Toplumsal hakikatin estetik formu: Sanatta popülizmin yarattığı yüzeyselliği aşmak

Sanatın gerçek anlamı, popülizmin yarattığı yüzeyselliği aşarak, toplumun özgürlük potansiyelini estetik bir forma dönüştürmesinde yatar. Sanatçı, bu süreçte yalnızca bir üretici değil; toplumsal yaşam tasavvurunun estetik öncüsüdür.

FERİDE RAPO

‎Sanatçının konumu, modern toplumsal düşüncede çoğu kez bireysel yaratıcılıkla tanımlanır. Oysa daha kapsamlı bir analiz, sanatçının öznelliğinin yalnızca bireysel bir yeteneğe değil, toplumsal hakikatle kurduğu etik-politik ilişkiye bağlı olduğunu gösterir. Sanatçı, yaşadığı toplumdan bağımsız bir figür değil; toplumsal doğanın estetik ifadesidir. Bu bağlamda sanat, yalnızca bir üretim alanı değil, toplumun belleğini örgütleyen bir düşünme biçimidir.

Bireyselden çıkıp kollektifleşmek

Toplumların unutmaya zorlandığı dönemlerde, hakikat çoğu zaman yalnızca sanatın estetik dilinde yaşamaya devam eder. Çünkü sanat, devletçi ve piyasacı tarih yazımının dışladığı deneyimleri yeniden görünür kılan, bastırılmış duygu ve hafızaları kamusal alana taşıyan özgün bir felesefi olarakta bilme (epistemoloji de denebilir) alanıdır. Bir toplumun yaşadığı acılar, kırılmalar ve direnişler, sanatçının duyumsama yeteneğinde birikerek, estetik bir forma kavuşur. Bu nedenle sanatçının kişiliği, yalnızca psikolojik bir iç dünya değil; toplumsal özgürlük arayışının içselleştirilmiş hâlidir. Burada sanatçı nicelik olarak değil nitelik açısından da kendi bireyselinden çıkıp, kollektifleşir.

Popülizmin yükselişi

‎Ne var ki günümüz kültürel iklimi, popülizmin yükselişiyle birlikte sanatsal alanı giderek sığlaştırmaktadır. Popülizm, duyguları yüzeysel biçimde harekete geçiren, düşünsel derinlik yerine anlık tepkisel yoğunluk üreten bir ekonomi eğilim yaratır. Bu ekonomi, sanatçıyı toplumsal hafıza kurucusu olmaktan çıkarıp piyasanın talep yönelimlerine uyarlanmış bir duygusal performansçıya dönüştürür.

‎Tam da bu nedenle popülizm, sanatsal üretim açısından yalnızca estetik bir sorun değil, politik bir tehlikedir. Popülizm, kitlelerin duygularını manipüle ederken sanatı yüzeyselleştirir; sanatçıyı halkın tarihsel-toplumsal gerçekliğiyle bağ kurmaktan koparır. Böylece sanatçı, kolektif mücadeleyi görünür kılmak yerine piyasanın ve güncel duygusal dalgaların peşinde sürüklenen bireysel bir figüre dönüşür.

Sanattan beklenen hakikat

‎Popülizmin yarattığı maddiyatçı baskı, sanatçıyı tarihsel ve toplumsal öfkesinden ve toplumsal sorumluluğundan uzaklaştırır. “Beğeniye göre üretim” dayatması, sanatçının toplumsal eleştiri gücünü törpüler; estetik olanı politik olandan ayırır. Oysa sosyalist bir perspektiften bakıldığında sanattan beklenen, yalnızca güzel olanı üretmek değil, egemen ilişkileri teşhir etmek, hakikati çıplak bırakmak, belleği halktan yana kurmaktır.

‎Popülizmin yol açtığı pratikler birkaç belirgin mekanizma üzerinden sanatı disipline eder:

‎1. Metalaştırma: Sanat, piyasa değeri üzerinden anlam kazanan bir “duygu ürünü”ne indirgenir. Dolayısıyla propoganda dilini aşamaz buda güncel durumu okumasına engel olur, birikim yaratmaz.

‎2. Bireyselleştirme: Sanatçının toplumsal bağları ve kolektif sorumlulukları görünmez kılınır; bireysel başarı hedefi öne çıkar.

‎3. Yüzeyselleştirme: Derinlikli meseleler, kitle tarafından “kolay tüketilebilir” bir forma zorlanır.

‎4. Belleksizleştirme: Sanatın kolektif hafızayı kurma gücü zayıflar; geriye yalnızca anlık etkiler kalır. Günümüze kadar kalan tarihi şarkı, şiir, film, tiyatro eserlerinin bu kadar canlı kalmış olmasının nedenlerini bu aşamada incelemek önemlidir.

‎Bu süreçler, sanatçının kişiliğini aşındırdığı gibi, toplumun kendi geçmişini ve hakikatlerini anlamlandırma kapasitesini de zayıflatır. Çünkü kişiliğin çözülmesi, belleğin çözülmesine; belleğin çözülmesi ise toplumsal öznenin zayıflamasına yol açar.

Özgürlük merkezli estetik anlayış

‎Oysa özgürlük merkezli estetik anlayış, sanatı tam tersine konumlandırır:

‎Sanatçı, toplumun sessizleştirilmiş kesimlerine söz veren, kültürel çoğulluğu estetik bir harmoniye dönüştüren ve toplumsal yaraları görünür kılan bir ahlaki-politik öznedir. Kadın özgürlüğünün taşıdığı dönüştürücü dinamizmi, halkların çok katmanlı tarihsel deneyimlerini ve insanın özgürleşme yönelimlerini sanatın kurucu unsuru hâline getiren bir bilinçle hareket eder.

‎Böyle bir perspektifte sanat, toplumsal gerçekliğin edilgen bir yansıması değil; onu dönüştüren yaratıcı bir güçtür. Bu güç, kapitalizmin dayattığı bireycilik ve popülist sığlık karşısında, toplumsal öznenin hafızasını yeniden kazandıran bir direniş alanı oluşturur.

‎Sonuç olarak sanatın gerçek anlamı, popülizmin yarattığı yüzeyselliği aşarak, toplumun özgürlük potansiyelini estetik bir forma dönüştürmesinde yatar. Sanatçı, bu süreçte yalnızca bir üretici değil; hakikatin taşıyıcısı, örgütleyicisi ve yeni bir toplumsal yaşam tasavvurunun estetik öncüsüdür.