Kemençeye ruh katan kadın

“Ben hikayesi olanı, sanatın her alanında bir şeyleri anlatabileni seviyorum. Çıkardığım 3 kasette de kendi derlediğim türküleri çalıp söyledim. Bu bölgenin kadınlarının tiyatral yönleri çok gelişkindir. Muhteşemler ve yaşama dair hiçbir kitaptan öğrenemeyeceklerini onlardan öğreniyorsun. Onların söylediği küçük bir dörtlükte bile hayatlarına dair çok şey yakalıyorsun. Benim için buradaki kadınların hepsi peştemalli Amazon kadınlarıdır.”

DURKET SÜREN
Trabzon- Toplumsal cinsiyet rolleri cinsiyetlerin meslek ve yaşam tarzlarını birbirinden ayrıştırırken, öğretilmiş kodların dışına çıkmak çerçevenin de dışına çıkmayı sağlıyor. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde gelenek ve toplum yapıları, kadınları iş gücü ya da ‘anne’, ‘eş’ olarak görürken, kadınlar o çerçeveyi aşıyor ve kendi hikayelerini toprağıyla, türküleriyle, mücadeleleriyle bütünleştiriyor. Karadeniz’de bir sanatçının doğayı sanatıyla bütünleştirdiğine tanıklık ettik. Sanat dünyasında kadın kimliğini sorgulayan, bölgenin enstrümanı olan kemençenin erkek sanatıymış gibi görülmesine karşı gelen, “bu coğrafya Amazon Kadınların coğrafyasıdır, mücadele etmek bizim geleneğimizdir” diyen kemençe ve halk müziği sanatçısı İlknur Yakupoğlu’na konuk olduk.
İlkokuldayken beste yapmaya başlıyor
Trabzon’un Tonya ilçesinden olan İlknur Yakupoğlu, hayvancılıkla geçimini sağlayan ve sanata ilgi duyan kalabalık bir ailede büyür. Ailesinin sanata olan duyarlılığını da en büyük şansı olarak değerlendiriyor. 10 yaşından beri dünyayı ve ailedeki kadın erkek yapısını sorguladığını belirten İlknur, daha ilkokuldayken kardeşinin beşiğini sallayarak beste yapmaya başlıyor. Bağlamayla başlayan serüveni sonraları Karadeniz Bölgesi’nin enstrümanı olarak bilinen kemençeye bir kadının dokunuşlarıyla nasıl da ruh katabileceğini gösteriyor.
Müzik her zaman hayatındaydı
Yaşadığı kır-şehir çelişkisini bizimle paylaşırken, çocukluğundan kalan bir anısıyla devam ediyor. “Başka yerlerde yaşayınca köylüsün sıfatıyla tanıştım. Ben çocukken yaşlılarla zaman geçirmeyi, onların hikayelerini dinlemeyi seviyordum. Müziği hep çok sevdim, bana sihirli bir değnekmiş gibi geliyordu. Hayvancılıkla geçimini sağlayan bir aile olarak hepimizde iş bölümü vardı. Bir gün büyük annem bir deneyiminden yola çıkarak ‘inek sağarken eğer onu sevdiğini hissettirip türkü söylersen, inek daha çok süt verir’ dedi. Yanılıyor mu diye denedim ve ne kadar haklı olduğuna şahitlik ettim. O da çok güzel türküler söyler, ağıtlar yakardı.” “Müzik benim için yaşamın anlamıdır.” diyen İlknur Yakupoğlu, büyük şehirlerde çalışmaya başladıktan sonra da müziği bırakmıyor. Öğrendiği halk müziğinin şehirlerde başka bir şekil almış olduğundan şikayet ederek piyasa şartlarında müzik yapmayı reddediyor ve aynayı kendine çevirerek doğasının zenginlikleriyle buluşturuyor türkülerini. Yaptığı besteler günümüzde bilinip tanınan birçok Karadeniz sanatçısı tarafından seslendirilse de, o meşhur olup çok para kazanayım kaygısına düşmeden, piyasanın, zengin olma hırsının kişiyi benliğinden ettiğine vurgu yaparak köklere bağlılığın önemine dikkat çekiyor. 
Onlar Amazon kadınlar
Kendi yaşam hikayesinin içerisinde “Karadeniz müziğine, kültürüne ne katabilirim?” diyerek eski türkülerin peşinden gidiyor ve bu şekilde sanatını icra etmeye başladığını belirtiyor. 
“Ben hikayesi olanı, sanatın her alanında bir şeyleri anlatabileni seviyorum. Çıkardığım 3 kasette de kendi derlediğim türküleri çalıp söyledim. Bu bölgenin kadınlarının tiyatral yönleri çok gelişkindir. Muhteşemler ve yaşama dair hiçbir kitaptan öğrenemeyeceklerini onlardan öğreniyorsun. Onların söylediği küçük bir dörtlükte bile hayatlarına dair çok şey yakalıyorsun. Benim için buradaki kadınların hepsi peştemalli Amazon kadınlarıdır. Savaşçı yönleri çok gelişkin, emektar ve güçlüler. Doğanın yaşamasında onların etkisinin çok olduğunu düşünüyorum. Onlardan aldığım güç ile eski türkülerin peşine düştüm. Onları yeni nesile aktarmak için çaba sarf ettim. Sonra da ben ne katabilirim Karadeniz müziğine diye arayışa girdim.” 
Kadınların ağıtlarından yola çıkarak onları türkülere dönüştüren İlknur, eski dönemler kadar olmasa da kendi döneminin hayat sorumluluklarını yaşadığını, sırtında yük taşıdığını, yaylalara çıkarak çobanlık yaptığını, bu yaşanmışlıklara türküler yazdığını sözlerine ekliyor ve devam ediyor. “Ezgileri tanıyorum, horon mudur, ağlama kaydesi midir onu anlayabiliyorum, çünkü ben de bu topraklarda büyüdüm. Eskilerimiz kadar olmasa da ben de buranın ağır koşullarında yaşadım. Kültürünü tanıyorum.”
“Kadına kemençe yakışır mı?”
Sanatını üretmeye başlamışken, bu kadar güzel kaynaklara sahip bu coğrafyada ezgilerden, kaydelerden, ağıtlardan, mücadelelerden esinlendiği sanatını icra ederken, karşılaştığı sorunları ise şu örnekle aktarıyor İlknur Yakupoğlu. “Tabii ki, bir kadının kemençe çalması hoş karşılanmadığı için çok zorlandım. Bir kadına kemençe yakışır mı hiç eleştirileriyle çok karşılaştım. Bir gün birisi bana ‘utanmıyor musun bir kadın olarak kemençe çalmaya’ dedi. Çok öfkelendim ve bir kadın sırtında yük taşırken siz ona bakıp utanmıyorsunuz da ben kemençe çalıyorum diye mi utanacağım? Utanmıyorum, ben o kadınların sesi olmak istiyorum dedim ve bu şekilde yol almaya çalışıyorum.”
“Sorgulamaya devam edeceğim”
İlknur Yakupoğlu cinsiyet rollerinden kaynaklı sanatını üretmede zorluklar çekmiş olsa da yeni nesil kadınların kendisinden feyz alarak kemençe çalmaya başladığını ve bundan mutluluk duyduğunu ifade ediyor. Alanlar kadınlara yasaklandıkça kadınların üreterek sistemi bertaraf edebileceğini, toplumun da bu şekilde değişebileceğine inanıyor. Elinden düşürmediği kemençenin ise sadece eğlencenin, horonun enstrümanı olarak görenlere ve tanıtanlara da tepki veriyor. “Kemençe denince akıllara sadece horonun gelmiş olması beni çok rahatsız ediyor. Oysa bizim oturak kaydelerimiz var, ağıtlarımız var, yol havalarımız var, hikaye anlatan türkülerimiz çok fazla. Örneğin yapmış olduğum “ben denizde bir gemi” türküsü Karadeniz’in sınırlarını aştı. Bu beni çok mutlu ediyor, bu kemençenin ne kadar zengin olduğunu gösteriyor.”
Söyleyişimizi bitirirken insanlarla kurduğu empatiyi ise şu sözlerle noktalıyor İlknur Yakupoğlu. “Benim derdim dünyayla. Türkülerimi de hep o çerçevede yazıyorum. Kendimden yola çıkarak insanları aynı şekilde değerlendiriyorum, şartlarımız farklıdır sadece. Hani diyorlar ya ‘insanların gözyaşlarının rengi aynıdır’ diye, ben hislerinin de aynı olduklarını düşünüyorum. Bundan kaynaklı da dünyayı sorgulamaya devam edeceğim.”