Dijital dönüşümün gölgesinde Türkiye’de televizyonun bugünü ve geleceği

Pandemi nedeniyle evlere kapanan kalan toplum, zamanlarının önemli bir çoğunluğunu cep telefonu, bilgisayar ya da tv karşısında geçiriyor. Radyo Televizyon Yayıncıları Meslek Birliği’nden yapılan açıklamaya göre pandeminin başladığı Mart (2020) ayından bugüne kadar televizyon izleme oranlarında yaklaşık %23 düzeyinde bir artış söz konusu. Elbette bu, dönemsel ve yanıltıcı bir veri olarak karşımızda duruyor. Çünkü çok uzun zamandan bu yana televizyon, hem Türkiye’de hem de tüm dünyada eski etkisini ciddi anlamda kaybediyor.

ZEYNEP PEHLİVAN

İzmir - Özellikle de Z kuşağı olarak bilinen genç kitlenin pek ilgi göstermediği televizyonun yerini artık yavaş yavaş dijital platformlar almaya başlıyor. Bugün televizyon Türkiye’de iktidarın güncel politikalarını araçsallaştıran bir propaganda mekanizmasına dönüşmüş durumda. Bunun yansımalarına; açık oturum tartışma programlarından ana haber bültenlerine, militarist dizilerden şov programlarına kadar pek çok alanda tanıklık ediyoruz.

Her şeye rağmen dünyada hala en çok televizyon izlenen 10 ülke arasında olduğumuzu da unutmayalım. Dijital dönüşümün ve AKP iktidarının gölgesinde Türkiye’de değişen yayın politikalarına, güncel dizilerin ve programların penceresinden bakmaya çalışacağız.

Türkiye’de televizyonun dünü, bugünü ve yarını

Her ne kadar bugün etkisini geçmişe kıyasla büyük belli ölçüde yitirse de televizyon, her dönem Türkiye toplumu için bir tür “sihirli kutu” olarak görüldü. Evlerimizdeki bu yakın dostların zaman içinde nasıl birer tehlikeli propaganda aracına dönüştüğünü yaşayarak gördük. Sihirli kutu, dünyayla 1923 senesinde İngiliz John Baird sayesinde tanıştı. Küçük ekranlı ve renksiz versiyonlarından sonra; daha büyük ekranlı, tüplü ve akabinde de renkli versiyonları ile tanıştık.

Bugün ise tüplü televizyonların yerini 4K yayınları sunan plazma TV’ler almış durumda. Türkiye TV tarihinde ise 1968, tam anlamıyla bir kırılma senesi. O sene ilk resmi TV yayını, tek kanal üzerinde haftada bir defa yapılıyordu. Tek kanal hegemonyası 20 küsur sene sürdükten sonra özel kanallarla beraber hem rekabet olgusu devreye girdi hem de alternatif programların önü açılmış oldu. Bugün teknolojinin gelişimiyle beraber 200’den fazla TV kanalı ile karşı karşıyayız.

Hayattaki pek çok şey gibi televizyonun da değişim rüzgârlarından nasibini hızlı bir şekilde aldığını söylemek mümkün. Türkiye toplumundaki değişimler ile TV ekranlarındaki içerikler her zaman belli bir paralelliğe sahip oldu. Televizyonun ideal bir ideolojik propaganda aracı olduğunun fark edilmesiyle beraber hedef kitle odaklı içerikler; programlar, şovlar, diziler, haber bültenleri, TV filmleri veya reklamlarda kendini ele verdi. Ciddi bir dijital devrimin yaşandığı, her 10 evden 8’inde internet olanağının bulunduğu günümüzde televizyonun elbette eskisi kadar etkili olmadığı ortadadır.

Dijital platformlar karşısında sürekli kendini tekrar eden televizyonlar, izleyicilere nitelikli içerikler sunmaktan uzak kalıyor. Özellikle Blu TV, Netflix, Gain TV, Exxen, Puhu TV ve YouTube gibi dijital platformların “altın çağını” yaşaması, geleneksel içerikler üretmeyi sürdüren televizyonu epey arka plana attı. İstediği diziyi, filmi istediği saatte izleme özgürlünü dijital platformlar sayesinde keşfeden izleyici, televizyona bağımlı olmadığını fark etti. Bu anlamda yaşamını ve günlük rutinini televizyona göre programlamaktan uzaklaştı. Ülkemizde seyirci pek çok nedenden dolayı artık ücret ödemek pahasına dijital mecralara geçiyor.

Televizyon dizilerinin 150 dakikalara kadar çıkması, birbirini tekrar eden senaryoların varlığı, televizyon dizilerinin en ciddi sorunları arasında. Dizilerle beraber öğlen kuşağı programlarında ve haber bültenlerinde gerek şiddet vakalarının görünürlüğü gerekse de kadının temsili noktasında çok ciddi sorunlar göze çarpıyor.

Mart ayında 15 yaş ve üzeri televizyon seyircisi özelinde yapılan bir ankete göre Türkiye’de en çok izlenen diziler; Mucize Doktor, Kırmızı Oda ve Çukur. Psikolojik yönü ağır basan dizilerin arkasında genelde Gülseren Budayıcıoğlu imzası görülüyor. Tüm bunların dışında son dönemde iktidarının da desteklediği Osmanlı dizileri ya da asker/polis dizileri dikkat çekiyor. Dijitalin sunduğu çeşitlilik karşısında yaratıcı bir reaksiyon sunamayan televizyonun yakın gelecekte tamamen olmasa bile yok olmaya yüz tutması, pek de sürpriz bir “final”miş gibi görünmüyor!

Psikoloji temelli diziler karşılık buluyor

Dizilerin psikolojik temelli olanlarının tamamı Gülseren Budayıcıoğlu’nun kitaplarından uyarlananlar oluşturuyor. İstanbullu Gelin, Doğduğun Ev Kaderindir, Kırmızı Oda, Masumlar Apartmanı ve son olarak da Camdaki Kız dizileri psikiyatrist yazarın kitaplarından uyarlandı. Oldukça iyi reyting alan diziler bir yandan da eleştirilerin de odağı haline geldi. Örneğin Kırmızı Oda dizisindeki psikiyatri seanslarının gerçeği yansıtmaması tepki çekti. Her ne kadar gerçek kişilerden ve olaylardan bahsedilse de sinemasal bir anlatı, gerçek yaşımı olduğu gibi aktarmak zorunda değil. Yazarı veya çekilen dizilerini sevelim ya da sevmeyelim, gereksiz uzunluğuna rağmen kimi dizilerinin Türkiye televizyon tarihinde anlamlı bir yeri olmuş gibi görünüyor. Bizleri üzen bu dramalardan, sürekli trajediden, psikolojik gerilimden neden kurtulamayız diye düşünüyorsanız nedeni basit! Komedi dizileri, esprinin zamanlaması açısından hızlı olması gerektiğinden yeni televizyon dizi anlayışıyla uyuşmuyor.

Şovenist asker/polis dizileri propaganda aracı

Bilindiği üzere ideolojilerin meydana gelmesinde medyanın yadsınamaz bir rolü vardır. Bunu hemen hemen tüm kitle iletişim araçlarında bariz şekilde görmek mümkün. Bu süreç, bilginin aktarımından ziyade söylemin/ideolojinin yeniden üretilmesi ve hatta biçimlendirilmesi olarak yorumlanabilir.

Televizyonun ve medyanın kitleleri etkileme noktasındaki bu ciddi gücün farkına varan iktidarlar, kendi söylemlerini TV ekranlarındaki içeriklerle beraber pekiştirme yoluna gider. Nitekim açık oturumlardan dizilere kadar her türlü içerik, siyasi gelişmelere paralel bir şekilde değişikliğe uğrayabilir. Somut bir örnek vermek gerekirse, bugün pek çok TV kanalında net bir şekilde milliyetçilik duygusunu ön plana çıkarmak isteyen asker/polis dizileri ya da savaş konseptli tarih dizileri türemeye başladı. Özellikle iktidarın sınır ötesi operasyonlarının gündeme geldiği dönemde bu dizilerin pek çok kanalda servis edildiği görüldü. Dizilerde yaşanan olaylarla güncel siyasi gelişmeler arasındaki bağlantılarsa oldukça dikkat çekiciydi.

Bu diziler arasında; Söz, Savaşçı, İsimsizler, Diriliş Ertuğrul, Akıncı, Mehmetçik Kut’ül Amare, ilk etapta sayılacak örnekler. Reyting değerlerinden bağımsız, uzun süreler boyunca ekranlarda kalan dizilerin önemli bir bölümü TRT yapımı. Bu da söz konusu dizilerin iktidar tarafından desteklendiğini ve servis edildiğini açıkça gösteren verilerden biri. Öte yandan bu dizilerde danışmanlık yapan kişilerin iktidara yakın isimlerden oluştuğunu da hatırlatalım.

Eski şov programlarına ve formatlara dönüş

Şu aralar televizyon ekranlarında müzikli şov programları üzerinden belli bir nostalji çabası var; ancak bunun beyhude bir çaba olduğu ortada. Zira 90’lı yıllardan başlayıp 2000’lerin başına dek devam eden bu tip programlar, eski tadından oldukça uzak. Geçmişin kötü bir taklidi olarak ısıtılıp ısıtılıp önümüze serilen programlarda yine aynı yüzlerden medet umuluyor. Postmodernizmin TV ekranlarında bugün yaptığı tam olarak bu! İçi artık tümüyle boşaltılmış her şeyi diriltme çabası.

Neredeyse bitme noktasına gelen televizyonun bugün adeta posasını çıkarmaya çalışan yapımcılar, yüzlerini İbrahim Tatlıses’e ve onun gibi bir döneme damga vuran eski yüzlere çevirmiş durumda. Yıllar sonra İbo Show ile ekranlara geri dönen İbrahim Tatlıses, müzikli şov programlarında küçük de olsa bir canlanma yarattı. İbo Show sonrasında Şarkılar Bizi Söyler ve Kuzey’in Oğlu gibi programlar peş peşe ekranlara gelmeye başladı.

Bu arada geçmişte eşlerine ve sevgililerine şiddet uyguladığı bilinen, öte yandan defalarca kamuoyunda cinsiyetçi ifadeler kullanan İbrahim Tatlıses’in programına katılan kimi isimler, ciddi tepkilerle karşılaştı. Bunlardan en dikkat çekenleri ise; Oyuncular Sendikası Başkanı Demet Akbağ ve kadına karşı şiddet konusunda yaptığı çalışmalarla öne çıkan Haluk Levent oldu.

Sonuç olarak

Kendini çok uzun zamandan bu yana yenilemekte başarısız kalan ve sayısız kanala rağmen kısır bir döngüde sıkışan televizyonun, dijital dünya karşısında adeta kendi sonunu hazırladığı görülüyor. Bugün için televizyon; eski ve modası geçmiş formatlarla yeni kuşakları yakalamaktan uzak kalan ve sihri çoktan kaçmış bir kutu durumunda. Toplumsal inşa süreçlerinde ve ideolojik söylemlerin aktarımında iktidarlara verdiği destek, günümüzde televizyonun neredeyse tek işlevi denilebilir! Belki de bu yüzden televizyonu açtığımızda gerçekten izleyecek pek bir şey bulamıyoruz.