Mühendis Zhekavan: Rojhilat’ın zenginlikleri yönetimin çıkarına yağmalanıyor
Mühendis Zhekavan, Rojhilat Kürdistan’daki altın ve maden işletmelerinin “ekonomik kalkınma değil, iç sömürgeciliğin kurumsallaşmış hali” olduğunu belirterek, bölgenin zenginliklerinin halkın değil, merkezi yönetimin çıkarına yağmalandığını söyledi.
					ŞİLAN SAQIZÎ
Saqiz - Rojhilat Kürdistan'ın Saqiz kentinde altın madeninin işletilmesi, yalnızca bu zengin bölgenin doğal kaynaklarını yağmalamakla kalmıyor; aynı zamanda tek taraflı ekonomik projeler dayatarak ve halkın taleplerini bastırarak, eşitsiz güç ilişkilerini yeniden üreten iç sömürgeciliğin açık bir örneğini oluşturuyor. Zayıf sivil kurumların ve şeffaflığın yokluğunda yürütülen sömürü, bölgenin ekosistemine ve halkın sağlığına ciddi zararlar verirken, Rojhilat Kürdistan halkı için adil ve kapsayıcı bir kalkınma olasılığını ortadan kaldırıyor. İran’ın siyasi ve ekonomik yapısında uzun süredir çevresel bir bölge ve iç sömürge olarak görülen Rojhilat, bu sömürü döngüsünde kalmaya devam ediyor. Bölgenin doğal kaynakları, yerel halkın değil, merkezi yönetimin ve güvenlik kurumlarının çıkarına meta haline getiriliyor.
Saqiz altın madeni, merkezi güvenlik ve ekonomi politikaları aracılığıyla doğa ve bölge halkı üzerinde kontrol kurmaya çalışırken, Kürt toplumunun protesto seslerini bastıran bir eğilimin sembolü haline gelmiştir. Bu iç sömürgeleştirme süreci, dengeli kalkınmayı yalnızca ertelemekle kalmamış, aynı zamanda sosyal, ekonomik ve çevresel uçurumları da derinleştirmiştir.
Rojhilat’ta çevre aktivisti ve mühendis olan Zhekavan ile yaptığımız röportajda, bu sömürünün boyutlarını, iktidar mekanizmalarının işleyişini ve Rojhilat’taki doğal kaynakların sömürülmesine karşı gelişen halk direnişini eleştirel bir bakış açısıyla ele aldık.
*Rojhilat’ın madenleri üzerinden bakıldığında, bölgenin doğal kaynakları İran’ın merkezi hükümeti için nasıl bir sömürü ve kontrol aracına dönüştü?
Rojhilat’ta altın, çinko, demir cevherinden endüstriyel toprağa ve değerli taşlara kadar doğal madenler yalnızca ekonomik kaynak olarak değil, aynı zamanda iç sömürgeciliğin devamı için de birer araç olarak işlev görmektedir. Merkezi İran hükümeti, bu madenlerin mülkiyetini, çıkarılmasını ve işletilmesini tekeline alarak, Rojhilat Kürdistan'a, yerli halkın karar alma ve kaynak yönetiminde hiçbir rolünün olmadığı, aynı zamanda genellikle yoksul ve işsiz olduğu ve bölgenin zenginliğinin merkeze aktığı bir ekonomik-güvenlik kontrol yapısı dayatmıştır.
Devlet şirketleri, Devrim Muhafızları'na bağlı kurumlar ve güç kartelleri, özel lisanslardan faydalanmakta ve ucuz yerel iş gücünün sömürülmesini ekosistemin tahribi, kırsal arazilere el konulması ve giderek artan evsizlikle birleştirmektedir. Ayrıca, güvenlik sistemi, yerli halkın her türlü protestosunu veya talebini ayrılıkçılıkla suçlayarak bastırmaktadır. Aynı şekilde, "kalkınma" yerli halkın refahı değil, merkezin örgütlü yağması anlamına geliyor; yani Rojhilat'taki doğal kaynaklar, halkın sesini susturmayı ve Kürt toplumunun biyopolitik kontrolünü hedefleyen sömürgeci bir projenin parçası haline gelmiş durumda.
*Rojhilat'ta doğal kaynakların sömürülmesinin tarihine değinecek olursak, doğal kaynakların sömürülmesinin tarihsel süreci nasıl olmuştur ve bu bölge nasıl kaynak çıkarma kolonisine dönüştürülmüştür?
Rojhilat'taki doğal kaynakların sömürülmesinin tarihi, sözde modern Pehlevi devletinin kuruluşuyla başlayan ve İslam Cumhuriyeti'ne kadar devam eden uzun vadeli bir iç sömürgecilik projesinin öyküsüdür. Bu tarihi yapıda Rojhilat, eşit haklara sahip bir ulusun parçası olarak değil, kaynaklarının çıkarılacağı, halkının kontrol edileceği ve sesinin bastırılacağı bir iç sömürge olarak tanımlanmıştır. Pehlevi döneminden bu yana, merkezi önceliklendirip çevreyi dışlayarak "dengesiz kalkınma" projesi, Rojhilat’ın doğal kaynaklarının sömürülmesinin temelini oluşturmuştur. Ayrım gözetmeyen baraj inşaatları, dağlık alanlarda madenlerin bulunması ve aşiret ile göçebe topraklarına el konulması, bölgenin doğal kaynaklarını merkeze doğru iten bir süreci başlatırken, yerel halk için yapısal yoksulluk, işsizlik ve çevresel yıkım devam etmiştir. İslam Cumhuriyeti'nde bu süreç daha ideolojik ve güvenlik odaklı bir yüzle devam etmiştir.
Devrim Muhafızları, vakıflar ve özel şirketler madenlerin kontrolünü ele geçirdiler; Korveh'teki altından Bicar'daki demir cevherine, Saqiz'daki altın ve demir cevherinden Merivan'daki mermer madenlerine kadar Rojhilat Kürdistan'ın kaynakları, bölge halkına herhangi bir şeffaflık, hesap verebilirlik tanınmadan, güvenlik ve ekonomik güçler ağı tarafından çıkarılıyor. Bu kaynaklar aynı zamanda siyasi kontrol ve çevresel tehdit araçları haline geldi. Bu arada, mülkiyet, katılım ve hatta bilgiden yoksun bırakılan Kürt toplumu, direnişlerinin güvenlik etiketleriyle kolayca bastırıldığı bir konumda. Bu şekilde, sömürgeciliğin, mülksüzleştirmenin, kültürel baskının ve kaynak sömürüsünün klasik modeli Rojhilat'ta yeniden üretiliyor.
*Özellikle Şasta ve ona bağlı kuruluşlar, Rojhilat Kürdistan’ın doğal kaynaklarını kontrol etme ve işletme konusunda nasıl bir performans sergiliyor?
Rojhilat Kürdistan'daki devlet işletmelerinin, özellikle Şasta (Sosyal Güvenlik Örgütü'nün bir yan kuruluşu) ve bağlı kuruluşları gibi güvenlik-askeri kurumlarla bağlantılı olanların performansı, sigortalıları ve emeklileri destekleyen kurumlar olması gerekirken, pratikte çoğu Devrim Muhafızları ile yapısal bağlar içinde faaliyet göstermektedir. Bu durum, yalnızca yerel sömürge kapitalizminin açık bir örneği olmakla kalmayıp, aynı zamanda Rojhilat gibi çevre coğrafyalar üzerinde tam kontrol sağlamak için siyasi, askeri ve ekonomik gücün birleşimini de yansıtmaktadır.
Rojhilat Kürdistan'da yaşananlar, kalkınma amaçlı yatırım değil, yeniden dağıtılmadan yapılan bir sömürüdür. Elde edilen kârlar bölge halkına geri dönmemekte, yerel altyapıya yatırılmamakta; bunun yerine, merkezi iktidarın mali koluna enjekte edilmekte ve merkez de güvenlik düzenini istikrara kavuşturmak ve çevreyi bastırmak için kullanılmaktadır. Devrim Muhafızları ve yarı-ekonomik kurumları, Rojhilat Kürdistan’da adeta paralel bir devlet gibi hareket ediyor. Bu yapılar, altın ve demir cevheri madenlerini kontrol etmekten, çoğunlukla askeri ve güvenlik amaçlı kullanılan yolların inşasına kadar geniş bir alanda etkinlik gösteriyor. Bu şirketler, halk denetiminden tamamen uzak, kapsamlı vergi muafiyetleri ve tam güvenlik desteği ile faaliyet yürütüyor. Böylece yerli kaynaklar, yoksulluk içinde tutulan aynı halkı bastırmanın bir aracı haline gelen rantçı-askeri bir siyasi ekonomi içinde sömürülüyor. “İlerleme” bayrağı altında dayatılan bu sözde kalkınma, aslında en sert iç sömürgecilik biçimlerinden biri olarak öne çıkıyor.

*Rojhilat Kürdistan örneğinde, iç sömürgecilik ile klasik sömürgecilik arasında sizce ne tür benzerlikler var?
Eleştirel siyasi literatürde iç sömürgecilik, bir ülkenin resmi sınırları içinde merkezi hükümetin çevre bölgeleri gayriresmi koloniler olarak yönettiği bir tahakküm ve sömürü modeli olarak tanımlanır. İran’ın tarihsel bağlamında, Rojhilat bu durumun açık ve kalıcı bir örneği olarak öne çıkar; çünkü klasik sömürgecilikle olan benzerlikleri hem derin hem de yapısaldır. Klasik sömürgecilikte sömürgeci güç dışarıdan gelir; oysa iç sömürgecilikte bu güç içeriden, ancak aynı hegemonik mantıkla hareket eder. Bu süreçte “Fars olmayan”, “merkezi olmayan” ya da “yerli olmayan” topraklar üzerinde baskı ve denetim kurulmaktadır.
Rojhilat, yalnızca kendi kaderini tayin, eşit katılım ve özyönetim haklarından mahrum bırakılmakla kalmamakta; aynı zamanda kültürel, ekonomik, dilsel ve politik düzeylerde sömürgeci tahakküme maruz bırakılmaktadır. Bu durum, Batılı imparatorlukların Afrika’nın maden kaynaklarını yağmalama pratiğiyle benzer bir nitelik taşımaktadır. Bölgede madenler, ormanlar ve su kaynakları, yerel halka hiçbir fayda sağlamadan, merkezi şirketler ve güvenlik kurumları tarafından kontrol edilmekte ve sistematik biçimde yağmalanmaktadır.
Diğer yandan, klasik sömürgecilerin yerli kurumların inşasını engellediği gibi, Rojhilat’ta da özyönetim, yerel konseyler ve anadilde eğitim girişimleri sistematik biçimde bastırılmakta ve güvencesiz hale getirilmektedir. Bu nedenle her iki sömürgecilik biçiminde de çevre bölgeler hem hammadde kaynağı hem de tüketici pazarı rolünü üstlenirken, merkez tüm karar süreçlerini belirlemeye devam etmektedir. Klasik sömürgecilik yabancı güçlerin bayrağı altında yürütülürken, İran’da “ulusal birlik”, “toprak bütünlüğü” ve “ulusal güvenlik” söylemleriyle sürdürülen iç sömürgecilik aynı sonucu doğurmaktadır: boyun eğdirme, yoksun bırakma ve kademeli yok etme. Dolayısıyla, iç sömürgecilik yalnızca bir metafor değil, İran’ın siyasi düzeninde derinlemesine kökleşmiş yapısal bir gerçekliktir.