“Fundamental” ile kadın ve LGBTİQ+ların mücadelesine yolculuk

Sharmeen Obaid-Chinoy yönetmenliğini yaptığı Fundamental belgesel serisi, 5 ayrı ülkedeki kadın aktivistlerin yaşamlarına ve örgütlenmelerine yakından şahitlik edebilmek için bir fırsat. Kadınlar ve LGBTIQ+ aktivistlerin yaşadıkları tüm baskılara karşı, küresel bazda bir örgütlenme modeli sunmasıyla film dikkat çekici unsurlar barındırıyor.

RÜYA HÜSEYİNOĞLU
İzmir- “Fundamental: Gender Justice. No Exceptions” serisi son zamanlarda dikkat çeken gösterimlerden biri. İsmi Türkçeye “Fundamental: Aslolan Mücadele” şeklinde çevrildi. Belgesel serisi; Kenya, Gürcistan, Pakistan, ABD ve Brezilya ülkelerinin her birinden kadınların yaşadıkları sorunlara ve çözümlerine dair kesitler sunuyor.
Pakistanlı gazeteci, aktivist ve yönetmen Sharmeen Obaid-Chinoy,  kadınlara yönelik cinsiyet eşitsizliğini vurgulayan filmlerle ve yaptığı çalışmalarla tanınıyor. Fundamental kısa metraj belgesel serisi; bizleri tabandan değişim yaratmak için çalışan, cinsiyet adaleti aktivistlerinin yaşam öykülerine götürüyor. Aktivistler, her zaman olduğu üzere yine insan hakları sorunlarının en ön saflarında mücadele ediyorlar. Filmlerde, içinde bulundukları toplumun şiddetli tehditlerinin, acı ve hayal kırıklıklarının olduğu yaşamlarına tanıklık ediyoruz. Bir yandan da bu acıların çözümü konusunda örgütlenmenin ne denli büyük bir öneme sahip olduğu da vurgulanmak istenen mesajlar arasındaki sağlam yerini alıyor. Yönetmen; aktivistlerin yaşamlarına dair izleyicilerin daha fazla ve daha doğru bilgi edinmeleri konusunda epey umutlu. Ayrıca kendini gerçeğini sınırlarına yaslayan bu etkileyici öykülerin cinsiyet adaleti mücadelesine katılmaları noktasında izleyicilere ilham vereceğine inanıyor. Zira büyülü fener olarak tanımladığımız sinema, bunun nice örnekleriyle dolu değil mi?
Seçkiyi oluşturan tüm filmler, aynı açılış jeneriği ile başlıyor. Birçok kadının göründüğü bu jenerikte cinsiyet eşitsizliğine karşı güçlü duran kadınların sözlerini görüyoruz. Dilerseniz artık yavaş yavaş 17’şer dakikalık belgesel serisinin içeriklerinden söz etmeye başlayalım.
Kız Çocukları: Kenya
Hristiyan muhafazakar bir toplum olan Kenya’da kadınların cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadelelerini görüyoruz. Filmde kadınların kısa kesitler halinde yaşam hikayelerine tanık oluyoruz. 
Burada seçilen yaşam hikayelerinden ilki, erken yaşta anne olan bir kadının ve kızının yaşadıklarına eğiliyor. Filmde anne karakteri, kızını kendi ebeveynlerinin yanına bırakıyor. Başka bir kesitte ailesini küçük yaşta kaybetmiş bir kadın karakter görüyoruz. Diğer bir karede; bir kadının tecavüze uğradığında toplumun o vahşi ve acımasız yüzü ile karşılaştığını izliyoruz.  Bu sahnede tecavüze uğrasa da kadının her şekilde suçlu bulunduğu aktarılıyor. “Muhafazakâr” toplumun kadın mağdur olsa bile suçlu sayıldığına ve kadın hakları aktivistlerinin sürekli baskılar altında olduğu görüyoruz. Bu hak mücadelelerinin içinde kadınların kürtaj hakkı da işleniyor. Yaşamlarından kesitler anlatılan kişiler, kadın hakları örgütleriyle yollarını birleştiriyor. Oluşum, genç kadınları ve kız çocuklarını bilinçlendirmek adına cinsel üreme hakları üzerine çalışmalar yapıyorlar. Örgütlenmenin ismini de “Akili Dada” yani “Aydınlanmış Kız Kardeşler” olarak belirliyorlar. Bu örgütlenme dini baskılarla mücadele ederek okullarda kız çocukları için cinsel eğitimler gerçekleştiriyor. Sadece bununla kalmayıp kız çocuklarının eğitim masraflarını karşılayacak bağışlar da veriyorlar. Bu sayede çocukların kimsenin baskısı altında kalmadan istedikleri mesleklere yönelebilecekleri vurgulanıyor. Yaşam hikayelerini  dramatize etmeden  örgütlü mücadeleyi ve eğitimin çıkış yolu olduğu gösteriliyor. Özellikle üzerinde durdukları vurgu ise kadınların bedenlerini tanıması ve bedenine olan her şeye bizzat kendilerinin karar vermesi üzerine! 
Açık Yaşamak: Gürcistan
Ortodoks Kilisesi’nin Gürcistan’da yarattığı baskıcı etkilerinin görüntüleri ile başlıyor film. Toplumda bu anlayıştan ötürü kadınlar ve özellikle LGBTIQ+’ların günahkar ve hasta insanlar olduğu algısının oluşturduğunu görüyoruz. 2013 yılında, Homofobiye Karşı Uluslararası Mücadele Günü’nde kilise mensupları bu insanlara karşı saldırıya geçiyorlar. Bu saldırılar hükümet tarafından da destekleniyor ve anayasadaki evlilik hakkının “Evlilik eşit haklara ve her iki eşin özgür iradesine dayandırılmalıdır” ilkesi 2017 yılında değiştirilerek “eş” kelimesi “kadın ve erkek” olarak değiştiriliyor. Tüm bunlar, LGBTQI+’ların ve kadınların örgütlenmeleri açısından maddi desteklerin de kesilmesi anlamına geldiği çıkıyor. Film temel olarak bu yaşananları Gürcistan’daki çeşitli cinsiyet hakları aktivistlerinin gözünden aktarıyor. Burada yine tüm filmlerde de göreceğimiz gibi sorunun çözümünü örgütlenme yoluyla aktarıyor. Daha somut düzeyde bakacak olursak çözümü bu konuda ilk olarak bir internet sitesi kurarak toplumu bilinçlendirmek üzerinden ele alıyor. Bir bakıma, LGBTQI+ hakları ve kadın hakları mücadelesini aynı çerçevede birlikte hareket ederek ele alıyorlar. Film, aktivistlerin kurdukları dernek üzerinden mücadelenin sınırlarını yansıtıyor. Yine burada aktivistlerin kişisel hikayelerine şahitlik ediyoruz. 2013’te maruz kalınan saldırının ardından yaptıkları çalışmalarla 2017’ye hazırlanıyorlar. Belgesel de aktivistlerin mücadele ile dolu bu sürecini anlatıyor.
Yükselen Güç: Amerika Birleşik Devletleri
ABD’de ise mücadele; ırkçılık ve cinsiyet eşitsizliği üzerinden ele alınıyor. Freedom Inc. isimli bir oluşumda siyahların, Hmong ve Khmer gibi toplulukları örgütlemeye çalıştığını anlatıyor. Birçok konudaki hak ihlalleri ile mücadele eden aktivistlerin hikayelerine burada da şahitlik ediyoruz.  Cinsiyet sorunları, cinsiyet adaleti ve ırkçılığa karşı Kuir feministlerin direnişini izliyoruz; aynı zamanda kapitalizmin bu denli vahşi olduğu ABD’de sosyal adalet mücadelesi de yürüten bir örgütlenmeyi de. Bu bölümde; görünenin tam tersine liberal olan yerlerde bile, örneğin LGBTQI+ hakları destekleniyor gibi görünse de esasen sistematik düzeyde o desteğin asla verilmediği üzerine bir vurgu söz konusu. Diğer yandan siyahların kriminalize edilmesi, filmin odak noktasında duruyor. Tüm kurgu, aslında siyahların ve diğer azınlıkların okullarında polis olmasını istememesi üzerine gelişiyor. Tüm bu hak ihlalleri ile mücadele ederken kendilerine bir bahçe kurup ekip-biçip orada vakit geçirmeleri, rahatlamalarına bile zorlukla ve mücadele ile izin aldıklarına şahitlik ediyoruz. Bu hikâyeler size de bir yerlerden tanıdık gelmiyor mu? Neyse, yüzümüzü biraz da Latin Amerika’ya, hani şu sadece sambalarıyla tanıdığımız, daha doğrusu tanıdığımızı zannettiğimiz Brezilya’ya çevirelim.
Adalet Savunucuları: Brezilya
Brezilya özelinde, tıpkı Amerika’dakine benzer olarak yine ırkçılık konusu üzerinden aktivistlerin mücadeleleri anlatılıyor. İşin kadın hakları mücadelesi kısmında ise daha çok kürtaj hakkı üzerine yoğunlaşılmış. Cinsellik ve üreme hakları da tam olarak burada anlatılıyor. Kürtajın yasak oluşu ancak bazı zenginler tarafından ulaşılabilir olduğu gözler önüne seriliyor. Özellikle siyah kadınların özelinde yine diğer filmlerde olduğu gibi aktivistlerin hikâyeleri bu filmde de aktarılıyor. Burada yapılan eylemler ve sokak hareketleri gösteriliyor. Bu mücadelelerin karşında hükümetin verdiği tepkiler ve o tepkilere karşı Brezilyalı siyah kadınların ve eşcinsellerin mücadelesi sunuluyor. Sosyalizm ve Özgürlük Partisi üyesi olan Marielle Franco’nun bir soruşturma sırasında öldürülmesi gösteriliyor. Devlet Başkanı Jair Bolsonaro’nun siyahlarla ilgili yaptığı korkunç açıklamalar, yine Brezilya’da gösterilen çarpıcı olaylar arasında. 
Gül Değil Hak: Pakistan
Pakistan’da diğerlerinden farklı olarak çocuk yaşta zorla evlilikler işleniyor. Resmi evlilik yaşı kadınlarda 16, erkeklerde ise 18 olmasına rağmen kız çocuklarının 9 gibi kabul edilemez bir yaşta evlendirildiğine şahit oluyoruz.  Burada erken yaşta evliliklerin önüne geçilmesi sağlanmaya çalışılsa da nüfusun büyük çoğunluğunun kız çocuklarını böyle inanılmaz bir yaşta evlendirdiklerini görüyoruz. Film serisi boyunca olduğu üzere, yine burada da bulunduğu ülkenin bir aktivistinin bakış açısından olayları gözlemliyoruz. Yönetmen burada dini baskıyı ve buna bağlı gelişen kuralları irdeliyor. Yine vurgulanan mesaj, kız çocuklarının ve tüm halkın bilinçlendirilmesi, eğitim verilmesi yönünde. Mera Ghar (Benim Evim) isminde oluşturdukları sivil toplum kuruluşu ile burada yardıma ihtiyacı olan çocuk yaşta evlendirilen kadınlara destek oluyorlar. Filmde bu durumun mağduru olmuş kız çocuklarının hikayelerine şahitlik ediyoruz. Burada eğitim ile yaşanan ve yaşanabilecek değişimlerin vurgulandığı çözümcül bir finalle karşılaşıyoruz. Bu etkileyici film; “Çocuklar İçin Sokak Okulu” isimli bir girişimden kız çocuklarının eğitilip kendi kararlarını alabilecekleri yönünde vurgulanan bir mesaj ile sonlanıyor. 
Küresel Bir Örgütlenme Modeli Mümkün mü?
Yaklaşık 17 dakikalık tüm kısa filmlerde küresel bir kadın ve ötekileştirilen LGBTİQ’ların küresel şekilde örgütlenmesine destek olmak amaçlanmış. Filmlerin sonunda fundamental-film.com adresi verilerek buradan bu mücadeleye destek verebileceğiniz söyleniyor. Diğer yandan buradan filmler hakkında bilgi alabilir ve aktivisitlerin nasıl örgütlendiğini gözlemleyebilirsiniz deniyor. Birleşmeye ve örgütlenmeye dair verilen öneme çözüm olarak bu site üzerinden oluşturulan fona maddi olarak destek olabiliyorsunuz. 
Bu maddi destek yaklaşımı ülkemiz ve dünyada da görülse de esasen ciddi bir eleştiri unsuru oluşturuyor. Örneğin ülkemizde çevre örgütleri adına bir kuruma bağış yapıldığında aklıma ilk olarak, “Bağışı yapan kişi çevre için kendi özel yaşamında mücadele ediyor mudur?” sorusu takılıyor. Eğer alanda değişim, dönüşüm veya bir çevre katliamını engellemek için mücadeleye girmiyor; ancak yalnızca maddi destekte bulunup geçiyorsa bu noktada telafisi mümkün olmayan bir sıkıntı başlıyor. Elbette kapitalist düzende maddi imkânsızlıklarımız bizlerin önüne setler çekiyor. Bu setleri mücadelenin içinde olmadan, sadece kupkuru bir bağış yaparak çözemeyiz. Zaten film serisi de insanları alanda olup mücadele etmeye davet ediyor. Bu açıdan bir sorun görmüyorum; ancak maddi destek sağlayıp mücadelenin dışında kalmak, bu noktada büyük sorun oluşturuyor. Filmler bilhassa mücadelenin içinden insanları gösterip seyirciyi davet etmeyi amaçlıyor, bağış yapıp vicdanları rahatlatıp yerinde saymayı değil! 
Film serisi, bizlerin de yakından tanıklık ettiği, yaşadığı birçok cinsiyet ayrımcılığına karşı hak mücadelesi konusuna, başka ülkelerin gözü ile bakabilmemizi sağlıyor. Bir anlamda, çeşitli ülkelerde uygulanan rejimlerin, dinin ve kültürün kadınlar üzerindeki farklı etkilerini gözlemleyebileceğimiz bir bakış açısı sunuluyor.