepolis. 9 yaşında olan Marjane baskılar karşısında kendince aldığı tavırlarla adeta düzene meydan okur. Geliştirdiği eylemlerle eğlenceli, sempatik ve bir o kadar da anarşist bir ruhla yaklaşır, her şeye. Küçük bir çocuğun gözünden tanıklık ederiz devrime ve beraberinde yaşanan değişimlere. 
Film başından sonuna kadar İran’da yaşananlar  Marjane adlı küçük bir kız çocuğunun gözünden aktarılır. Çocuk masumiyetin ve tarafsızlığın sembolüdür. Değinilen siyasi konuların hassasiyeti çocuk gözüyle tarafsız bir şekilde ele alındığını söyler bize. 
Shirin
On ikinci yüzyılda yazılmış olan Hüsrev ile Şirin, Pers kralıyla bir prenses arasında yaşanan aşk efsanesidir. Abbas Kiarostami’nin yönetmenliğini yaptığı Şirin ise 112 İranlı kadın oyuncunun, seyircinin görmediği bir ekranda dillere düşen Hüsrev ile Şirin’in yaşadığı efsanevi aşkı beyaz perdeye aktarılmış halini seyrederken ki portrelerinin ve doğal tepkilerinin bir kolajı gibidir. Zaman zaman tek, zaman zaman ise diğer kadınlarla birlikte yakın plandan vizöre alınan kadın izleyicileri bazı bazı derin nefes alır, bazı bazı güler, bazı bazı hüzünlenir, kimi vakitte gözyaşlarına boğulurken görürüz. 
Abbas Kiarostami’ nin yönetmenliğini yaptığı Shirin zorlayıcı, deneysel ve yorucu bir uyarlama aynı zamanda. Şirin’in herkesçe bilinen hikâyesini izlettirmeyip, sadece dinlettiren ve kamerasını film boyunca sadece 112 İranlı kadın oyuncunun yüzlerine odaklar yönetmen. Zaten var olan bir Şirin hikâyesi anlatmak yerine, her izleyenin kendi Şirin’ini yaratmasını amaçlayan bir meydan okuyuşu görürüz, film boyunca. Özne – izleyen konumunda olan seyirciyi nesne – izlenen konumuna dönüştüren, kamerayı seyirciye doğrultan bir oyun gibidir. Her zaman nesne konumunda olan izleyicinin aslından izlenen şeklinde konumlandırıldığını görüyoruz. Yönetmen sinema ile seyirci arasındaki ilişkiyi hikâyenin önüne koyarak biricik öznesine dönüştürür. 
Filmi kadınların yüz ifadelerinden yaşarız. Haykırışlar, diyaloglar film süresince duygularımızı, izlediğimiz kadınların duygularını değiştirip yön veren müzik duyulur sadece. Aslında birbirinden çok farklı kadınının zaman zaman farklı ama büyük ölçüde benzer duyguları, hisleridir yüzlerine yansıyan. Sinemanın duygulara hitap eden gücünü oldukça başarılı bir şekilde gösteriyor, yönetmen. 
Libertarias 
Yönetmenliğini Vicente Aranda’ nın yaptığı Libertarias, Goya En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu Ödülü, Goya En İyi Yapım Yönetimi Ödülü ve Goya En İyi Ses Ödülü’ ne aday olarak gösterildi. Libertarias, bir İspanyol tarihi dramasıdır. 1936 yılında genç bir rahibe olan Maria, militan bir feminist olan Pilar tarafından İspanya İç Savaşı’nın başlamasıyla anarşist bir milis haline getirilecektir. 
İspanya’da iç savaş patlak vermiştir. Çok fazla insanın yaşamını yitirdiği savaşta, faşizmin gölgesi tüm ülkenin üzerine bir karabasan gibi çöker. Maria, yaşamını sürdürdüğü manastırı terk etmek zorunda kalır. Ardından bir geneleve sığınacak olan Maria’ yı bu genelevden kurtaracak olan sosyalist ideolojiye sahip bir kadın birliğidir. İspanya İç Savaşı’nın geçtiği dönemi ele alan Libertarias (Özgürlük), komünizm ve faşizm çarpışmasında tarafların kendi idealist düşüncelerini ‘özgürlük’ adı altında savaşın parçalarına dönüşmesini bir grup anarşist kadın savaşçı üzerinden anlatıyor. 
Koma Dam 
Berivan Akelma ve Yağmur Cihan’ın yönetmenliğini  yaptığı Koma Dam (Dam Grubu) adlı belgesel, Batman’da bir apartman damını kamusal bir mekâna dönüştüren kadınların yaşamını ele alır. ‘Koma Dam’ adlı belgesel 90’lı yıllarda kadın intiharları ile gündeme gelen Batman’da çekilmiş.
Genç yönetmenlerin özel alan ve kamusal alan ayrımına dikkat çektiği ‘Koma Dam’ erkeklerin giremediği, kadınların komün bir yaşam biçimini örgütlediği bir dam hikâyesi. Dam’a konuk olabilen tek erkek ise Charlie Chaplin ve kadınların ortak aktivitesi olan sinemadır. Koma Dam’da yaşamlarının her alanında kendilerine dayatılanları dam da gerçekleştiren kadınları görüyoruz. Kadınların sadece dışarıda özgür olmak zorunda olmadıklarını, bulundukları her alanı örgütleyerek güzelleştirmenin ve dönüştürmenin ne denli önemli olduğunu söyleyen kadınların hikâyesi, ‘Koma Dam’.  
Hevêrk
‘Hevêrk / Çember’le 69. Cannes Film Festivali’ne davet edilen Ruken Tekeş’ in senaristliğini ve yönetmenliğini üstlendiği ilk kısa filmi. Festivalin kısa film alanında ‘Diversity’ in Cannes’ ta seçilen 15 filmden biri olan ve ‘İzleyici Ödülü’ne’ değer görülmenin ötesinde, bu topraklarda yaşanan her türlü ayrımcılığa dair de söylenecek çok şeyi barındırıyor içinde. 
Filmin çekildiği yer Hasankeyf. 2017’ de sular altında kalacak olan Hasankeyf’te sıradan bir okul gününe tanıklık etmemizi sağlıyor, film. Yoksulluğun en somut halini görürüz, film boyunca. Issız bir okul bahçesi, sınıf… Dışarıda ise Hasankeyf bütün görkemiyle duruyor. İçeri de ise yoksulluğun en yalın hali. İçerisinin de dışarısının da bambaşka göründüğü bir yer. İçerisi Arap, Ezidi, Kürt çocukların Türkçe’ yi sökmeye çalıştıkları bir dört duvar, dışarısı ise herkesin olabildiğince kendi olduğu bir alan. Her bir çocuğun ne kadar yalnız olduğunu ve kendini ifade etmede yaşadığı güçlükler karşısında benzer duyguları yaşadığını yine çocukların gözünden aktarır bize, yönetmen. Anadillerinin uzağında anlamsız gelen bir dille karşı karşıya olmanın çocuğun yaşamını nasıl zorlaştırdığını onlarla beraber yaşıyor ve hissediyorsunuz.