Ayşegül Doğan: İnkarcı ve nefret dili terk edilmedi

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, İletişim Başkanlığı’nın politikalarını eleştirerek, “İnkarcı ve nefret dili terk edilmedi” dedi.

Ankara - Cumhurbaşkanlığı ve Bağlı Kurumlar ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2026 bütçesi Meclis Genel Kurulu’nda görüşülüyor.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) milletvekili ve Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, bütçe görüşmelerinde söz aldı. Bu bütçenin eşit ve demokratik olmadığını belirten Ayşegül Doğan, “Yaklaşık 20 milyon insanın açlık sınırının altında yaşadığı milyonlarca çocuğun derin yoksulluk ve yoksunlukla boğuştuğu bu ülkede Cumhurbaşkanlığı Diyanet ve İletişim Başkanlığı'nın günlük harcama tutarı 426 milyon TL olmazdı. Demokratik bir ülke olsaydı Meclis çocuk istismarıyla değil istismara karşı mücadele kararlılığıyla bilinirdi. Ve yine demokratik bir ülke olsaydı Türkiye istismarı protesto eden kadınlar meclis kapısında polis engeliyle karşılaşmazlardı. DEM Parti olarak 2026 yılı bütçesine de hayır diyoruz. Çünkü geçen yılların tekrarı bir bütçeyle karşı karşıyayız” dedi.

‘Sansür uygulamalarıyla düşünce ve ifade özgürlüğü suç hâline getiriyor’

İletişim Başkanlığı üzerinden konuşmasına devam eden Ayşegül Doğan, İletişim Başkanlığı’nın yalanı hakikat gibi gösterme ve yayma başkanlığı yaptığını söyledi. Ayşegül Doğan, “Kamu iletişimi gerekçesiyle propaganda başkanlığı yapıyor. Yine partizanlık yaparak dezenformasyonu sürdürmek hâlen asli, en temel görevi. Erişim engelleri ve sansür uygulamalarıyla düşünce ve ifade özgürlüğünü suç hâline getiriyor. En hızlı, en seri çalışan teknoloji erişim engeli. İletişim Başkanlığı’na göre bir de hür olması gerekenleri söyleyelim: Anayasaya aykırılık bizde artık esas; sansür hürdür. Yasak hürdür. Medyayı baskı altına almak hürdür. Ama ‘basın hürdür, sansür edilemez’ ilkesi uygulanmaz. Özgür haber dolaşımını ve halkın bilgiye erişimini engellemek yine İletişim Başkanlığı’nın temel stratejilerinden biri” diye belirtti.

‘Halkın gündemi İletişim Başkanlığı’nın gündeminde değil’

“İletişimi genişletmek yerine daraltan, kesen, iletişim olanaklarını kısıtlayan bir iletişim başkanlığı olabilir mi?” diye soran Ayşegül Doğan, “Olamaz. Bu bir strateji. Ekonomik kriz, adaletsizlik, yoksulluk… Ülkede 40 yıllık çatışma sonlanıyor, bir barış arayışı olabilir, demokratik bir çözüm imkânından bahsediyor olabiliriz ama halkın gündemi İletişim Başkanlığı’nın gündeminde değil. Niye? Çünkü İletişim Başkanlığı’nın saati şahlanan Türkiye’ye göre ayarlanmıştır. Söylemi ve eylemi toplumun hakikat ayarlarını bozmaya yöneliktir. Tek işi budur. Misyonunu tanımlarken şunları söylüyor: Kapsayıcılık, bilgilendirme ve ortak dil anlayışı gibi kavramları kullanmayı tercih ediyor. Yanlışlıkla değilse ve Türkiye’nin politikalarını etkin bir biçimde kamuoylarına ve muhataplarına aktarmaktan, farkındalık yaratmaktan da söz ediyor. Ne yapıyor peki? Hakikat ile toplum arasında köprü oluşturacağına barikat oluşturuyor. Hakikati yok sayılacaklar listesine alıyor. Ama hakikat yok sayılacaklar listesine sığmaz” sözlerini kullandı.

‘İnkârcı ve nefret dili terk edilmedi’

İletişim Başkanlığı’nın bu tutumunu süreç eksenli değerlendirdiklerinde çok ciddi problemlerin ve yaklaşımların açığa çıktığına değinen Ayşegül Doğan, devamında şunları belirtti: “Yaşadıklarımız dünya tarihine geçecek kadar önemli. Ülkenin en milliyetçi, en ülkücü partisinin lideri beklenmedik bir çıkış yapıyor. Cumhurbaşkanından destek geliyor. Dünya tarihinde örneği olmayan bir şekilde bir lider, silahlı örgütüne çağrı yaparak fesih kararı aldırıyor ve Türkiye’nin senelerdir aradığı barışın da eşine az rastlanır bir ihtimali ortaya çıkıyor. Bu tarihî imkânın eşiğinde İletişim Başkanlığı ne yapmış diye baktım. Gençlere, kadınlara, muhaliflere, itirazı olanlara dönük bakış değişmiş mi? Değişeceğine dair hamasi söylemlerin ötesine geçen herhangi bir somut adım ya da emare var mı? Nefretin en temel aracı olan korku, korkutma, sindirme siyaseti terk edildi mi? Ya da ayrımcı, inkârcı, suçlayıcı, husumet dili bırakıldı mı? Ortak dil anlayışı var mı? Yok. Bunu şimdi değilse ne zaman yapacağız? Bu da ayrı bir soru. Barış elbette zor. Barış için iletişim ya da barışın iletişimi daha da zor. Çünkü barış, cesaretle konuşmayı kaçınılmaz kılar. Acının içinden geçerek, öfkeye kapılmadan, yargılardan, yerleşik kalıplardan arınarak; ciddiyetle, sorumluluk duygusuyla, sahici bir gayretle konuşmanız gerekir.

‘Hakikate ihtiyacımız var, propagandaya değil’

Kelimeler düşünme biçiminizin tezahürüdür. Zihniyetinizi hemen ele verir. Hiçbir şey tesadüfen kullanılmaz. Bugüne kadar nitekim Türkiye’de hiçbir kelime tesadüfen kullanılmadı. En kolayı kışkırtıcı bir dil tercihidir. Dilde başlayan ayrımcılıktan vazgeçmek; kelimeleri, anlamları, işlevleri ve çağrışımları üzerine düşünmek ise en zor olanıdır. Tabii ki zor olanın sahibi de az oluyor. Kışkırtmaya yönelik bir dil yerine kapsayıcı, hakikati olduğu gibi gösteren ve tanıyan bir dil tercihi mümkün. Yepyeni bir toplumsal bütünleşmenin en hayati adımı, yepyeni bir dil kurmak olabilir. Böyle bir dönemde İletişim Başkanlığı’nın yapması gereken bunları teşvik etmektir. Çünkü hakikate ihtiyacımız var, propagandaya değil. Ama İletişim Başkanlığı’nın propagandaya ihtiyacı var. Çoğulculuğa ihtiyacımız var ama İletişim Başkanlığı’nın tek sesliliğe ihtiyacı var. Türkiye’nin özüne uygun bir iletişim stratejisi geliştirememesinin nedeni, o tek sesliliği korumak istemesidir. Sürecin şeffaflığı ya da toplumsallaşması için son bir yılda neler yaptı? Ben hiçbir şeye rastlamadım. Önümüzdeki günlerde ülkenin tüm kaynaklarını yiyip bitiren bu devasa sorun için ne yapacak? Onun da stratejisini bilmiyoruz.

‘Bizim için barış; düşünce ve ifade özgürlüğüdür’

Barış fikrine dirençli kesimlerin kaygıları ne ile giderilebilir? Ancak demokratikleşme ile giderilebilir ve bununla sağlanabilir. Mevcut iletişim başkanı bunu gayet iyi bilecek bir formasyona sahip. Peki, barış için iletişim yerine ya da barışın iletişimi yerine algı yönetiminde ısrar eden İletişim Başkanlığı, bu sürecin bir devlet projesi olduğunu bilmiyor mu? Biliyor da desteklemiyor mu? Böyle ifade ediliyor süreç. Biliyor da desteklemiyorsa bu neyin tercihi? Kelimeler politiktir. Hayatımızı değiştirebilecek güce sahiptir. Bizim için barış; düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bizim için barış konuşabilmektir. Örgütlenme özgürlüğüdür. Güvendir. Barış yalnızca adalet ve hukukla tescillenir. Aylardır soyut bir biçimde bahsi geçen toplumsal rıza, güven, kabul, toplumsallaşma gibi çeşitli kavramlarla ifade edilen toplumsal coşku ve heyecanı yeni bir dil yaratabilir. Çünkü inandırıcı olur. Ama hem yeni bir dil yaratmayacaksınız hem de ‘toplumsal rıza yok’, ‘toplumsal güven yok’ diyerek bir takım gerekçeler yaratacaksınız.”