“Daha onlarca kitap yazmak isterim”

Meryem Gülbudak yaş aldıkça, enerjisini kaybetmeden öykülerini yazmaya ve üretmeye devam eden bir kadın. Eğer biraz ağırkanlı bir insansanız, bu enerjinin ve üretkenliğin yanında kendinizi sorgulamaya başlıyorsunuz. O üretmenin verdiği güçle, haraketlilikle sizi oturduğunuz yerden kaldırmayı ve öyküleriyle sizi kadınların dünyasının içine çekmeyi başarıyor.

 
ZEYNEP PEHLİVAN
İzmir- İzmir’in üretken öykücülerinden biri olan Meryem Gülbudak ile tanışıklığım, ilk kitabını çıkardığı zamanlara rastlıyor. O dönem, ilk kitabın verdiği heyecanı ve aramızda geçen sohbetleri tüm sıcaklığı ile anımsıyorum. Daha önce öykülerinin bazı seçkilerde yayımlandığından ve ayrıca dergilere yıllarca düşünce yazıları ve denemeler yazdığından söz etmişti. Yaşını söylediğinde pek inanamamıştım. Yaşını göstermiyordu,  hareketli ve bir o kadar da minyondu. Yerinde duramayıp sürekli hareket eden ve adeta bir atom karınca enerjisi ile çalışan bu emek dolu kadını henüz ilk günden epey sevmiştim. Uzun süren bir çalışma hayatının neticesinde, edebiyat öğretmenliğinden emekli olduktan sonra, nihayet adı kadar naif ve güzel olan o ilk öykü kitabını çıkarabilmişti: “Karadeniz Sakla Beni” 
İlk kitabını çıkarmasının böyle uzun sürmesinin sebebini çalışma yaşamının zorluklarına, iki çocuğuyla ilgilenirken bir de erken yaşta eşini kaybettiği sürece bağlıyor Meryem. Kim bilir, belki de yazmak istedikleri aceleye gelmeden demlenmesi gereken öykülerdi.
Tembellik kelimesi esasen lügatinde pek yoktur Meryem’in. Kitap onu her ne kadar bir anda öykü kulvarına dahil etmiş olsa da o esasen düş dünyasında resme de kocaman bir yer açmıştı. Resim ile olan yoldaşlık ilişkisi uzun yıllar olduğu gibi bugün de hala devam ediyor. Bunun yanı sıra Meryem bağ-bahçe işlerinde çalışmış, tarım yapmış, fındık toplamış ve hatta politikayla uğraşmış bir kadın. Üstelik bütün bu uğraşılara bir değer, bir anlam katmak adına çaba göstermiş. Ev işlerinde bile hala pire gibi. “Öyle çok mutfağa girmeyi sevmiyorum ben” gibi laflarına hiç bakmayın siz. Emin olun orada da hiç durmuyor. Bu sıcaklığın, bu coşku ve enerjinin altında zaman zaman eziliyor, mahcup oluyordum. Meryem gibi olmayı ve daha da ötesi yaş aldıkça onun gibi yaşamın kutsallığına bütünüyle inanmaya devam etmeyi kim istemez! Kendisi, bu hareketliliği çocuk yaşlardan beri süregelen, annesinden gördüğü bir karakter özelliği olduğunu düşünüyor. E bir de malum, uzun süre Karadeniz’de yaşamaya bağlıyor. Bunları söyleyince, yaşça ondan epey küçük olup daha ağır hareket etmeme dayanamadığını düşünüyorum. Röportajı evinde yaparken bile yıllardır tanışık olmamızın verdiği yetkiye dayanarak beni oradan oraya, kibarca işe yönlendiriyor. O kadar enerjik ki yetişmek çok zor! Durmak bilmeyen atom karıncanın arkasında ona yetişmeye çalışan bir kaplumbağa gibi kalıyorum, kolay mı? 
Kendin için kitap almayı hiç düşündün mü?
Kendi kitabını yazma sürecinde, Kadın Yazarlar Derneği’nde yaptıkları atölye çalışmalarında verdiği derslerin yanında aynı zamanda epey bir öykü de biriktirmiş. Bu süreç öncesinde de olan öyküleriyle beraber 2016’da az önce bahsettiğim ilk kitabını (Karadeniz Sakla Beni) oluşturmuş. Çocukları doğduğunda ne kadar mutlu ve heyecanlıysa, ilk kitabı çıktığında da aynı duyguları yaşamış. Bu cümleyi esasen ilk kitaplarından söz eden pek çok öykücüden duyuyorum.  Yazarlar için ilk kitaplar, tıpkı ilk çocuğunu eline almak gibidir. Meryem de ilk kitabını tamamladığında tam anlamıyla bu duyguya yaslanmış. Kitap çıkınca adeta hayatı başka bir yöne doğru evirilmiş. Kitap fuarlarına gitmiş, söyleşilere davet edilmiş, televizyon programlarına konuk olmuş. Zaten yerinde duramayan Meryem için yaşamındaki bu yeni hareketlilik ona çok iyi gelmiş. Değişen hayatında kitap fuarlarına gittiği zaman okuyucu kitlesiyle yüz yüze gelmiş. Ona, çocuğu için kitap almak isteyen anneler danışmışlar. Meryem de o kadınlara, “Kendin için kitap almayı hiç düşündün mü?” diye sormuş. Kimbilir; belki de o kadınlar, çocukları haricinde ilk kez kendileri için de kitap almış oldular. Meryem böylelikle bazen para bile istemeden kitapları, o kitap okumayan insanlarla buluşturmaya başlamış. Kadınlar kitap fuarları süresince veya fuar sonrasında ona ulaşmışlar, yorumlarını iletmişler. Onu okuyan insanlardan geri dönüşler almak, bir yazar için büyük bir haz olsa gerek. Kimisi kendinden bir şeyler bulmuş “Beni anlatmışsın” demiş, kimisi bir yakınını anlattığını söylemiş. Meryem de okuyucu kitlesinin bir bölümünün kitap okumayan kadınlar olmasından epey memnun olduğunu, hatta okur kitlesinin bizzat onlar olduğunu düşünüyor.
“Yazdığım karakterlere mutlaka temas etmiş oluyorum”
Yazdığı karakterlerin “yaşayan” karakterler olduğunu ve o karakterlere çoğunlukla temas ettiğini söylüyor. Yaşamının büyük bir bölümünü geçirdiği Karadeniz insanını, oradaki kadınları, olayları yıllarca gözlemleme fırsatı bulmuş. Bu temastan sonra kendi üslubuyla, edebi süzgecinden geçirerek öykülerini kurgulamış. Gördüğü olaylara ek olarak yeni olaylar ve yan karakterler ekleyerek öykülerini oluşturmuş.  Mesela ilk kitabındaki “Hamsileri Alın” isimli öyküsünde Rize’de sokakta hamsi satan bir kadından etkilenip yazmış. Yine sepetindeki otların fazlalığından görünmeyen, bu ağır yükü çeken başka bir kadını da “Yürüyen Sepet” öyküsüne konu etmiş. Yüzyıllardır kadınların eşitsiz koşullarda yaşıyor olması, en çok dert edindiği konulardan. Kitaplarında da bu konuları derinlemesine işliyor. Edebiyatın eril tarafından değil de kadın dilinden yazılması çabasında. 
Meryem bu kitabı yazdıktan sonra zaman içerisinde biriken yeni öyküleri oluyor. 2018 yılında “Kırkyama” isimli ikinci kitabını çıkarıyor. Burada da yine genellikle öykülerinin başkarakterlerini kadınlardan oluşturuyor. Karadeniz coğrafyasından çıkıp bu sefer diğer coğrafyalardaki kadınların hikâyelerine de temas ediyor. Bu arada Meryem’in yıllar boyunca harika resimler yaptığını söylemiştim. Bu nedenle iki kitabının da kapak resimleri kendisine ait. 
Yorulmak olmaz!
Sohbetimize biraz ara veriyoruz. Hani o, “Pek sevmiyorum girmeyi” dediği mutfak vardı ya! İşte o mutfaktan bir sürü yemek koyuveriyor önüme.  Emeksiz yemek olur mu hiç? Yemekten sonra bir çıkarıyor ki yünlerden battaniye örmüş, “Nasıl birleştireyim?” diye soruyor. Sonra oradan kalkıp beraber bahçeyi suluyoruz. Akşam burada aynı binadaki yaşadığı kadınlarla toplanıp sohbet ediyorlarmış. Bahçedeki çardağı da kadınlarla, belediyeden izin alarak yapmışlar. “Ne varsa kadınlarda var!” diyor. Bu çardakta onun öykü kitaplarını bile okumuşlar. Beraber çardağı temizliyoruz, bahçenin yanındaki bitkileri ve ağaçları suluyoruz. Tekrar eve girdiğimizde bir süre dinlendikten sonra çıkarıyor mandolinini, birkaç şarkı çalıyor. Eşlik ediyorum. “Yoruldunuz mu?” O pek yorulmuyor. Büyük bir zevkle çalışıyor, emek veriyor. “Bu ellerimiz sağlam olduktan sonra hiç çalışmamak olur mu?” diyor. 
Biraz yaştan konu açılıyor. 65 yaşına geldiğinden bahsediyor. Öyle yarım ağızla falan değil ha! Gururla, bastırarak! “Daha çoook kitaplar çıkarmak isterim” diyor. Kendisi insan ve kadın hakları savunuculuğunu yaşamında her daim ön plana almış. Özellikle kadınların mücadelesi ve yolculuğu, onun için çok değerli. Doğayı, emek vermeyi, yaşı kaç olursa olsun çalışmayı ve üretmeyi çok seviyor. Şimdilerde üçüncü kitabını tamamlamaya çalıştığını anlatıyor. Biraz nefes almak için şehir dışına, belki bir sahil yerine gitmek istediğinden bahsediyor.  “Daha çok yazacağım şey var” cümlesini sıklıkla yineliyor. Ona bakınca yaşamımda “yapamadım, olmadı” dediğim konuları sorgulamaya başlıyorum. İyisi mi biz yine Meryem’in bir cümlesi ile bitirelim: Üretmek için çok çalışmak, çok emek vermek gerekiyor.