‘Lübnan ve Filistinli kadınlar savaşın ortasında mücadeleye öncülük ediyor’

Lübnan ve Filistin’de kadınların yalnızca toplumsal bir unsur değil, direnişin özü ve yaşayan simgesi olduğunu vurgulayan Hulud el-Hamuş, “Savaşın tam ortasında haklarını savunmaya ve mücadeleye öncülük etmeye devam ediyorlar” dedi.

FADİA CUMA

Beyrut – Gazze'de ateşkesi pekiştirmek için uluslararası çabalar sürerken, bir sonraki adımı öngören "Ertesi Gün" planı önerildi. Plan, Gazze Şeridi'nin geleceğine ilişkin Filistinliler ve uluslararası toplum arasında fikir birliği sağlanamaması nedeniyle geniş ölçüde kabul görmedi. Mısır, Katar ve ABD, herhangi bir engelin çatışmaları yeniden alevlendirebileceği uyarılarıyla, ateşkesi hayata geçirmek için arabuluculuk çalışmalarını sürdürüyor. Lübnan ise savaşın etkilerini hem sınır gerginlikleriyle hem de Gazze’ye olan dayanışma ve iç politik baskılarla yaşıyor. Hamas, kuzeyde gerilimi azaltma taahhüdünde bulunsa da, Lübnan’daki kırılgan iç durum ve bölgesel meselelerin karmaşıklığı endişeleri artırıyor.

‘Askeri durumu örtbas etmeye yönelik yüzeysel bir girişim’

Siyasi ve sosyal aktivist Hulud el-Hamuş, Gazze’deki sözde “sakinliğin”, gergin siyasi ve askeri durumu örtbas etmeye yönelik yüzeysel bir girişim olduğunu savunuyor. Hulud el-Hamuş’a göre, bu girişim, devam eden saldırılar ve artan uluslararası kınamalarla birlikte, ABD-İsrail ittifakı ile dünyanın geri kalanı arasındaki çatışmanın karmaşıklığını gözler önüne seriyor. Hulud el-Hamuş, “İttifak, özellikle tutukluları askeri yollarla kurtarma çabalarında başarısız oldu. Hamas liderlerine yönelik hedefleme girişimleri ve Katar arabuluculuğuna güvenmek de sonuç vermedi. Bu nedenle taraflar müzakerelere yönelmek zorunda kaldı. Bu sükunet, ateşkes ilanından sadece bir gün sonra yeniden ortaya çıkan gerginliğin yolunu açan bir esir takası anlaşmasını yürürlüğe koymak için atılmış taktiksel bir adım” diye belirtti.

‘Soykırım devam ediyor’ 

Hulud el-Hamuş, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Bu sükunetin özünün esirlerin geri dönüşü etrafında döndüğünü görüyorum. İşgalciler, Hamas’ı en başından serbest bırakmanın ancak müzakerelerle mümkün olabileceğini kabul etmek zorunda kaldı. Peki bu bir mola mı? Evet, bir mola. Ama ‘Denizden Nehre’ sloganları devam ettiği sürece, özellikle de Netanyahu’nun savaşı ‘Diriliş Savaşı’ olarak adlandırması ve savaşın sürdüğünü göstermesi nedeniyle durmayacaklar. Katledilenlerin ailelerinin sesleri bir kez daha medyada yankılandı ve savaşın bitmediğini, soykırımın devam ettiğini doğruladı. Düşman, yatıştırma ile tırmanma arasında manevra yapmaya alıştı ve dünyaya onurundan geriye kalan ne varsa onunla meydan okuyor. Devam eden ihlaller yeni bir durum değil; her şey, bu kısır döngünün bir parçası.”

Temel haklar karşılanmıyor 

Hulus el-Hamuş, Gazze’deki görünürdeki ateşkesin, Filistinlilerin temel haklarını karşılamaktan uzak olduğunu ve devam eden savaşın kırılgan bir örtüsü niteliği taşıdığını belirtti. Gazze’ye gönderilen yardımların yağmalandığına dikkat çeken Hulus el-Hamuş, “Ekonomik kriz nedeniyle halk mevcut malları satın almakta zorlanıyor. Bu yardımlar, temel ihtiyaçları karşılamaya yetmiyor. İşgalcilerin boyun eğmesi Filistinlilerin devlet kurma hakkının uluslararası alanda giderek daha fazla tanınmasının bir sonucudur. Bu durum halkı geçici de olsa uluslararası hukuka ve BM kararlarına boyun eğmeye zorluyor” ifadelerinde bulunu.

Savaşın psikolojik ve sosyal etkileri

Gazze’deki krizin sadece maddi boyutla sınırlı olmadığını, derin psikolojik ve sosyal etkileri de bulunduğunu vurgulayan Hulus el-Hamuş, “Savaş özellikle çocuklar ve kadınlar üzerinde ciddi travmalara yol açıyor. Hamas’ın siyasi bir parti olarak tanınmaması ve halkın birliğini tehdit eden işbirlikçilerin yayılması, krizle başa çıkmayı zorlaştırıyor. Yardım veya yeni bir siyasi gerçeklik dayatma girişimleri, mevcut sorunları çözmeye yetmiyor. Gazze’deki siyasi gerçeklik oldukça karmaşık, ama askeri gerçeklik daha da karmaşık. Filistin toplumu henüz bir çatışma dönemine girmiş değil; aksine bombalamalar, müzakereler ve manevralara yol açabilecek bir kargaşa içinde. Yaşananların bir ateşkes olmadığını, aksine açık bir savaşta bir savaşçının kısa bir dinlenme süreci olduğunu düşünüyorum. Esirlerin statüsünden liderlerin kaderine kadar tüm ayrıntılar ve gelişmeler hâlâ gizli tutuluyor” şeklinde konuştu.

‘Askeri müdahale haritayı yeniden şekillendirir’

“Bu savaş sadece Gazze ile sınırlı değil; denizden nehre kadar uzanıyor ve Batı Şeria’yı, 1948 Araplarını, Lübnan’ı, Ürdün’ü ve hatta Mısır’daki Sina’yı kapsıyor. Çünkü bu bölgelerde olası bir askeri müdahale ya da Gazze sakinlerini yerinden etme girişimi haritayı yeniden şekillendirebilir” diyen Hulud el-Hamuş, “ABD Başkanı Donald Trump’ın ‘Ürdün’deki toprak bolluğu’ hakkındaki açıklamaları, hâlâ tamamlanmamış bölgesel yerleşim projeleri ışığında, zorla yerinden etme niyetlerini açıkça ortaya koyuyor. Mevcut durum, artık bölgesel çerçeveyi aşıyor ve Çin, Rusya, Kuzey Kore ile Avrupa ülkeleri gibi büyük güçlerin çıkarlarının iç içe geçtiği, Trump liderliğindeki ABD-İsrail ittifakının ağır kayıplarla karşı karşıya kaldığı küresel bir çatışma arenasına dönüştü” sözlerine yer verdi.

‘Birlik direniş etrafında somutlaşır’

Hulud el-Hamuş, Lübnan'ın bu kritik aşamadaki rolü hakkında ise şu ifadelerde bulundu:

"Lübnan’ın rolü, devlet ve halkı aracılığıyla içeride kendini güçlendirmek ve bu yaralı ulusun bedenini kemiren çıkarcı sesleri susturmaktır. Lübnanlıların birliği, İran'ın veya herhangi bir yabancı gücün, Fransa veya İsrail'in bir uzantısı değil, ülkenin temel bir hakkı olarak direniş etrafında somutlaştırılması gerekiyor. Ben bu seçimi sadece bir pozisyon meselesi olarak görmüyorum; bu varoluşsal bir konu. Eğer bugün doğru bir şekilde birleşmezsek ve normalleşme, tarafsızlık veya başka kontrol mekanizmalarını tercih edersek, ülke Amerikan ve Siyonist hegemonik projelere doğru kayar. Mevcut durumda gerçek birliğe ihtiyacımız var; bugün birleşmeyenler yarın ulusun dokusunun bir parçası olamayacak. Güneydeki sivilleri korumanın yolu, direniş ruhumuzu korumaktan geçiyor. Direniş bizim için bir seçenek değil; Cebel Amel’in toprağına ve katledilenlerin kanına kök salmış bir kimliktir. Devrimci Lübnanlılar, hem yurt içinde hem de yurt dışında işgalci ve yolsuzlukla her zaman yüzleşecek. Birlikleri ve silahları tek olmalı, çünkü gerçek koruma, Lübnan’ın Siyonist projeye karşı direniş imajını ayakta tutan iç devrimden gelir.”

‘Her gün büyük bir kararlılıkla direniyorlar’

“Adalet ve barış artık sadece Lübnan’ın değil, bölgenin ve dünyanın meseleleri haline geldi” diyerek sözlerine devam eden Hulud el-Hamuş, “Lübnan, özellikle güneyi, ‘Doğu’nun İsviçresi’nden ‘Doğu’nun Askeri İsviçresi’ne dönüşmüş ve kalıcı bir çatışma arenası hâline gelmiş durumda. Lübnan yalnızca bir iç saha değil; aynı zamanda bölgesel ve küresel çatışmaların da sahası. Gazze’yi desteklemek, zalime karşı ezilenlerin yanında durmaktan başka bir şey değil ve bu tutumdan vazgeçemeyiz. Güney’in yeniden inşası halkın doğal hakkıdır ve bu hak, müzakereler ve askeri-güvenlik çözümlerindeki gecikmeler yüzünden erteleniyor. Yeniden inşa meselesi, güneyi halktan arındırmak amacıyla halka, hükümete ve direnişe karşı bir baskı kartı olarak kullanılıyor. Trajedilere rağmen, güney halkı evlerine dönmeye, zeytin ağaçları dikmeye, çocuklarını çadırlarda yaşamaya ve eğitmeye devam ediyor. Her gün büyük bir kararlılıkla direniyorlar. Bir hakkı olan onu terk etmez; peki bu hak, sabır ve direniş üzerine kurulu güney halkına aitse, ne kadar daha fazla beklemeleri gerek?” diye sordu.

‘Artık savaş yerel değil, bölgesel ve uluslararası’

Hulud el-Hamuş, Lübnan ve Gazze kartının artık ayrı olmadığını, aksine Yemen ve Irak’ı da kapsayan, İran’ın bölgedeki pozisyonları ve müzakereleriyle iç içe geçmiş daha geniş bir bölgesel denklemin parçası olduğunu belirtti. Hulud el-Hamuş, “Artık savaş yerel değil, bölgesel ve uluslararası boyut kazandı; karada, denizde ve havada yürütülüyor. Tüm bölgeyi kapsayan kapsamlı bir ateşkes sağlanana kadar baskı devam edecek. Bu savaşın çözümü, direnişçilerin kararlılığına ve azmine bağlı” şeklinde konuştu. Gelecekteki herhangi bir çatışmanın, daha önce kullanılmamış yeni kartların devreye girmesiyle denklemlerde radikal bir değişime yol açacağını söyleyen Hulud el-Hamuş, bunun İsrail’i şaşırtıp endişelendirebileceğini vurguladı. Hulud el-Hamuş, ayrıca devam eden yerinden edilmeyi “Siyonist oluşumun varoluşunun bedeli” olarak nitelendirdi.

‘Kadınlar devrimin özü’ 

Güney Lübnan ve diğer Arap ülkelerinde, özellikle de Filistin’de, kadınların yalnızca toplumsal bir unsur değil, devrimin özü ve yaşayan simgesi olduğunu vurgulayan Hulud el-Hamuş, son olarak şunları söyledi:

“Trajedilere ve zorluklara göğüs geren kadınlar, haklarını talep etmekten asla geri adım atmıyor. Bugün kadınların durumu, toprağın ve halkın durumudur. Savaşın tam ortasındalar, kenarda değiller. Lübnan ve Filistin’deki kadınlar, tehlike, açlık, hastalık ve vahşetle karşı karşıyalar. Kadın gazeteciler de savaş meydanlarında, savaşın tam ortasında rollerini yerine getirmekten çekinmiyor. Kadınların rolü yalnızca davayı savunmakla sınırlı değildir; aksine her düzeyde davanın en büyük destekçisidir. Dünyanın çeşitli ülkelerinden kadınlar, kuşatmayı kıran gemilere katılarak İsrail güçlerine karşı durdu. Bu topraklardaki kadınlar sadece mücadelenin ortakları değil, aynı zamanda adaletsizlik ve sömürgecilik karşısında kahramanlık ve onur örnekleri sunuyor.”