Göz gülmüyorsa yürek çölleştiğinden değildir

Bir coğrafya düşünün gülümsemelerinde dahi hüzün saklar yüz hatları insanlarının. Jiyan Tekoşin’de buradan yakalıyor “o gülümsemeyi” ve diyor ki “Sözün kısası tıpkı şu fotoğraftaki gibi analarımızın gözleri gülmüyorsa yürekleri çölleştiğinden değildir...”

JİYAN TEKOŞİN

Hasekê- Binlerce yılın biriktirdiği tüm acıları, birikimleri, güzellikleri bağrında taşımış ana! Gömülmesin sendeki güzellik; evrenin, toprağın, güneşin aşkına...  Bedenin ruhuna baş eğsin. Ölüm ruha özgürlük olsun ki tüm kavramlar anlam değiştirsin ve asıl anlamını bulsun. Acıların özgürlüğün bedeli olsun. Yaşam bulsun sendeki sır! Şimdiler de tüm sırlar utanmalı...

Asıl zamanda yaşananlar şimdilerde birer sır olarak kendisini koruyor. Yani yokluk hiç olmadı. Hep vardı, hep vardık. Hep hissettiren, kendisini bir şekilde yaşatan ana! Erk zihniyetin tüm zorluk ve engellerine rağmen mücadele azmini yıllar boyu gösteren ana! Arkeologlar bile kazılarında daha birçok sırrına kavuşamadı. O kadar var olduk ki, yokluk o derece dayatıldı.

Bazen bir fotoğrafta dile gelir bir tarihin gizemi, sırları. Mücadelenin yakıcılığı, asiliği bir ananın yüzündeki çizgilerde beliriverir. O çizgilerde dile gelir bilgelik. Yaşamı sayfa sayfa okumuş, tecrübe edinmiş ve günümüze taşımış analarımız, kültürümüz. Bakışlardaki derinliktedir suyun görünmeyen yüzü. Ne de çok şey değiştirildi, çalındı. Ve yalnızca yüzeyde kalanlar onlar. Asılı derin olanda yani görünmeyendedir. Asılı söylenmesi gereken ama gizlenendedir. Asılı aşk gibi beyin ve yüreğin sözleştiği üçgenin noktasında gizemini koruyandır. Yani o aşk, yaşam akışı sürekli olandır. Yani asılı hep oldu ve var olacak...

Bazen de gördüğümüz ama ifade edemediğimiz fakat derinliklerden bir yerlerde hissettiklerimiz vardır. Adını koyamayız belki ama hissettirdiği duygulardan eminizdir. Yani mesele sadece görmek, duymak, dokunmak değil. Birileri görmüyor, dokunmuyor diye o şey hiç olmadığı anlamına gelebilir mi? Mesela deniz kabukları hep ilgimizi çeker, severiz. İlk görüşte neden dikkatimizi çektiğini anlamayız belki de. Ya da siyah yılanın gizemi, havası bizleri sarar. Ama beden ve ruhumuzu saran, bizleri etkileyen nedir? Sadece hissederiz... fakat bu hissiyatı anlam ile bütünleştirdiğimizde ortaya bilgelik çıkar. Bilmeyi bilgeliğe kavuşturmak için anlamak ve yaşama uygulamak gerekir. Reber Apo, sosyalist olmak İnanna-Afrodit ve Prometheus imgesini somutlaştırmakla mümkün olduğunu söyler. Bu anlamda insanlığın ısrarı olan sosyalist bir özelliği kendimizde yaşatmamız için bu kültürü yaşatmak önemlidir.

‘Tanrıçalık kültürü evrensel yaşamın kadında somutluk kazanmış halidir.’ Kadının tanrıça özellikleri her ne kadar günümüzde çok aşınmışsa da asıl olan topluma damgasını vurmuştur. Birçok değerin yaratıcısıdır. Bunu bilip farkına varıp ve buna göre yaşamak muazzam bir heyecan ve mutluluk vermektedir. Çünkü kadın kültürü kolektifliği, bütünlüklü olmayı, saygıyı, sevgiyi, güzelliği içinde barındırır. Toplumun huzuru da burada gizli. Topluma yine birlikteliği, paylaşımı sağlayanda tanrıça kültürü olacaktır. O yüzden yaşam veren tanrıça kültürünün geliştirmek, yaymak için mücadele vermek dönemin ahlaki ve politik görevlerindendir. O yüzden varlık ve varlığımızı geliştirmek, toplumumuzun huzurunu sağlamak,  özgürlüğümüz elde etmek ahlaki bir görevdir. Ve bu görev kültürel soykırım altında olan Kürt toplumu için savaş, mücadele gerekçesidir. Özel de tanrıçaların izlerini taşıyan Kürt kadınlarının öncülüğü bu mücadelede belirleyici olacaktır.

Yani sözün kısası tıpkı şu fotoğraftaki gibi analarımızın gözleri gülmüyorsa yürekleri çölleştiğinden değildir. O gülümsemeyi biriktirdikleri ama yaşatacakları güne saklamalarındandır. Gözler gömülenler için yasta değil sadece gömülenlerin gün ışığına çıkması için umut etmektedir. Gözler duvarlara resmedilmiş aşkların yeniden yaşamsallaşmasına dönüktür. Yani gözler var olana, varlığını koruyana hep dönüktür.