IŞİD’in zulmünü yaşayan Suham: Kadınlara yaptıklarını asla unutmayacağız

Şengal’e yönelik IŞİD saldırısında ninesi ile birlikte kaçırılan ve her türlü zulmü yaşayan Suham, şimdi babasının açtığı dükkan ile yaşama yeniden tutunuyor. Suham çektiği acılardan arta kalan çocuk yüreğinin, çocukluğunda büyümüşlüğünün öfkesi ile “DAİŞ’in bana ve Êzidî kadınlarına yaptıklarını asla unutmayacağız ve biz hep ayakta olacağız” diyor.

ROJBİN DENİZ

Şengal - Şengal dağları ve ovası tarihten günümüze 39 fermana tanıklık etmiş. Êzidîler Bakur, Rojhilat ve Başur’da toplam 73 ferman yaşamışlar. Bu 74 fermanın 39’u Şengal’de yaşanmış. Şengal’e Êzidîler’in kutsal topraklarına yapılan 39. Ferman ile bilinen ve şimdilik kayıt altına alınan 3504'ü kadın 7 bin  Êzidî IŞİD’in eline geçmiş. 7 yıl içerisinde dört bine yakın Êzidî kadını, genci ve çocuğu kurtarılmış. Üç binden fazla Êzidî’nin akıbeti bilinmemekte ve nerede oldukları bulunamamaktadır.

Sokaklar ölüm sessizliğine büründü

Sıcak bir yaz gününün sabahına uyanan Şengalliler, IŞİD’lilerin akşamdan Siba Şex Xıdır’a, oradan Gir Zerek’e, Koço’ya, Solağ’a ve Şengal’in etrafında olan tüm köylere saldırısını duymuştu. Herkes olan biteni konuşuyordu. Sokaklar ölüm sessizliğine bürünmüştü. Baştan başa yayılan çığlıkların uğultusu bazen sessizliği bozuyordu. İnsanlar ne yapacağını bilmez bir halde bir o yana bir diğer yana koşuşturuyorlardı. Telefonlarla komşu köy ve kasabalarda olan bitenler birbirlerine aktarılıyordu. Kimisi canlarını son anda kurtarmaktan, kimisi dağlara sığındıklarından bahsediyordu. Canlarını kurtaramayıp IŞİD’in eline geçenler ise telefonda kısık sesle esir olduklarını söylüyorlardı. Bazı telefonlar kara haberi çığlıksız kulaklarına ulaştırıyordu. Gözlerinin önlerinde katledilenlerin haberlerini verirken, onların son nefeslerine şahit olmalarını anlatırken, yamaçlarında duran aynı akıbeti korkuyla bekledikleri seslerinden anlaşılıyordu. Hıçkırıkları, sessiz gözyaşları telefonların öte tarafına yetişiyordu.

Yaşanan her fermanda ilk hedef kadınlar oldu

Êzidîler en büyük ferman diyor bu yaşadıklarına. Oysa tarihte buna benzer iki büyük ferman daha olmuş. O fermanlarda da binlerce Êzidî kadını kaçırılmış ve sonra parçalanmış, satılmış, Osmanlı padişahlarına cariye olarak sunulmuş. Yaşanan her ferman önce iplerini kadınların boynuna dolamış, kadınların örüklerini tutam tutam bu topraklarda mezarlara dönüştürmüş. Şengal’de her kadının önünde oturup ağıt yakacağı, Êzidî kızlarının kınalı örükleriyle süslenmiş bir mezar taşı vardır.  Ovalardan dağlara açılan tüm patikalar, kadınların ağıtları ve zılgıtlarıyla yüklüdür. Çığlıklar, haykırışlar, yakarışlar zılgıtlar birleşerek uğuldar Şengal’in üzerinde. Fermanda IŞİD’lilerin kaçırdıkları kadınlar, göğüslerine Şengal’den yaptıkları mezar taşlarını bastırır. IŞİD’in kaçırdığı her kadın, bedenini ruhundan ayırarak bir mezar taşına dönüşür, göğüslerinde topladıkları mezar taşlarını Telafer’den, Rakka’ya, Tabka’ya ve daha ismini bilmediği bir çok yol güzergahına, geçtiği yolları unutmasın diye bırakır. 

Çilmeran’ın bağrına sığınmak

Şengal, sabah saat 8-9 arasında, sokaklarında koşuşturan insanların ayak seslerini hiç unutmadı. O sabah her kes yönünü dağlara verdi.  Şengal’de yaşayan Êzidîler, Şengal’in etrafında olanların yeni ferman olduğunu anladılar. Önce kısık sesle ferman dediler. Sonra gittikçe sesleri yükseldi, herkes çığlık çığlığa “ferman, ferman, ferman geldi, dağlara kaçın” dediler. IŞİD kademe kademe her yere yayıldı. Şengal, Til Benat, Til Qesap, Koço, Dumiz başta olmak üzere her tarafa ulaşmışlardı. Herkes can havliyle yönlerini dağlara, Çil Mera’ya vermişti. Çil Mera’ya giden tek araba yolu zikzaklardı (lofalar). Çilmera’ya kadar var olan 98 zikzaklı yolu geçmek zorundalardı. Her bir zikzak bir nefes, soluksuzca koşarak çıkmak ve sonunda Çil Mera’nın bağrına sığınmak demekti. 

Kandil’i aşamayanlar yakalandı

Şengalliler’in büyük çoğunluğu lofalara kendini vurmuştu. IŞİD’liler Şengal’e girdiklerinde doğruca lofalara doğru yol almışlardı. Uzaktan IŞİD’lilerin geldiklerini görenler, yoldan çıkarak direk dağlara yönünü veriyordu. Arabası olanlar kendini kurtarabiliyor, diğerleri mecburen hızlı olmak zorunda kalıyorlardı. 12 PKK’li katliamın başlamasıyla lofaların yukarısına, hızlı bir şekilde yerleştirdikleri ağır silahlarıyla IŞİD’lilerin yukarı, dağlara çıkmasını engellemişlerdi. IŞİD’lilerin Şengalin Kandil’ini aşıp, lofalar boyunca yönlerini dağlara vermiş insanlara yetişmesini engellemiş, lofalardan dağa doğru tırmanan Êzidîler’e siper olmuşlardı. Lofalara yetişemeyip, Kandil’i aşamayan insanların önleri IŞİD’liler tarafından kesilmiş ve oradaki Êzidîler teker teker yakalanıp götürülmüşlerdi. Şengal’in içinde kalıp, kaçamayan Êzidîler’de bir süre sonra IŞİD’lier tarafından bulunmuştu. IŞİD topladıkları tüm Êzidîler’i polis merkezine götürmüş, kadınları, erkekleri, yaşlıları ve çocukları birbirinden ayırmıştı. Genç kızların ve kadınların hepsini kırmızı okula (mekteba sora) götürmüşler, geri kalanları da polis merkezinde üç gün tutmuşlardı. 

Suham ve nenesi de IŞİD’in eline geçer

O sabah Şengal’de olanları Suham ve nenesi evlerinde izlerler. Bir süre sonra onlara da haber gelir ve çıkmaları söylenir. Suham’ın nenesi şeker hastasıdır ve yürümekte zorlanır. Suham nenesinin koluna girer ve birlikte evden çıkar ve yönlerini dağlara verirler. Suham ve nenesi evden çıktıkları gibi Şengal’in bomboş sokaklarıyla karşılaşırlar. Sokakta bir tek onlar vardır. Şehirde olan her şey çığlık çığlığadır, derin bir ürperti kaplamıştır her yeri. Suham ve nenesi çığlıklardan ürperir, sonra nenesi Suham’a “eve dönelim buralar tekin değil” der ve tekrar evin yolunu tutarlar. Bir süre yürüdükten sonra, birden etraflarına IŞİD’liler doluşur. Önce ne olduğunu anlamazlar. IŞİD’lilerin bağırmaları, çağırmaları, onları itip kakmaları ve zorla arabaya bindirmelerinden sonra, Şengal’de ne olduğunu ve artık kendilerinin de her şeyleriyle bir fermanın içinde olduklarını anlarlar. Suham nenesinin elini sıkıca tutar, korkudan titreyen ellerini nenesinin avuçlarında saklar. Gözlerinden düşen yaşlar nenesinin beyaz fistanına akar. Nenesinin yüreğine orada topladığı göz yaşlarını bırakır. Suham ve nenesi yok edilmenin yolculuğunda, Şengal’de üç gün bırakıldıktan sonra Tilefer’e götürülürler.

“Fermandan sonra ilk defa evime geliyorum”

Suham ve ailesinin olduğu yerdeyiz. Onların ilk yerlerinin bahsi geçince, bizde Suham’ın annesine Vahide’ye IŞİD’liler tarafından yıkılan evlerine gitmekte ısrar ettik. Suham’ın annesi ile birlikte 10 dakikalık araba yolculuğundan sonra Suham’ın doğup büyüdüğü eve geliyoruz. Oraya ulaştığımız gibi annesinin “hawar oy hawar” sesleri yükseliyor ve ağlayarak, evine doğru hızlı adımlarla ilerliyor.  Geçmiş acı bir hatıra olarak gözlerinin ve hislerinin önünde beliriyor.  Evinin yıkılmış duvarına yaslanarak, bir süre öylece uzakları seyre dalıp, gözlerinden akan yaşlar eşliğinde evini izliyor. “Fermandan sonra ilk defa evime geliyorum. Biz burada mutluyduk.  Çocuklarımın hepsi burada dünyaya geldi, burası benim yuvamdı, çocuklarımın büyüdüğü ve benim onlar için hayal kurduğum mekandı. DAİŞ’liler evimi yıktı. Kızımı, Suham’ımı benden aldı.  Komşularım Sunni, Şii ve Kürt aileleriydi. Onlarla iyi komşuluk ilişkilerimiz vardı, fakat IŞİD Şengal’e saldırdığında mahalle içerisinde özellikle Sunni aileler, ilk olarak onlar bize saldırdı. Canımızı zor kurtardık. Öncelikle komşularımızın ihanetine uğradık. Her şey çok ağırdı” diyor Suham’ın annesi. Suham annesini dinliyor. Arkamızdan öyle sessiz sessiz gelip gidiyor. Annesi evi tarif ederken, gözümüz esas olarak geçtiğimiz her köşede kalan Suham’da. Evin her köşesine anılarına dalıyor bir süre. En son sekiz yaşında evini görmüş. Rüzgâr değen saçlarını her topladığında elleri titriyor, parmakları yüzünden tane tane düşüyor. Dokunsan ağlayacak ki öyle de oluyor.

Küçük yaşına rağmen fermanın kodlarını çözmüştü

Suham’ın yanı başına yaklaşıyoruz. Esmer tenli, yüzü güleç ama gözleri dalgın. Bizi yakınında görünce heyecanlanıyor, heyecandan olsa sürekli yüzüne değen saçlarını toplamaya çalışıyor. Gözlerinin buğusunda biriken gözyaşları duruyor. Gördüğümüz ilk gün gözlerinin kıyısı hep ıslaktı. Rengarenk çiçekleriyle Suhama yakışan bluzuna değen her göz yaşı bluzunda başka desenler oluşturuyordu. Çekingen ve içine kapanık bir genç kız edasında Suham. Ona bize başından geçenleri anlatıp anlatamayacağını soruyoruz. “Suham evini hatırlıyor musun” diye soruyoruz. Gözlerinde yaşlardan oluşan cam tabakasını gördüğümüzde sorumuzda ısrar etmiyoruz ve susuyoruz. Titreyen dudaklarından bir tek “evet” çıkıyor. Sonra usulca yıkıntılara doğru gidiyor ve gözyaşlarını geçmişe akıtıyor. Kirpikleri ıslanıyor ve yaşlar arasında çırpınıp duruyor. Bizden bir mendil istiyor. Ağladığı için daha çok utanıyor. Biz ‘o neden bunları yaşadı’ diye, utanıyoruz. Başını önüne eğiyor, parmaklarını birbirine dolandırıyor, toprak yığınına gözyaşları dökülüyor, bir süre öyle kalıyor. Yaşadıkları onda tekrar canlanıyor. Gitmekle kalmak arasında duraksıyor. Çok kısık bir sesle başlıyor konuşmaya. Onu duyamıyoruz, sanki onu duymamızı istemiyor. Onu zorlamak istemiyoruz ve ara veriyoruz. Suham’ı incitecek, geçmişe götürdüğünde zorlayacak şeyleri ondan uzak tutmaya özen gösteriyoruz.

Her Êzidî kadını başından geçenleri haykırmalı bu dünyaya

Suham ve annesiyle birkaç gün içerisinde tekrardan buluşmak üzere vedalaşıyoruz. Suham hiç aklımızdan gitmiyor. Onunla sohbet etmek için can atsak da onun kendini hazır hissettiği bir günü beklemeye kararlıyız. Hiçbir şekilde onu zorlamayacak ve incitmeyeceğiz. Çünkü o fazlasıyla hassas yaklaşmayı hak eden, küçük ömrüne çok büyük acıları, trajedileri sığdırmış bir çocuk. Suham’ı görmek için  ekip olarak Şengal’in yolunu tuttuk. Suhamı ayakkabı dükkanın yanında bulduk. Bizi çok içten kabul etti. İki gün boyunca hasta olduğunu bunun için bizi arayamadığını söyledi. Bizim için Suham’ın iyi olması her şeyden daha önemli. Gözler ve duygular yoluyla başladığımız ama kelimelere dökemediğimiz sohbetimize devam ediyoruz. Onu bu kez biraz daha rahatlamış ve hazır olarak görüyoruz. Suham, utangaçlığına inat bize konuşmaya kararlı. Bizim ısrarlarımızın da konuşmaya karar vermesinde etkisi var. “Her bir Êzidî kadını fermanda yaşadıklarını, başından geçenleri tüm dünyaya haykırmalı ve sende haykırmalısın. Benim de tüm dünyaya haykıracağım bir hikayem var ve yaşadıklarımıza karşı kör- sağır olmayın demelisin” diyoruz.

“Kadınları saçlarından sürükleyip götürüyorlardı”

Sonrasında Suham başlıyor başından geçenleri anlatmaya: “Ben Suham Şahin 15 yaşındayım.  Nenem hastaydı, dağlara çıkamadı ve bende onu yalnız bırakmak istemedim. Onun yanında kaldım. Sonra evimize dönerken IŞİD’lilerin arabası gelip önümüzde durdu. Ben ve nenemi aldılar. Ben o zaman 8 yaşındaydım. Çok korktum. Onların uzun sakalları vardı, kısa abaları vardı, çok ürkütücüydüler. Ben küçüktüm ve ilk defa onları bu kadar yakından görüyordum. Bize çok kötü davrandılar.  Bizi Telafer’e götürdüler. Sürekli yerimizi değiştiriyorlardı. Bir süre Bahdoş’da kaldık sonra da bizi Koço’ya götürdüler. Orada üç ay kaldık. Yanımızda bir sürü Êzidî kadın ve çocuk vardı. IŞİD’liler her defasında, gelip bir kadını saçlarından tutup sürükleyerek götürüyorlardı, sonra onlara tecavüz ediyorlardı.  Bende nenemin yanındaydım. Onun ismini bırakılacakların listesine yazmışlardı. Benim ismimi de yazmışlardı. Sonra yaşlıları bıraktılar. Benim nenemde onların içindeydi. Bende onunla gitmek istedim, ama IŞİD’liler izin vermedi ve bizi ayırdılar. Onu bıraktılar ve beni tuttular. Çok ağladım. Sonra orada IŞİD’in elinde olan akrabalarım gelip beni yanına aldı.”

Yaşadıklarını parça parça hatırlıyor

Anlatırken kelimeler boğazından zor zor çıkıyor. Zorlanıyor, tekrardan ürperiyor. Kelimeleri seçerken içini yokluyor ve titreyen dudaklarından sözcükler bize doğru akarken yutkunuyor. Ona yapılan şiddetten kaynaklı yaşadıklarını parça parça hatırlıyor.  Suham o güne kadar, kendi evi ve nenesinin evi dışında hiçbir yere gitmemiş. Uzak yolların ne olduğunu, götürüldüğü yerleri nasıl tarif edeceğini bilmiyor. Bu yüzden götürüldüğü yerlerin isimlerini uzun listeler biçiminde aklında tutmamış. Fakat, Suham o küçük yaşına rağmen fermanın kodlarını iyi çözmüş.  

“Bana çok zulmediyorlardı, beni dövüyorlardı”

Suham devam ediyor yaşadıklarını anlatmaya: “Bizi bir bahçeye topladılar. Kadın ve kız çocuklarıydık. Orada bizi birbirimizden ayırdılar. Genç kızları, kadınları ve çocukları ayrı ayrı yerlere götürdüler.  Benimde içinde olduğum kızları ve erkek çocuklarını Telafer’e götürdüler. İki katlı bir evdi. Alt katında erkek çocuklar, üst katında da kız çocukları kalıyorduk. Bir süre bizi orada tuttular. Erkekleri savaşa götürüyorlardı. Erkek çocuklarını da savaşa götürüyorlardı. Emirleri her gün gelip kendisi için bir kız götürüyordu. Diğerleri de gelip götürüyordu. Kızların içinden güzellerini seçiyorlardı. Birçok kez orada kızlara tecavüz ediyorlardı. Bir süre sonra kızların sayısı azaldı. Küçük kız çocuklarını da evlerine hizmetçi olarak götürüyorlardı. Ebu Eli beni de küçük olduğum için Musul’lu bir ailenin yanına hizmetçi olarak verdi. O aile bana çok zulmediyordu, beni dövüyorlardı. Beni Müslümanlık dinine geçmem için zorluyorlardı. Bende onlar gibi Kuran okumaya başladım. Onlar bana ne diyorsa onu yapıyordum. Onlardan çok korkuyordum. Musul’lu ailenin yanında iki yıl hizmetçilik yaptım.

“Yaşımı büyütüyorlardı”

Yanında kaldığım ailenin erkeği öldü. Kadının kimsesi kalmadı. Kadının çocukları açtı, hiçbir şeyleri yoktu. Sonra biz Iraklılar’ın yanına gittik. Pek çok IŞİD’li vardı, bir tek onların içinde Êzidî bendim. Sonra biz onların bir komşusuna gittik, iki gün orada kaldık. Kadının ailesi Kürt Duhoklu’ydu. Kadın ailesine ulaştı ve bizi Duhok’a götürdüler. Ebu Eli Duhok’ta kalıyordu. Onun yanına gittik. O da bana nereli, kaç yaşında olduğumu ve ailemin nerede olduğunu sordu. Bende hatırladığım kadar ona söyledim. IŞİD’liler benim yaşımı büyütmüşlerdi. Beni orada 15 yaşında gösteriyorlardı. Bende tam olarak doğru yaşımı bilmiyordum. İsmimi değiştirmediler, fakat diğer kızların isimlerini değiştiriyorlardı. Kendileri de çok fazla birbirlerine isimleriyle hitap etmezlerdi. İlk dönemi Koço, Telafer, Bahdoş’da geçirdim. İki yılda Musullu ailenin yanında hizmetçilik yaptım. Toplam onların elinde 3 yıl kaldım.”

Kaçırdıklarını para karşılığında ailelerine satıyorlardı

Suham’ın kendi hikayesinde anlattıkları bizde bazı soru işaretleri bırakıyor. Örneğin Duhok’ta yaşayan  Ebu Eli kimdi? Musul’da kızları pazarlayan Ebu Eli IŞİD’in bir emiri mi? Suham’ın yanında kaldığı kadın Duhoklu bir Kürt kadını ve Musul’da IŞİD’lilerin yanında. Suham’ın anlatımından yanında kaldığı Dohuklu kadının ve Ebu Eli’nin Dohuk’ta özgürce yaşadığı anlaşılıyor. Ebu Eli Suham’ı ne üzerinden ailesine verdi. IŞİD’liler kaçırdıkları Êzidî çocuklarını ve kadınlarını bir süre sonra para karşılığında ailelerine satıyor. Bizde ‘Suham için böyle bir şey var mıydı’ diye annesine soruyoruz ve annesi gözlerini bizden kaçırarak ‘yok öyle bir şey olmadı’ diyor. Bizde annesinin anlatımına sadık kalıyoruz.  Suham’ın anlatımında gece yarası Ebu Eli, Suham’ın babasını arıyor ve “gelin kızınız burada onu alın” diyor. Suham, “Sonra babam oraya geldi. Önce babamı gösterdiler, sonra kız kardeşimi gösterdiler ve ondan sonra  beni ailemin yanına bıraktılar. Onlardan kurtulacağımı hiç düşünmemiştim. Aileme kavuştuğum için çok mutluydum” diye belirtiyor.

“İnancımı içimde sakladım”

Arada Suham’ın annesine dönüyoruz. “Üç yıldan sonra Suham nasıldı, IŞİD Suham’a ne yapmıştı, sen onu nasıl gördün” diye soruyoruz. Tanımadıkları kişiler tarafından arandıklarını söyleyen Suham’ın annesi, “Bize bir telefon geldi ve bize kızınız yanımızda dediler. Önce inanmadık. Fakat sonra peşine verdik. Doğru çıktı kızımıza kavuştuk. Biz Suham’ı ilk gördüğümüzde şok olduk. Onu gördüğümde siyah çarşaflarla kapatmışlardı. Onların yanında ayrıldığımız gibi Suham, kendisi üzerindeki çarşafı çıkarıp attı.  Arapça konuşuyordu. Sonra eve getirdik, onunla hep Kurmanci konuşuyordum, Kurmanci’yi unutmamıştı. Êzdalık dinini anlatıyordum. Suham bana ‘anne ben inancımı hep içimde sakladım’ dedi. Allaha bin şükür benim kızım kurtuldu ve şuan yanımda. Umarım IŞİD’in elindeki tüm Êzidî kadınları ve kızları bir an önce kurtulur.”

“Çalışınca mutlu oluyorum”

Suham, bize bizi karşıladığı dükkanını anlatıyor: “Babam bana bu dükkanı kurdu, ona minnettarım bana çok yardımcı oluyor. Yaşadıklarımı bana unutturuyor. Çalışınca kendimi daha mutlu hissediyorum.”

Sohbetimizin sonuna geliyoruz ve Fermanı yaşayan tüm Êzidîler ve özellikle kadın ve çocukların yaşadıkları tekrardan bir film şeridi gibi gözlerimizin önünden geçiyor. Bütün Êzidîler’in ağzından dökülen sözler, büyük bir trajediyi, acıyı ve cehennemi yaşattıklarını ifade ettiği gibi, öfkeyi, adaletsizliği ve bir gün mutlaka sorulacak hesabı da anlatıyor. Suham’da çektiği acılardan arta kalan çocuk yüreğinin, çocukluğunda büyümüşlüğünün öfkesi ile “IŞİD’in bana ve Êzidî kadınlarına yaptıklarını asla unutmayacağız. Ve biz hep ayakta olacağız” diyor. Her ne kadar hikayesinin tüm detaylarını bize anlatmakta zorlandıysa da Suham ağlayarak başladığı hikayesini, gülerek bitiriyor.

Suham ve kurtulan binlerce Êzidî kızın Şe Şems’in topraklarında, mutlu, özgür ve sevgiyle yaşamak, onların en temiz ve doğal hakkı. IŞİD’in elinde tutsak olan binlerce Êzidî kadınında bir an önce kurtarılmasının, Suham’ın ve Êzidî kadınlarının, çocuklarının öfkelerine bir nebze su serpecektir. Suham’ın ve Êzidî çocuklarının gözleriyle, yürekleriyle anlattıklarının eşliğinde yanlarından ayrılıyoruz.