Ortadoğu’da yöntem araç değil; kadının kendisidir

Kadın, kendi tarihinden, doğasından ve toplumsal varlığından koparılmıştır. Bu nedenle meseleye sadece hak arayışı değil, tarihi doğru ve okumaları bir yöntem meselesi olarak ele almak gerekir.

Sitî Roz

Kadın mücadelesi yalnızca bir hak arayışı değil; aynı zamanda hakikatin, tarihin ve toplumun yeniden inşasıdır. Bu mücadelenin başarıyla ilerleyebilmesi, sağlam bir yöntemle mümkündür.

Yöntem, neyi nasıl düşündüğümüzü, nereden baktığımızı, düne ve bugüne yön veren kavram ve kuramları nasıl ele aldığımızı, üslup, tarz ve hareket kabiliyetimizin toplamını ifade eder. Yöntem, sadece bilgiye ulaşmak değil; bilgiyi inşa etme biçimimizi de belirler. 

Kadın ve erkek kimliklerin toplumsal tarih içinde nasıl şekillendiğini anlamak, yüzeysel okumalarla mümkün değil. İnşa edilen kadın ve erkek tanımlarına yüzeysel bakmak, bizi yalnızca mevcut kimliklerin çarpıklığının tekrarından başka bir yere götürmez.

Oysa esas olan, kadının varlığı üzerinden hakikate varacak derinlikli bir sorgulama içinde kendimizi bulabilmektir.  İnşa edilen kadın kimliğinin tarihsel ve sosyolojik boyutlarını bilimsel ve metafizik yöntemlerle derinlemesine inceleyerek, Ortadoğu’daki kadın mücadelesine teorik, felsefi ve kültürel açıdan anlamlı katkılar sunmayı amaçlamak, yürünmesi gereken yolun yarısı demektir. Yani amacını bilerek mücadeleye kollarını sıvayarak yol almak her zaman en önemli yöntemdir. 

Bu bizim mücadele azmimizin ve kararlılığımızın mihenk taşı olur. Bu nedenle, yöntemsel derinlik kadın mücadelesinin temelini oluşturur. 

Doğru paradigmada birleşmek ve dayanışmak 

Ortadoğu’daki kadın sorununun tarihsel, kültürel ve yapısal yönleri üzerinden inşa edilen kadın kimliğini ele almak için gerekli olan yöntem, Ortadoğu’yu tarihsel, bilimsel ve felsefi temelleri üzerinden ele almak ve tartışmak olacaktır. Ortadoğu’ya içerlenmiş kölelik en somut kadında ifadesini buluyor.

Kadın, aile ve toplum üçgeninde tarih boyunca sistematik bir kölelik düzeni varlığını sürdürmüştür. Köleleştirme üzerine inşa edilen bu sistemler günümüzde ulus-devlet tanımlarında ifadesini bulmaktadır. Bilimcilik, dincilik, milliyetcilik ve cinsiyetçilik devlet organlarının zihniyetini ve yöntemlerini birleştirici bir güç olarak harmanlanmıştır.

Dünün koşulları ve toplumların dirençleri, köleliği kabul etmemiş, kölelik ancak zor ve şiddetin gölgesinde topluma eklemlenebilmiştir. Oysa bugünün kapitalist modernitesi, savaşlar, soykırımlar, açlık ve göçlerle, kapitalistlerin kastik katil düzenine yedirilmiş toplumlarda bilinçsizliği derinleştirerek, köleliği gönüllülük zeminine indirgemiştir.

Bu anlamda Ortadoğu coğrafyasında kadın sorunu, yüzeysel yaklaşımların ve oryantalist bakış açıların gölgesinde anlaşılamamaktadır. Ortadoğu toplumlarında kadın, şeriat hukuku ve cinsiyetçilik hükümlerine hapsedilmiş, kimliksizleştirilmiştir. Kadınlar, devlet feminizmi adı altında hukuksal bir kısır döngüye sürüklenmektedir. Ulus-devletlerin dayattığı yapısal ve konjonktürel krizler, cinsiyet rollerini daha keskin ayırımlara götürmekte kadın kimliği iyice muğlaklaştırılmaktadır. 

Kadınlık ve erkeklik, birinin diğerine üstünlüğü üzerinden inşa edildi

Kadınlar ya kendi cellatlarını doğurmaya zorlanmış ya da buna gönüllü hizmet etmeye itilmiştir. Bu zihniyet, kadınların varlığının toplumdan izole edilmesine neden olurken, aynı zamanda toplumun kendisini de çöküşe sürüklemiştir. Bu açıdan Ortadoğu’da kadın sorununu ele alırken izlenmesi gereken yöntem, farkındalık yaratan güçlü kadın dinamiklerinin ve örgütlerinin kadın kimliği etrafından birleşmesini sağlamaktır.

Kadınların komünal değerlerinin toparlayıcı gücüne inanç ve “Jin, Jiyan, Azadî” fikri etrafında örgütlenecek güçlü kadın yapılarının oluşması, çözüm yolunun yarısının kat edilmesi anlamına gelir. Doğru yöntem arayışında tarihin bugüne harmanlanan deneyimlerine bakmakta önemli. Bu bağlamda Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın “Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü toplum paradigması”, hem kadın hem de ulus sorununda geliştirdiği yaratıcı yöntemlerle Ortadoğu’nun en yakıcı meselesi olan kadın ve ulus sorununa çözüm odaklı mücadele yöntemlerini kazandırmıştır.

Buradan yola çıkarak kadın sorununda kullanılacak doğru yöntem kadınların ortaklaşması ve dayanışmasından geçmektedir.  “Jin, Jiyan Azadî” sloganı ve fikri etrafında kenetlenen mücadele, bunun en somut ifadesidir. Ortadoğu’nun değişim ve dönüşümünde denenmiş bu mücadele kültürü ve yöntemleri, elde edilen sonuçları açıkça ortaya koymaktadır. Bugün, Ortadoğu’yu kendi hakikatine götüren barış ve demokratik toplum çizgisi, kadın sorununa çözüm arayışında da esas bir yöntem olarak görülmelidir.

Kastik katillere karşı komünal anlayışın mücadelesi

Ortadoğu’nun kadim tarihinde kadın, yalnızca doğurgan değil; toplumu örgütleyen, bilgiyi yaratan ve onu topluma taşıyan bir özne, doğa ile uyum içinde yaşayan bir öncüydü. Arkeolojik bulgular, Göbeklitepe, Nevali Çori, Çatalhöyük örneklerinde görüldüğü gibi yerleşim alanlarında ortaya çıkarılan semboller ve yapılar, ilk toplumsallığın kadın etrafında inşa edildiğini göstermektedir. Ancak bu düzen, kastik katil erkek zihniyetiyle gasp edilmiştir.

Komünlere bağlı yaşam anlayışı kadın renginde biçimlenirken, komünlerin içinden yaşamı bozma, kadının yaratımlarını çalma ve onu kendi iktidar alanına hapsetme isteği öncelikle dar bir erkek topluluğu üzerinden gelişti. Zamanla bu topluluklar kastik katillere dönüşerek, kölelik ve despot sistemlerin temellerini attı. İkinci bir toplum yaratıldı. Yani tarihin akışı, bu iki toplumun oluştuğu ayrışmayla gerçekleşiyor.

Bu hakikati birçok filozof ve toplumbilimci analiz etmiş, en çarpıcı vurguyu ise Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan yapmıştır. Abdullah Öcalan’a göre, Neolitik Dönem’in mekânı olan Göbeklitepe ve çevresinde yaşananlar, erkeklerin kadınlara karşı başlattığı savaşın tam da doğumun gerçekleştiği topraklarda başladığını göstermektedir. Bunun mücadelesi Tanrıçaların yönetiminde kadın ve erkeklerin eşit yaşadığı toplumla verilmiştir.

Tanrıça kültürü, kadının yalnızca birey olarak değil, bütün bir toplumu örgütleyen ve ona öncülük eden güç olduğunu kanıtlamaktadır. Tarihsel veriler ve bulgular çeşitlendikçe, kadının en başından beri erkeği iyi tanıdığı ve ona karşı gerekli tedbirleri binlerce yıl boyunca geliştirdiği daha da net biçimde görülüyor.

Var olan kadın kimliğini reddedin

Ne var ki, ataerkil tarih yazımı bu bilgileri ya görmezden gelmiş ya da çarpıtmıştır. Bugün elimizde olan çok sayıda arkeolojik ve antropolojik veri, kadının tarihsel rolünü yeniden değerlendirmemizi gerektiriyor. Kadın bilimi (Jineolojî), bu ihtiyaca bilimsel bir yanıt üretme arayışlarına çoktan başladı.  

Kapitalist modernite, kadını özgürleştirmek yerine onu yeni biçimlerde bağımlı hale getirmiştir. Ulus-devletin ideolojik araçları, kadın üzerinde yeni tahakküm biçimleri kurmuştur. Kadınlar artık yalnızca geleneklerin değil, aynı zamanda “özgürlük” adına sunulan denetim mekanizmalarının da nesnesidir. Bu ikili baskı, kadını kendi tarihsel köklerinden daha da uzaklaştırmakta; ona kimliksel bir muğlaklık yaşatmaktadır. Ortadoğu’da kadın tipolojisi, kadını ya “görünmeyen” ya da “süslenen” olarak tanımlar. Her iki durumda da kadının özneleşmesi engellenmiştir. Oysa kadın, bu toprakların hem tarihsel hem de toplumsal kurucusudur. Bu yüzden, dayatılan kadın kimliğini reddetmek, ilk adım olmalıdır. Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, kadın özgürlük paradigmasında, kadın mücadelesinin yalnızca bir toplumsal direniş değil, aynı zamanda bilimsel, tarihsel ve ahlaki bir devrim olduğunu belirtir. Mücadelede yöntemin önemi tarihin tüm zamanlarında açıkça vurgulanır. Kadın mücadelesi, tarihi doğru okumadan ve içselleştirmeden başarıya ulaşamaz. Bu nedenle Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın sunduğu yaklaşım hem teorik hem de pratik olarak en kapsamlı yöntemlerden biridir.

Kadının varoluş köklerine dönmek

Bugün, geriye dönüş belki mümkün değil. Ama hakikate giden bir yol hâlâ var: Kadının varoluş köklerine dönmek. Bu yol, yöntemi doğru kurmakla başlar. Kadın ve erkek arasındaki tarihsel ilişkiyi yüzeysel söylemlerden arındırmak ve bu ilişkileri arkeolojik, sosyolojik ve felsefi düzlemde tekrardan tanımlamayı gerekli kılar. Kürt Halk Önderdi Abdullah Öcalan’ın dediği gibi; "Tarih ve gelenekleri ne kadar doğru biliyorsan, günümüz ve geleceği bu tarihi içselleştirdiğinde üstüne ekleyeceğin kadar değiştirebilir ve dönüştürebilirsin." Bu tespitin bilimsel ve felsefik çözümlemesi bu çağın özgürlük devrimlerinde kadını varlığı ve kimliğiyle buluşturabilir. Kimliğine ulaşmış kadın aynı zamanda demokratik ve sosyalist toplumun ifadesidir.  Kadın toplumsallık yanından kaynaklı esas olarak sosyalisttir, bunun yaşama etkisi “Jin, Jiyan, Azadî” felsefesinde hayat bulmuştur.  Bu anlamda, kadın ve toplum arasındaki diyalektik bağı parçalara bölerek değil, bütünlük içinde ele almak bize fikir sunabilir.  Bu hakikate yol almanın yöntemi olabilir.

Derler ki; zamanı helezonik bir bağ içinde ele alabilirsen, mekânın varlığına bu hafiflikte erişebilirsin.   

Geriye dönüş mümkün olmasa da, kadının tarihsel ve toplumsal kaynağından edindiklerini, bugünün hakikatine işlemek veya dönüştürmek mümkün. Burada kadını zamanın gerisine çekme değil, aynı zamanda geleceğin geçmişten kopuk olmayacağı gerçeğini bilerek yola çıkmakla özdeş ele almak gerek. Demokratik toplumun inşası, kadınların özgürlük kaynağına tekrardan doğmasıyla mümkündür. Bu kaynak da Ortadoğu zemini ve anlam gücünün işlediği bu topraklardır. Öncülüğün fikri, rengi ve adı kadın olursa Ortadoğu hakikatine kavuşur, yarım kalan, aydınlanma ve rönesansını yaşayarak bu çağa damgasını vurabilir. 

Tabi bu yol biz kadınlar için uzun, engebeli, inkâr, imha ve parçalanmalarla döşenmiş bir yol.  Bizim için her adım savaş, her adım kavga ancak her adım bizi daha fazla zafere yakınlaştırır.  Yolun sonu yok ama başarısında hem kadın hem de toplum için yeni bir rönesansın kapısını aralamak var.  Bugün bu tarihsel hafızaya geri dönerek, çağımızın kadın rönesansını yaratabiliriz.  Bu açıdan, yöntem, sadece bir araç değil; kadının kendisidir dersek abartmamış oluruz. Ve belki de kadında olmak, en doğru yöntemdir.