Fermanın tanıklığı: Kınalı saçlarından yuva yaptım-2-

Duvarın arkasında, küçük delikten fermanı gördü

Gözlerini kapattı, düşündü, düşündü, düşündü. Sonra yüreğinin ince kıvrımlarına saklanmış duygularının kapladığı sözcükleri zor da olsa durgun bir ses tonuyla sıralarken, odanın ortasına doğru giderek eliyle gösterdi: İşte burası, tam burada durdular, her şey bu orta yerde oldu.

ROJBİN DENİZ

Şengal - Beritan Şengalî, kız kardeşinin çocuğuna süt bulmak için geri döndüğü köyde sıkışıp kaldı. Bundan sonra IŞİD gerçekliği ile ailesinden uzakta yüzleşmek zorunda kaldı. Onun tanıklığı belki de yüzlerce kadının gözlerinden ancak onun sözleri ile duyuruluyor. Dosyamızın bu bölümünde Beritan, bir tünele nasıl saklandığını ve gözlerinin zihnine neler kaydettiğini aktarıyor.

Suka Kevn’de amcasının evini bulan Beritan geri dönemiyor.

“Çok kısa bir zaman aralığında binlerce DAİŞ’li Suka Kevn’e dolmuştu. Bahçede öyle kalmam çok zordu, beni göreceklerdi. Sesler yakınlaşıyordu ve yakınlaştıkça kalbim yerinden çıkacak gibi oluyordu. Kalbimin sesi o kadar yüksekti ki duyacaklar diye korktum. Evin avlusunda tünele benzer bir yer vardı. Koşup oraya sığındım. Öyle çok göz önünde değildi. O can havliyle nasıl orayı fark ettim bilmiyorum. Ama bahçede ilk gözüme ilişen yer orası oldu. Oraya sığındım. Çok kısa bir zaman sonra DAİŞ’liler bahçesinde saklandığım eve geldiler. Tünel dardı ama ilerliyordu, ben de gidebildiği kadar içinde ilerledim, tünel evin içine çıkıyordu. Tünelin çıktığı yer kuytu bir köşeydi. Odanın göze çarpmayan köşesinde zemine çıkıyordu.  Tünelle oda arasında ince bir duvar vardı. Küçük bir ara boşluktu, içine eski eşyalar doldurulmuştu ve onun için kimsenin dikkatini çekmiyordu. DAİŞ’liler oraya hiç bakmadılar. Bende tünelden odanın zeminine kadar geldim.  Daracık bir yerdi, neyse ki zayıf ve küçük olduğum için en dar yere bile sığıyordum. Bulunduğum yerde odanın içini görecek bir delik vardı. Odanın hemen hemen her yerini görüyordum.  O delikten odanın içine baktım, DAİŞ’liler evin salonundan odaya gelip gidiyorlardı.”

“Silah kullanmayı babam öğretmemişti”

Beritan odanın küçücük deliğinden tüm dünyaya anlatılacak zulümlere tanıklık etti. Kadınların yaşadıklarına şahit oldu.

“Bir süre sonra kadın sesleri, ağlamalar, ağıtlar, çığlık sesleri geldi. Odaya kırkın üzerinde kadın getirdiler. Kadınların yüz ifadeleri ve üzerlerindeki elbiseler yırtıktı. Belli ki birçoğu saçlarından sürüklenerek getirilmişti. Hepsi çok korkuyordu. Ben çok korkuyordum ‘kesin beni görecekler’ diyordum. Lofalardan inerken çocuğu aileme bıraktığımda, babam fermanla Êzidiler’e, özellikle Êzidi kadınlarına ne yapıldığını biliyordu. Onlardan ayrılırken, babam bana arkadan seslendi, bir iki adım öne gelerek, yıllardır ailesini tüm kötülüklerden korumak için yanında sakladığı tabancasını bana verdi. ‘Al bu sende kalsın olur da bir şey olursa kendini korursun’ diyerek bana sarılmış ve dua etmişti. Eskiden babamla birlikte temizlerdik fakat nasıl kullanılır bilmiyordum. Babam bana hiç öğretmemişti. Korku nöbetleri orada bana uğradığında elimi bir saniye silahımdan çekmiyordum. Eğer beni görürlerse hemen tetiğe basacaktım. Evin dışında da hep sesler vardı. Belli ki kadınları içeride erkekleri de dışarıda tutuyorlardı.”

“Çok korkunç görünüyorlardı”

Beritan IŞİD’lilerin getirdikleri kadınların arasında akrabalarının da olduğunu görüyor. Dayısının eşi, onun kırk günlük bebeği… Diğer kadınların da çoğunu tanıyordu. Nerdeyse hepsiyle bir geçmişi anısı vardı. Onları duvarın arkasında küçük delikten izliyordu.

“Kadınlar odanın içinde küme küme oturtuldular. Toplamda kırk beş  kadın olduğunu saymıştım. Kaç çocuk vardı, tam olarak sayıları kaçtı bilmiyorum. Zaten birçok kez, yani DAİŞ’liler odaya doluştuğunda korkudan bakamıyordum. Altı yedi DAİŞ’li sürekli nöbet tutuyordu. Saç ve sakalları birbirine karışmış, giydikleri kısa ebaları kir pas içindeydi. Hepsinin bellerinde raxt ellerinde silahları vardı. Çok korkunç görünüyorlardı. Odaya girip çıktıkların da kadınlara vuruyorlar, bebeği ağlayan kadınlara ‘çocuklarınızı susturun yoksa biz nasıl susturacağımızı biliyoruz’ diye bağırıyorlardı. Genelde Arapça konuşuyorlardı. Kadınlara bağıranlar da genelde bunu Arapça yapıyordu. Fakat aralarında farklı dillerden konuşanlar da vardı. Çok fazla karışık dillerdi ve birçoğunun hangi ülkeye ait olduğunu bile bilmiyordum. Ben de zemin kattan hiç çıkmadım. Hatta nefes alıp verirken bile çok sessizce yapıyordum. Odanın içini gözlemlemediğim vakitlerde, oturur yukarımda oturan kadınların korku seslerini ve içlerinde dolaşan isyanın çığlığını dinlerdim.”

“Ellerine geçmekten çok korktum”

Duvarın arkasında Beritan’ı en çok kahreden hiçbir şey yapamamak oluyor ve sürekli kendine “Tek başımaydım ve bir tek tabancayla savaşabilir miyim diye kendi kendime soruyordum” diyor. Beritan “Onlar sayı olarak çoklardı onun için,  onlara karşı savaşacak cesareti kendimde göremedim ve ayrıca onların eline geçmekten çok korkuyordum” sözleriyle yaşadığı duygu karmaşasını özetliyor.

“Dayımın dünyalar tatlısı bir kızı olmuştu.  Kızı kırk gündür dünyaya gelmişti. Kim bilir bu dünyanın zalimliğini görseydi hiç gelmezdi bu dünyaya. Odanın sağ tarafında yengemin kucağında açlıktan sürekli ağlıyordu. Yengem, korkunun verdiği telaşla onu susturmak için ne yaptıysa o hiç susmadı. O esnada içeriye DAİŞ’liler geldi ve yengemin karşısında durarak ‘bebeğini sustur yoksa biz nasıl susturacağımızı biliyoruz’ dediler. Yengem DAİŞ’lilerin söylediği hiçbir şeyi anlamıyordu.”

“Ellerinde satırlar vardı”

Êzidi toplumunda kadınların büyük çoğunluğunun Arapça bilmediğini belirten Beritan, fermanların Êzidi toplumunu daha da içe kapalı hale getirdiğini anlatıyor. Fermanlarda her zaman kadınların katledildiğini ifade eden Beritan Êzdalığın hep öz ruhundan vurulduğunu ama Êzdalığın ruhunun öldürülemediğini söylüyor. Kapalı yaşamdan dolayı da yengesi ve yengesi gibi yüzlerce kadının Arapça bilmediğini dile getiriyor.

 

“DAİŞ’lilerin yengeme söylediği her şeyi anlıyordum. Yengem DAİŞ’lilerin ne söylediğini anlamamıştı fakat onların ses tonu ve yüz ifadelerinden kötü bir şey söylediğini anlamıştı. Bebeğini susturmak için daha fazla çabaladı. Sonra tekrar DAİŞ’liler içeri girdi. Yengem onlardan bebeği için yemek istedi. Onlara Kurmanci ‘benim bebeğim aç olduğu için ağlıyor, biliyorum sesi sizi rahatsız ediyor, biraz süt verin onu susturayım’ dedi. DAİŞ’liler ona hiç aldırış etmedi, yengemse bir yandan bebeğini susturmaya çalışıyor bir yandan da aynı şeyleri yalvaran bir ses tonuyla tekrarlıyordu. DAİŞ’liler o esnada ona ‘sen bu bebeği susturmazsan, biz onu yemek yapıp sana getireceğiz’ dediler.  Yengem bunu anlamamıştı. İçimden ‘bu olabilir mi, onlar söylediğini yapar mı’ diye düşündükçe içim içimi yiyordu. Oradaki herkes açtı. İki gün geçmişti ve kimseye hiçbir şey verilmemişti. Ben de açtım fakat daha çok susamıştım. Gidip su içmek istedim. ‘Belki bir boşluk yakalar, gidip su alırım ve bebek için de süt bulurum’ diye düşündüm. Tam bu esnada DAİŞ’lilerin odanın içinden sesleri gelmeye başladı. Kafamda kurguladıklarımdan uzaklaştım ve tekrar odayı izlemeye başladım.  Yengemin yanında iki DAİŞ’li duruyordu, ellerinde satırlar vardı. Yengemin kucağında olan bebeğini çekip aldılar. Bir tanesi bebeği tuttu, diğeri de bebeğin kafasını ellerine aldı.”

“Her şey bu orta yerde oldu”

Beritan o an durgunlaştı, gözleri daldı ve konuşmakta zorlandı. Kelimeler boğazında düğümlenmişti. Biz de onun gibi, bir boşluğa düşmüş gibiydik. Sonraki cümlelerinin gelmemesini istedik. O yaşamıştı ve gözleriyle, duygularıyla şahit olmuştu olanlara. Biz dinlerken tüm hücrelerimizde acıyı hissederken o yaşarken nasıl olmuştu. Hele annesini hiç düşünemiyorduk. Beritan gördüklerini anlatmaya çabaladı. Tutuktu, bir türlü ağzından sözcükler çıkmıyordu. Ona ‘anlatma’ diyecekken, devam etti sözlerine. Bu zulmün, vahşetin her anını anlatmalıydı ki kini öfkesi dinmesin diye düşündü. “O anı anlatırsam, onun gücünü kendimde yaratırsam, masum Ezidi kadınlarının ve onların çocuklarının intikamını daha güçlü alabilirim” diye kendini ikna ettiği belliydi. Gözlerini kapattı, düşündü, düşündü, düşündü. Sonra yüreğinin ince kıvrımlarına saklanmış duygularının kapladığı sözcükleri zor da olsa durgun bir ses tonuyla sıralarken, odanın ortasına doğru giderek eliyle gösterdi. ‘İşte burası, tam burada durdular, her şey bu orta yerde oldu’ dedi.

Yarın: Fermanın tanıklığı: Kınalı saçlarından yuva yaptım-3-

Şengal’in molozlarının altında ölen bir dünya