6 Şubat depreminin 2’nci yılı: Gidenler mi öldü yoksa kalanlar mı?
6 Şubat depreminin ardından adeta virane haline gelen Hatay’da hayat 21 metrekare konteynerlerde devam ediyor. İnsanlar hala kayıplarını arıyor. Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu, iki yılın ardından Hatay’ı anlattı.
![](https://jinhaagency.com/uploads/tr/articles/2025/02/20250205-hatay-deprem-jpgdf1902-image.jpg)
SERPİL SAVUMLU
Hatay- Mereş merkezli 7,7 ve 7,6 büyüklüğündeki iki deprem 6 Şubat 2023 tarihinde 11 kenti yerle bir etti. ‘Asrın Felaketi’ olarak anılan depremde resmi verilere göre; 53 bin 537 kişi hayatını kaybetti. Yıkımın en ağır biçimiyle yaşandığı yerlerde çöken sadece evler ya da binalar olmadı. Depremi bizzat hissedenlerin ve o yıkımla birlikte tüm gerçekliğiyle yaşananlara tanık olanların hafızalarında bir daha hiç silinmeyecek görüntüler geride kaldı. Yaşamın hiçe sayıldığı, ‘kutsalların’ kenara itildiği, cenazelerin bir bir sokaklara dizildiği, enkaz altında kurtarılmayı beklerken soğuktan yaşama veda edenlerin izlendiği, yine enkaz altında selaların dinletildiği, çocukların kayıp olduğu, hala bulunmayan nerede oldukları bilinmeyen insanların arandığı her alandan her taşın altından feryatların yükseldiği günleri geride bıraktı deprem. Üzerinden iki yıl geçti. Geçen iki yılda acısı hala tazeyken depremde yitirdiklerinin acısı ile yaşama tutunmaya çalışanlar hala görülmüyor.
‘Gidenler mi öldü yoksa kalanlar mı?’ sorusunun en sık sorulduğu yerlerden biri de Hatay. Depremin yerle bir ettiği 11 kent arasında en fazla zarar gören ve yıkımı yaşayan il şüphesiz Hatay. Hatay'da pek çok enkaza arama kurtarma ekibi gitmedi. İnsanlar yakınlarını elleriyle kazarak kendi imkanlarıyla kurtarmaya çalıştı. İş makinesi, delici aletler, demir kesici aletlere büyük ihtiyaç duyuldu. Depremzedeler kurtarma ve sağlık ekiplerinin ulaşmamasına, barınma, gıda, ısınma sorunlarının çözülmemesine tepki gösterdi ve göstermeye devam ediyor. Ağır yıkımın yaşandığı Hatay’da depremde 24 bin 147 insan yaşamını yitirdi. Kentte 80 bin 323 bina yıkıldı ya da ağır hasar gördü. Binlerce yıllık geçmişi olan Hatay virane haline geldi. Hastaneler, okullar, kamu binaları, camiler, kiliseler, şehrin simgesi tarihi binalar yıkıldı. Deprem sonrasında 563 bin 751 kişi çok sevdikleri Hatay ya da Antakya’dan göç etmek zorunda kaldı.
21 metrekarede yaşam
Depremin üzerinden iki yıl geçti. “İki yılda ne değişti? İnsanlar yaşamlarına nasıl devam ediyorlar? İhtiyaçlar ne?” sorularına verilen yanıt ise herkes tarafından bilinen türkü de dediği gibi “Nesini söyleyeyim canım efendim, Gayrı düzen tutmaz telimiz bizim…” İçişleri Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD) verilerine göre; Hatay’da 199 konteyner kent bulunuyor. Buralarda 215 bin 310 kişi kalıyor. Buralara Valilik izni olmadan girilmiyor. Konteyner kentlerde binlerce kişilik alanlar yüksek çitler ve kapılarındaki güvenlik görevlileri ile dış dünyadan adeta bir ‘açık hava cezaevi’ gibi ayrılıyor. İnsanlar 21 metrekarelik bir konteynerde iki yıldır hayatta kalmaya çalışıyor ve buralarda daha ne kadar barınacakları sorusuna verilen bir cevap yok.
‘Ölüme terk edildik’
Antakya Çevre Koruma Derneği Başkanı Nilgün Karasu, depremi ailesiyle birlikte Defne’de yaşadı. “6 Şubat gecesi deprem esnasında evimde yalnızdım. Sarsıntıyla uyandım. Geçer diye beklerken geçmedi hızlandı. Evde dökülme sesleri başladığı zaman hemen yatağın yanına cenin pozisyonunu alarak kendimi korumaya çalıştım” sözleri ile depremin ilk anlarını anlatan Nilgün Karasu, evleri yıkılmadığı için en şanslı olanlardan. Gün aydınlanınca depremin yarattığı yıkımı daha iyi anladıklarını anlatan Nilgün Karasu, “Depremin ilk gününde yaşananlar atlatılmadı. Biz ötekileştirildik, yalnızlaştırıldık, ölüme terk edildik. Zamanında müdahale edilseydi, bu kadar ölü sayısı yükselmeyecekti. Çünkü birçok insanımız soğuktan öldü. Aşırı soğuklar vardı o günlerde. İletişimsizlikten kurtulamadılar. İnternet ağırlaştı, telefon şebekeleri çalışmadı. Ondan dolayı birçok kişi yardım isteklerini ulaştıramadılar. Geç müdahale oldu. Ancak üçüncü günden sonra müdahale yapıldı” şeklinde konuştu.
‘Her alanda ayrımcılık yapıldı’
Her alanda ilk günden itibaren ayrımcılık yapıldığını belirten Nilgün Karasu, “Şehre gelen yardımlar önce şehir girişinde bekletildi ve görevlilerin yönlendirdikleri yerlere gönderildiler. Burada da tamamen bir ayrımcılık yapıldı. Hastanelerimiz zaten tamamen kullanılmayacak durumdaydı. En yakın olarak Adana ve Mersin’e sevk edildi ağır yaralılar. Üçüncü günden sonra Sahra Hastanesi kuruldu. Sahra Hastanesi’nde kurtulanlara müdahale edilebildi. O müdahalede sağlıksız koşullarda gerçekleşti. Şansı olan Adana’ya yetişti ve kurtarıldı” dedi. Hatay’da depremle birlikte hastaneler ve aile sağlığı merkezleri de yıkıldı. Türk Tabipleri Birliği’ne (TBB) göre Antakya'daki 43 aile sağlık merkezinin 28’i yıkıldı. Sağlık hizmetleri ya güçlendirilen binalarda ya da konteyner kentlere kurulan merkezlerde veriliyor.
‘Hala ölülerini bulamayan nice insanımız var’
İki yılın tamamlandığını söyleyen Nilgün Karasu tam bu noktada çarpıcı bir gerçekliğe dikkat çekti: “Hala ölülerini bulamayan nice insanımız var. Hala bir umutla bekleyiş içindeler. Acaba bir yerlerden sağ çıkarlar mı diye. Birçok kişi ortalıktan tamamen yok oldu. Bizim kendimize göre yaptığımız yorumlar var. Enkazın altında kaldılar ya da bazı evler yerin içine göçtüler. Onların içinde kalmış olabileceklerini düşündük. Bazı apartmanlarda yangın çıktı orada kaybolmuş olabileceklerini düşündük. Ve iki yıl olmasına rağmen bulunmayan çok fazla insanımız var.”
‘Yolunda giden hiçbir şey yok’
İki yılda sorunların daha da katlandığını vurgulayan Nilgün Karasu, konuşmasına şöyle devam etti: “Sorunlarımız ilk günden itibaren çözüm bulunamadan katlanarak bugünlere geldi. Çözümü belki yıllara yayılacak, belki çözümsüz kalacak birçok sorunla baş başa bırakıldık. Şu an yolunda giden hiçbir şey yok. Hala insanlar barınma derdinde, geçim derdinde. Şansı olan evi sağlam olan kendince biraz toparlanmaya çalıştı. Ama bu bizi mutlu etmedi. Mesela ben evimin içinde kendimi mutlu hissetmiyorum. ‘Benim bu lüksü yaşamaya hakkım yok’ diyorum.”
Özellikle konteyner kentlerde çok ciddi sorunlar yaşandığını dile getiren Nilgün Karasu o sorunları şu sözlerle özetliyor:
“Orası bir yaşam alanı asla olamaz. Normalde gelişmiş ülkelerde maksimum üçüncü ayda nitelikli barınma konutlarına geçilmesi gerekirdi. Nitelikli barınma konutlarında çok uzun bir süre yaşanabilirdi. Şu an konteyner kentlere herhangi bir yardım da gelmiyor. Çok fazla elektrik kesintisi olduğu için bu ayrı bir sıkıntı. Sosyal yaşam sıfır. Çocukların ders çalışacakları alanları yok. Kadınların vakit geçirecekleri alanları yok. Ve bütün bu yokluğun yükünü biz kadınlar çekiyoruz. Kadınlar 21 metrekarelik bir alanda yaşam oluşturmaya çalışıyorlar. Erkek bir şekilde sabah çıkıp akşam geliyor, çalışmak zorunda olduğu için 21 metrekarelik bir alanda 5-6 kişilik aileler var.”
Çocuklar kötü şartlarda eğitim alıyor
Resmi verilere göre Hatay'da depremden sonra 88 okul yıkıldı, 175 okul ise orta hasar aldı. 380 öğretmen ve 2 bin 930 öğrenci depremde hayatını kaybetti. Eğitimin sürdüğü 1324 okulun 29'u ise konteyner kentlerde bulunuyor. Kentteki öğrencilerin çoğu ya konteynerlerde ya da çadırlarda yaşıyor. Eğitim çağındaki çocukların durumuna da dikkati çeken Nilgün Karasu, “Konteyner kentlerde mutlaka ve mutlaka bir çalışma salonu olması gerekir; küçük çocukların oynayacakları bir oyun parkının olması gerekir. Bunların hiçbiri yok. Bu kadar bir alanın içinde depremi hala atlatamamışken o alanda yaşayan bir insan hiçbir zaman hiçbir şekilde zaten sağlıklı olamaz. Psikolojik sorunlar almış başını gidiyor. Ve düşünebiliyor musunuz konteyner de yaşayan bir çocukla büyükşehirde özel okula giden bir çocuk aynı sınava tabi tutuluyor. Böyle bir dengesizlik içindeyiz. Çocuklar otostop yaparak okullarına ulaşmaya çalışıyorlar. Hepimiz yolda gördüğümüzde gönüllü olarak onları almaya çalışıyoruz. Benim mesela en büyük korkum o yollarda çocukların özellikle liseli genç kızlarımızın başına her an bir şey gelmesi. Öğrencilere bir öğün yemek mutlaka olması gerekiyor. Bir temiz su bile verilmiyor. En temel ihtiyacımız olan temiz hava ve temiz suya ulaşamıyoruz” diye ifade etti.
Ağır ekonomik sorunlar var
Depremin şokunun halen atlatılamadığını ve özellikle ekonomik sorunların çok zorlayıcı olduğunu ifade eden Nilgün Karasu, “İnsanlar kendi sorunlarıyla bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Bu da ne kadar sağlıklı tartışılır. Çünkü hala depremin şoku atlatılmadı. Birçok insan kendi mesleğini yapamıyor. İş yerleri yıkıldığı için çalışamayanlar var. Geçimini sağlayamadığı ailesine bakmak zorunda olduğu için yol kenarlarında ya da park köşelerinde küçük kulübelerle işletmeler açmak zorunda kaldılar. Meslek sahibi olan bir insan gündelik işlere gitmek zorunda kalıyor. Hiçbir şey yolunda değil çünkü yetkililerin karar vericilerin yanlış aldığı kararlar insanları öncelikli yapılmayan çalışmalar söz konusu” dedi.
‘Kadına şiddet arttı’
Yapılan çalışmalar kentte kadına yönelik şiddetin de arttığını gösteriyor. Özellikle konteyner kentlerde taciz ve şiddet olayları yaygın olarak tarif ediliyor. Nilgün Karasu bu durumla ilgili olarak “Kadınların özelde sorunları çok artmış durumda. Özellikle konteyner kentlerde bütün yükü kadınlar çekiyor. Kadına şiddet artmış durumda. Özel hayat diye bir şey kalmamış. Madde bağımlılığı çok fazla artmış, yine taciz olayları çok fazla artmış durumda ve mahremiyet diye bir şey kalmadı. Büyük aileler bir arada. Ne yazık ki bu durumda şiddet ve boşanmalar da çok artmış durumda” dedi. Nilgün Karasu özellikle kadınların maddi anlamda çok sıkıntı çektiklerini belirtirken yardımlarım da tamamen kesildiğine dikkat çekti.
‘Kent inşaat şirketlerine teslim edildi’
Kentin bütünüyle inşaat şirketlerine teslim edildiğini anlatan Nilgün Karasu, çevresel sorunlara ilişkin değerlendirmesinde de şunları ifade etti: “Şu an şehir inşaat şirketlerine teslim edilmiş durumda. Şehir tamamen bir şantiye alanı. Bu şantiye alanı içinde her şeyimiz sorun. Ulaşım sorun, alt yapı üst yapı sorun, elektrik sorun, eğitim sorun, barınma sorun, sağlık sorun ve sayamayacağımız birçok sorun var.”
‘İkinci felaketimiz olacak’
"Biz asrın felaketini yaşadık ama asrın ekolojik yıkımını da yaşadık” diyen Nilgün Karasu, son olarak şunları söyledi:
“Bir sabah olmayan bir şehrimizle uyandık. Ve ilk günden itibaren yetkililerin yapmadığı çalışmalarla bizim çevre sorunlarımız her gün katlandı. Molozlar gelişi güzel taşındı, yanlış yerlere döküldü, yer altı sularımıza asbest karıştı, gözümüzü çevirdiğimiz her yer bir dönem moloz oldu. Sonra yıkımlar başladı. Yıkımlar da yönetmeliğe uygun yapılmadığı, sulama sistemi kullanılmadığı için taşımada kamyonlara branda kapatılmadığı için ve yıkılan binaların etrafı korunmadığı için hava kirliliği de arttı. Ve bunların için de asbest sorunu var. Bu kimyasalların hepsi bizim için bir tehdit. Tabip arkadaşlarımızın verdiği bilgiye göre biz bu sağlık sorunlarımızı ileride daha çok hissedeceğiz. Zeytinlik alanlarımıza TOKİ’ler dikilmeye başlandı. 50 ile 300 yaş arası zeytinlik alanlarımız yok edildi. Şehir merkezinde beton santralleri gelişi güzel izinsiz ruhsatsız dikildi. Ve beton santralleri çimento tozu havayı kirletiyor. Kırsal alanlarda yaşam daraltıldı, köylerin birçoğunda meralar taş ocaklarına teslim edildi. Bundan dolayı hayvancılık yok olma aşamasında. Taş ocaklarının yarattığı yıkım da ortada. Kısaca taş ocakları ve beton santrallerinin her gün sayılarının artmasından dolayı bu durum bizim ikinci deprem felaketimiz olacak. Biz şu an da Antakya’da Defne’de gidenler mi öldü kalanlar mı öldü durumundayız.”