Tunuslu yazar Refika el-Bahuri: Kadın ancak cesaret ettiğinde özgürleşir
Tunuslu yazar ve aktivist Refika el-Bahuri, otobiyografisi “Tuzlu Sular” da kadınların suskunluk ve korku duvarlarını aşması gerektiğini vurguluyor; yazıyı hem bireysel yüzleşmenin hem de kadınların mücadelesinin temel aracı olarak tanımlıyor.
ZOUHOUR MECHERGUI
Tunus - Tunuslu yazar ve feminist aktivist Refika el-Bahuri, yıllar süren sessizlik, bastırılmışlık ve kırılmaların ardından kalemi bir yüzleşme aracına dönüştürüyor. Otobiyografisi “Tuzlu Sular” adlı edebi üretimiyle kadınları suskunluğu aşmaya, acı ve korkuyla hesaplaşmaya çağıran Refika el-Bahuri, özgürleşmenin ancak cesaret etmek, risk almak ve kişinin kendi hakikatine sahip çıkmasıyla mümkün olduğunu vurguluyor.
*Otobiyografiniz ‘Tuzlu Sular’ ile ne anlatmak istediniz?
Hayat yolculuğumda kendimi, dışarıdan başarılı görünen ama içten içe çatışmalarla dolu seçenekler arasında buldum. Eğitim aldım, evlendim, bir aile kurdum, sivil toplumda yer aldım; dışarıdan bakıldığında hayatım başarılarla doluydu. Ancak bu görüntünün ardında başka bir hikâye vardı.
Başlangıçta babam kız çocuklarının eğitimine karşıydı; ancak ağabeyim beni gizlice okula kaydettirdi. Bu fırsata tutundum ve zincirleri kırabileceğimi kanıtlamak istedim. Engellere ve hayal kırıklıklarına rağmen, erkekle eşit, çağdaş bir kadın olma mücadelesi verdim.
Yaşadıklarım, kadınların eksik görüldüğü ve varlıklarını kanıtlamak için iki kat çaba göstermeye zorlandığı yaygın bir gerçeğin yansımasıydı. Toplum nezdinde güçlü bir imajım vardı ama bu, içimdeki kırgınlıkları ve yaraları yansıtmıyordu. Gerçek benliğimi yapay bir kabuğun arkasında gizledim; ta ki bu yük beni ezene kadar. Kırk yaşımdan sonra bir kırılma anı yaşadım; bastırılmış benliğim patladı ve uzun süre suskun kalan şiir dilimden taşmaya başladı.
Altmışlı yaşlarımda ise, ancak derin benlikle barışıldığında hakiki bir dürüstlüğe ulaşılabileceğini ve yazının ancak insan kendine değer verdiğinde mümkün olduğunu fark ederek, otobiyografim “Tuzlu Sular”ı yazmaya başladım.
*Bölgede bir kadının, süslemeden ve kaçınmadan kendi hayatını dürüstçe yazması ne anlama geliyor? Bu deneyimi nasıl yaşadınız?
Sekiz yıl boyunca yazdım, bıraktım, yeniden kaleme aldım, tekrar bıraktım. Çünkü en büyük takıntım dürüstlüktü. Amacım sadece bir kitap yazmak değil, edebiyatın ötesine geçen varoluşsal bir deneyim yaşamaktı.
Bazı Arap kadın yazarların otobiyografilerini okudum; çoğunu yüzeysel ve flu buldum. Ben bu türden bir metin eklemek istemedim. Ya dürüstçe yazacaktım ya da hiç yazmayacaktım.
Bu yüzden asıl mücadelem toplumla, dinle ya da siyasetle değil; kendimleydi. Acıyla, kibirle, utançla yüzleşmek zorundaydım. İşte bu noktada “dürüstlük soyunmaktır” düşüncesine ulaştım.
Otobiyografimde, en yakınlarımın bile bilmediği şeyleri açığa çıkardım. Kendimi zor durumlarda resmettim; daha önce hiç dile getirmediğim sırları yazdım. Özel hayatımı ifşa etmek büyük bir meydan okumaydı, çünkü doğam gereği çekingenim. Ancak evlilik ilişkisi, baba figürü, aile içi baskıcı ilişkiler gibi deneyimlerin anlatılmadan bir hayat hikâyesinin eksik kalacağını anladım.
Bugün memnunum. Feminist bir bakışla, kadınları susulanı dile getirmeye teşvik edecek bir adım attığımı düşünüyorum. Utancımla, kibirimle ve kadınları kuşatan tüm engellerle yüzleştim. Yazdıklarım, psikolojik ve toplumsal düzeyde beni şekillendiren her şeyi içeriyor. Bu nedenle aldığım “Haklar ve Özgürlükler Alanında En İyi Kadın Eseri” ödülünü bir iade-i itibar olarak görüyorum.
*Okuma oranlarının düştüğü bir çağda, edebiyat hâlâ bir mücadele ve direniş aracı olabilir mi?
Kitap başlı başına bir direniş eylemidir. Akla, duyguya ve ruha hitap eder; insanın derinliklerine iner. Etkisi, geçici bir fikir ya da hızlı bir görüntüden çok daha kalıcıdır. Herkes okumasa bile, kitaplardan doğan düşünceler yol alır ve uzaklara ulaşır.
Kitap tarih boyunca bilginin ana taşıyıcısı olmuştur. Elit bir kesimle sınırlı kalsa bile, bu kesim aracılığıyla geniş etki yaratmıştır. Cehaleti ve geriliği aşmanın temel aracı yine kitaptır. Kadınlar için ise yeni fikirlere açılmak hayati önemdedir; çünkü geleneksel miras çoğu zaman onları görünmez kılar. Bu mirası eleştirel biçimde okumak ve yeniyi cesaretle karşılamak gerçek değişimin yoludur.
*Bugün Tunus’ta ve bölgede kadın hareketini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kadınların durumu geçmişte son derece ağırdı. Eğitimden, kamusal hayattan mahrumdular. Saç kesmek, pantolon giymek bile başlı başına bir mücadeleydi; ben bu mücadeleleri bizzat yaşadım.
Bugün kadınlara yönelik şiddet hâlâ büyük bir engel. Yasalar var ama asıl sorun uygulamada. Genç feminist hareketlerin yükselişi ise umut verici. Bugün genç kadınlar, bizim hayal bile edemeyeceğimiz talepleri dile getiriyor.
Eskiden sesimizi duyurmak neredeyse imkânsızdı. Bugün ise internet, sokak ve örgütlenme alanları açıldı. Mücadele daha güçlü ve görünür hâle geldi. Kadın mücadelesi sürüyor ve durmayacak.
*Kadın dayanışmasının bugün önemi nedir?
“Tek el alkış tutmaz.” Kadınlar dayanıştıkça güç katlanır. Tunus, Lübnan, Filistin, Suriye ve Kürt kadınlarının deneyimleri birbirini besliyor. Latin Amerika’dan dünyaya yayılan feminist marş bunun en güzel örneğidir. Kadın, mücadelesinin yalnız olmadığını hissettiğinde daha güçlü olur.
*Hangi dönem yaratıcılık açısından daha verimli?
Yazar hassas bir varlıktır; yaşanan her şeyi içine çeker. Zor zamanlar yazıya derinlik ve güç katar. Ancak yazmak için özgürlük de gerekir. Acı içinden yazmak güçlü olabilir ama insan her şeyi söyleyecek gücü bulamayabilir.
Ben devrimden önce de yazdım. Şiirlerim hüzünlüydü ama hep umudu barındırdı. Özgürlük ortamında yazmakla baskı altında yazmak arasında derin bir fark vardır.