Enfal Katliamı ve geride kalanlar: Soykırımın en açık hali -2

Enfal Katliamı’nın izleri üzerinden yıllar geçse de silinmedi. Şahzade Mihemed Hesen ve Sabriye Ehmed Salim, yüreklerinde hala acı izleri taşıyan iki kadın. Katliamdan sonra hafızalarında kalanlar kolay kolay unutulacak gibi değil. Biri eşini ve korkudan karnındaki bebeğini kaybetti, diğeri yaşadıklarını “film sahnesindeydik” diyerek, anlatmaya başlıyor. Acılarını hafifletecek tek bir gerçeklik var o da adaletin sağlanması.

Onlar için hiçbir şey eskisi gibi olmadı

 

Germiyan - 23 Şubat 1987’de başlayan Enfal Harekatı, Germiyan, Süleymaniye, Zaxo ve Behdinan’a kadar ulaştı. Kürdistan Bölgesi’nin baştan başa yakıldığı, yıkıldığı bu harekatta başta Halepçe olmak üzere Şanexşî, Karadağa bağlı Seysenan köyü, Dokan, Caferan, Ekser, Zêwa Şêwan köylerinde kimyasal silahlar kullanıldı. Enfal harekatından sonra bir daha hiçbir şey Kürtler için eskisi gibi olmadı. Katliam, yıkım, göç ve hala dokundukça kanayan yaralar...

“İnsan nereye giderse gitsin kendisiyle götürür tüm yaşanmışlıklarını” derler. En katlanılmaz olanı zamana rağmen hafızanın bir türlü silemedikleri ve hala bir gün gelecek umuduyla bir daha izine rastlayamadıklarının yolunu gözlemek... İşte Şahzade Hisên Mihemed ve Sabriye Ehmed Salim de bunlardan biri.

“İki yıl cezaevinde kaldım”

Enfal Katliamı’nın tanıklarından Şahzade Hisên Mihemed, Germiyan bölgesinin Qadirkerem nahiyesinden. 1970’ten sonra BAAS rejiminin ailesi üzerine baskı kurduğunu ve bu sürecin Enfal harekatına kadar gittiğini anlatıyor.

Enfal harekatı başladığında yeni evlenmiş olan Şahzade Hisên Mihemed, “Evleneli bir yıl on ay olmuştu. Kucağımda on aylık kızım vardı, bir de hamileydim. Eşimi alıp götürdüler. Düşük yaptım, kucağımda kızımla bir başıma kaldım.”diyor ve tanıklığını şu sözlerle sürdürüyor:

“KDP’nin örgütlenmesiyle birlikte erkek kardeşim de onlara katılarak peşmerge oldu. Rejimin ajanları her yerde vardı. Hangi aile peşmergelerle ilişki kurarsa, hemen bilgi alır ve o aileye saldırırlardı. Erkek kardeşimden dolayı bizim de evimizi bastılar, ailemin tüm üyelerini çocuklarla birlikte gözaltına alıp zindanlara koydular. 80 kişi altı metrelik bir odada kaldık. Dört kadın çocuklarıyla birlikte onlar da bizimle aynı odadaydı. O çocukların ağlama sesleri zindan duvarlarını inletiyordu. İki yıl boyunca cezaevinde kaldım. Peşmerge olan kardeşim şehit düştü ve cenazesi rejim güçlerinin eline geçti. Erkek kardeşim şehit düştükten sonra evin tüm yükünü ben omuzladım.”

“Yiyecek bulmakta bile çok zorlanıyorduk”

Her Kürt gibi Şahzade ve ailesinin de karşılaştığı zorluk ve acıların ardı arkası kesilmiyor. BAAS rejiminin yoğunlaşan baskıları karşısında kimliğini, varlığını yitirmemek ve yurdunu terk etmemek için direniyor.  Bir somun ekmek alabilmek için bile insanların gidip kimlik beyanında bulunduğunu ve öyle ekmek alabildiğini söyleyen Şahzade, “Rejim askerleri Qadirkerem’ı da abluka altına almışlardı. Bir somun ekmek almak için bile isim yazdırıyorduk. O zaman yiyecek bulmakta bile çok zorlanıyorduk. Onlardan bir somun ekmek istememek için aç kalmayı tercih ettim. Ne onları görmek ne de onlarla muhtap olmak istiyordum. Çok keyfi bir şekilde herkesi alıp zindanlara atıyorlardı. Tüm akrabalarımızı aldılar.” diyor.

“Kucağımda 10 aylık kızımla bir başıma kaldım”

 “Bana yetişmesinler diye koştum, koştum, koştum, tüm gücümle koştum...” diyor konuşmasının bir yerinde Enfal’in tanıklarından Şahzade Hisên Mihemed. O anı hatırlatınca hala nefes nefese kendisini yakalamak isteyen kötülükten kaçarcasına anlatmaya sürdürüyor Şahzade.  

“1986 Haziran ayında evlendim. Ama hiç mutlu gün görmedim. Her gün rejim uçakları bombalar yağdırıyordu üstümüze. Hava saldırılarıyla bizleri bitiremeyeceklerini görünce bu sefer de karadan operasyon başlattılar. Evimizi bastıklarında evleneli bir yıl on ay olmuştu. Herkesi nahiye meydanında topladılar ve gruplar halinde götürmeye başladılar. Etrafımız askerlerle sarılı. Gözlerine kestirdiklerini askeri araçlara atıp götürüyorlardı. Kimse kimseyi savunamıyordu. Eşimi de aldılar ve bir daha göremedim. Korkudan düşük yaptım, kucağımda kızım ile bir başıma kaldım. Beni de alıp götürecekler diye çok korktum. Kızım 10 aylıktı.”

“34 yıldır gözüm kapıda...”

Şahzade, yıllarca Enfal bir daha tekrarlanır korkusuyla yaşamını sürdürüyor. Korku, çaresizlik ve “bir daha yaşamaya devam edebilir miyim?” kaygısı Şahzade’nin peşini uzun yıllar bırakmıyor. Şahzade bir daha haber alamadığı eşini uzun yıllar bekliyor, “34 yıldır gözüm kapıda, hala bir gün geri gelecek umudu var içimde. Bazen şimdi yaşlanmıştır, dönerse tanır mıyım diye kendi kendime söyleniyorum. Her hali gözümün önünde hala, çok canlı. Dönerse şayet ne kadar yaşlanmış olursa da olsun ben yine tanırım onu” sözleriyle Enfal soykırım operasyonunda götürülen ve kendisinden bir daha haber alamadığı eşinin yolunu gözlediğini söylüyor.

“Nefes alıp verdiğim sürece davayı takip edeceğim”

Bir Enfal tanığı olarak Şahzade, sorumlulardan hesap sorulması ve yargılanması için kapı kapı adalet arayışını sürdürür. 2008, 2011 ve 2015 yıllarına kadar da Almanya’da görülen Enfal soykırım duruşmasına katılır. Şahzade, “Nefes alıp verdiğim sürece, Enfal davasının takipçisi olacağım” diyor ve sorumluların yargılanmasını talep ediyor. Şahzade son olarak Federal Kürdistan Bölge Hükümeti’ni de Enfal kayıplarının anısını ve Enfal’de yaşamını yitirenlerin yakınlarını daha fazla sahiplenmeye çağırıyor.

Sabriye Ehmed Salim: Film sahnesi içinde gibiydik

“O gün bir film sahnesi içinde gibiydik. Rejim askerleri köyü bastı ve kendimizi Dibis’te oluşturulan toplama kamplarında bulduk. Hiçbir yere çıkamıyorduk, etrafımız askerlerle sarılıydı.” sözleriyle başlıyor anlatmaya Enfal’ın tanıklarından Sabriye Ehmed Salim’de. Germiyan bölgesinin Dawayan köyünden Sabriye. Enfal sürecinde Irak Baas rejiminin Kerkük’ün Dibis ilçesinde oluşturduğu toplama kamplarında çocuklarıyla birlikte aylarca kalıyor.

“Nasıl kurtulduk bilemiyorum, belki de şans...”

O güne gidiyor Sabriye, üzerine ölümün, yıkımın henüz bir karanlık gibi çökmediği Dawayan köyündeki yaşamı anlatmaya başlıyor öncelikle.

“Önce güneş doğar ve yaşam başlar. Güneş doğamadan önce herkes ayaklanırdı, önce güneş selamlanır, onunla birlikte yeni güne hoşgeldin derdi insanlar ibadet edercesine. Kim ki güneş doğduktan sonra uyanırsa o büyük bir günaha girmiş gibi hissederdi. Dayanışma kültürü vardı; her ev sırayla ekinleri toplamaya giderdi. Doğal toplumu, ortak yaşam kültürünün köklerini kurutmak ve Kürtleri bitirmek için Enfal harekatını başlattılar. Tüm Kürt köylerinin hane hane yakılması talimatı verildi. Kendimizi bir anda kimyasal gazların, askeri harekatların içinde bulduk. Nasıl sağ kurtulduk bilemiyorum, belki de şans.”

“Nefes bile alamıyorduk...”

Üzerinden yıllar geçmesine rağmen hala o anları anlatırken sanki zaman hiç geçmemiş gibi Sabriye için; sesi, elleri titriyor, derin bir acı göğüs kafesini dolduruyor ve nefes alıp vermekte zorlanıyor anlatırken. Yine de unutulmasın yaşadıkları, nesilden nesile aktarılsın diye zorlanarak da olsa anlatmayı seçiyor ve şöyle devam ediyor:

“Askerler köyümüzü bastığında onların öfke dolu gözlerinden korktuk. Her tarafa saldırıyorlardı. Ailemin tümünü aldılar. Her birimizi ayrı ayrı ilçelere gönderdiler. Ben ve çocuklarımı Sîrwan’a götürdüler, orada iki gece kaldık. Daha sonra da Kerkük’ün Dibis ilçesine götürdüler. 6 ay boyunca Dibis’ta oluşturulan toplama kampında kaldık. Her tarafımızda askerler vardı, nefes bile alamıyorduk. Kurtuluş için tek bir yol bile yoktu. Aç kaldığımız zamanlar çok oldu. İçinde yemek yiyebileceğimiz kap bile yoktu. Soğuktan korunmak için üzerimize örtebileceğimiz herhangi bir şey vermediler. Hepimiz hasta düştük o kampta. Bazı hastaların durumu ağırlaşınca Dibis’taki askeri hastaneye götürüyorlardı.”

Ailesinden hala 22 kişi kayıp Sabriye’nin, hiçbirinin akıbeti bilinmiyor. Sabriye, “Hiç olmazsa bir mezarları olsa” diyerek, ölülerinin kemiklerini bulmayı umut ediyor. Irak Baas rejimi daha sonra bir af çıkarır ve toplama kamplarına götürdüğü kadın ve çocukları, Enfal’den sağ kurtulanları serbest bırakır.

“Af çıktı ama bir daha hiçbir şey eskisi gibi olmadı”

Sabriye, “Özgürleştiğimize sevindik, ama bundan sonra nelerle karşılaşabileceğimizin korkusu, kaygısı sardı içimizi” diyor ve o anları şu sözlerle anlatmaya devam ediyor:

“Türkmen bir genç kız televizyondan duyuyor affın çıktığını yüksek sesle bağıra bağıra af çıktı, af çıktı diyordu. Öyle duyduk biz de. O an içim içime sığmadı. Sevinç gözyaşları dökmeye başladık. Yine de içimizde bir kuşku vardı, çünkü başımıza ne geleceğinden pek emin değildik. Aradan iki gün geçtikten sonra askerler koğuş koğuş dolaşarak artık özgür olduğumuzu söylediler. Daha sonra kayıt işlemleri yaptılar. Her birimizin tek tek sicil bilgilerini alarak serbest bıraktılar. Döndük köyümüze, ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. Her şey viran ve harabe. Tek bir canlı bile yaşamıyor. Her taraf ölüm ve talan kokuyordu. Sadece ölümün koktuğu o topraklarda yaşamamız mümkün değildi. Öyle bir yerde yaşamı yeniden yaratmak çok zordu. Çocuklarımla birlikte gelip Kelar’a yerleştik. Hala burada yaşıyorum. Dawayan köyünün üzerine çöken ölüm hala benim için bir kabus, güzel anları ise bir hayal olarak kaldı bende...”

Enfal harekatında eşi ile birlikte ailesinden 22 kişiyi kaybeden Sabriye için hayat hiçbir zaman eskisi gibi olmadı. Sabriye hala kayıplarını arıyor, eşinden kendisine kalan puşiyi boynundan çıkarmıyor. İsimsiz Enfal mezarlarının arasında dolaşıyor, herhangi bir mezarın başına çömeliyor... 

Yarın: Yıllardır bir tırnağı saklıyor