Zanaattan Sanata Seramik
Seramik sanatçısı Hanife Buğurcu, K2 Güncel Sanatlar Merkezi’nin bünyesinde “Passiflora” ismini verdiği atölyesinde kişisel eserlerini üretip, seramik dersleri veriyor. Akademik anlamda eğitimini de seramik alanında yapan Hanife ayrıca yine aynı alanda yüksek lisans yapıyor ve “bellek” üzerine tez çalışması yürütüyor. Atölyesine katılan öğrencilerine seramik alanındaki bilgilerini özgür bir çalışma ortamında ve güdüleme yöntemiyle aktarmaya özen gösteriyor.
ZEYNEP PEHLİVAN
İzmir-Seramik, bir dönem zanaat olarak kabul gören; ancak özellikle 1950’lerden sonra Amerika’da yaşanan kırılmadan sonra günümüzde ifadesel bir sanat aracı haline dönüşüyor. Hanife Buğurcu, bu çok özel disiplini, sanatsal ifade araçlarından biri olarak kullanmayı yeğleyen seramik sanatçıları arasında yer alıyor. Kendisi sadece Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi'nde “Seramik ve Cam” bölümünden mezun olmakla kalmıyor, aynı zamanda yüksek lisansını da yine bu alanda tamamlıyor. Çocukluğundan beri elleriyle iş yapmaya ve toprakla temas etmeye olan eğilimi, onu seramik alanında uzmanlaşmaya götürüyor.
“Yeni bir şey gördüğüm zaman hemen nasıl yapıldığını, ne ile yapıldığını merak eden bir yapım var. Bu sorgulamalarla öğrenim sürecimi de her daim devam ettiriyorum. Yaşadığım sürece de bu öğrenme deneyiminin kesintisiz bir biçimde devam edeceğini düşünüyorum. Resim çizebilen biri değilim; çünkü iki boyutta aktarım yapmak pek bana göre değil. Kâğıt-kalem ilişkisinin beni kısıtladığını düşünüyorum. Bir nesneyi üç boyutlu haliyle görmeyi, dokunmayı, dönüştürmeyi, yaparken fikir değiştirmeyi sevdiğimden seramik benim için her zaman ilk sıradaydı. Üretim sürecinde seramiğin dönüşebilmesi, değişebilmesi, malzemenin bazen eğimlenip yapana karşı olumlanmaması bile dönüştürmek zorunda bırakılabiliyor. Bu süreçlerin hepsi, beni seramikle uğraşmaya yöneltti”
“Hem farklı disiplinlerden beslenen bir sanat hem de bir deney aracı”
Hanife, akademik eğitimi sırasında; fotoğrafçılık, heykel, aksesuar tasarımı, sinema gibi farklı sanat disiplinlerinden de dersler alarak kendini geliştirmeye özen göstermiş. Akademinin, yaptığı işlerin alt metinlerini oluşturabilmesinde, araştırmaya yöneltmesinde katkısını oldukça önemsiyor.
“Seramik bir yandan deney yapmakla, yani kimyayla da çok içli dışlı bir bölüm. Ne kadar çok alanla ilişkilenirseniz o kadar besleniyorsunuz. Hepsinin bir dili var ve hepsi birbirini besleyen sanatlar. Seramiği belki iyi yaparsınız evet; ama doğru fotoğraf çekmeyi bilmiyorsunuzdur ve o iş dışarıdaki birine ulaştırırken tam da bu nedenle iyi sonuç alamazsınız. Bir işi yaparken alt metin yazmanız gerekir ama yeterli kuramsal bilgiye sahip değilseniz işiniz yine kötü sonuçlanmak durumunda kalır. Bu noktada akademinin önemli ve çok gerekli olduğunu düşüyorum. Seramik benim için ifadesel bir araç. Bir bardak da üretebilirim, bir heykel de; ne isterseniz ona dönüşebilen bir malzemedir seramik. Ancak piştikten sonra müdahale edemiyorsunuz. Yapımda istediğiniz kadar müdahale ediyorsunuz; ama piştikten sonra malzeme, müdahaleye izin vermiyor. Adeta malzeme ne isterse o oluyor.”
“Öğrencilerimle usta-çırak ilişkisi kuruyorum”
Hanife ilk kez bir atölye sürecine dahil olmuyor. Bundan daha önce de yaklaşık 3 yıl kadar farklı bir mekanda yine dersler verip eserler üretmiş. Kendisi, öğrencileriyle belli bir müfredata bağlı kalmaksızın ve en önemlisi “usta-çırak” ilişkisini gözeterek, öğretimin çok daha verimli bir şekilde gerçekleşebileceğini düşünüyor.
“Derslerimde daha özgür bir anlatım üzerine gidiyorum. Ben başlangıçta çamurla ne yapabileceklerini anlatıyorum. Sonrasında öğrencilerimiz alan kullanım ücreti veriyorlar ve beraber çalışıyoruz. Onlar ne yapmak isterlerse onu yapıyorlar. Teknik olarak öğrenmeleri gereken konularda da güdüleme yöntemini tercih ediyorum. Öğrenci çalışırken, tekniklerden bahsedip yapılan örnekleri sunarak öğrenciyi araştırmaya sevk ediyorum. Bu mekânı ve bildiklerimi paylaşıyorum, kimse için “Duayen yapacağım” şeklinde bir iddiam yok. Ayrıca bu samimi de değil. Atölyemizde seramik fırını olması çok önemli. İşin pişirme tarafına geçip mutfağını da görebiliyorlar. Heykel yapan öğrenci ile tabak yapan öğrenci aynı derste olabiliyor. Bu anlamda farklı çalışmaları gözlemleyip birbirilerinden de öğrenim sürecine devam ediyorlar. Bu da gelişmelerini sağlıyor. Aynı anda aynı işi yapmaları belki de onları sıkabilir diye düşünüyorum. Yeni başlayacak olanlarla ilerleme kat etmiş öğrencilerimiz de aynı ortamda çalışabiliyorlar. Hem ilerlemiş öğrenci yeni başlayan birinde kendi geçtiği yöntemleri pekiştirmiş oluyor, hem de yeni başlayan ileride ne yapacağını görebiliyor. Bu da insanların özellikle hoşlarına gidiyor. Yeni başlayacaklar buradan korkularını atarak gelebiliyorlar.”
“Kadınlar üretmeye de yaratmaya da alışkındırlar”
Hanife, atölyesinin ismi olan Passiflora’dan da az çok anlaşılacağı üzere toprakla ve çamurla uğraşmanın bir terapi yöntemi olduğu görüşünde. Atölyesine erkekler veya çocuklar da katılıyor; ama kadınların yeri elbette onun için bir başka. Çünkü Hanife, kadınların üretmeye ve yaratmaya en alışkın varlıklar olduğu görüşünde. Tedirgin olarak gelen öğrencilerine, bu işin aslında çocukluğumuzdan beri çamurla olan ilişkimiz kadar kolay olduğunu anlatıyor.
“Kadınlar derslerime biraz sıkılmış ya da yorulmuş insanlar olarak geliyorlar. Bu bir hobi ve aynı zamanda seramik ciddi anlamda bir terapi malzemesi olarak kabul görür. Bu nedenle de sıklıkla dramalarda kullanılır. Daha önce özel eğitim gereken çocuklarla çalışırken de seramiği kullanmıştım. Çünkü biliyorum ki toprağın iyileştirici bir etkisi var. Düşünsenize, dokunup toprağa şekil veriyorsunuz. Bir nevi tanrıcılık oynamak gibi! Kadınlar üretmeye, yaratmaya daha alışkındırlar. Kadınların geri dönüşleri çok daha güzel oluyor. Bu anlamda daha uzun süre katılım gösteren öğrencilerimizin çoğu kadınlardan oluşuyor. Buradan iki tane seramik okuma kararı alan öğrencimiz de çıktı ama hala bizim atölyemizden de vazgeçmiyorlar. Okulda kullanabilecekleri bir atölyeleri olmalarına rağmen buradan beslendiklerini düşünüyorlar. Bunları duymak benim için çok güzel bir duygu.”
Boyalarını kendi üretiyor
Hanife çocukluğumuzdan beri oynadığımız çamurun ham maddesi olan seramiği isteyen herkesin yapabileceğini sık sık vurguluyor. Aynı zamanda ekonomik koşullar açısından zorlanıldığı noktalarda, isteyenlerin bazı malzemeleri bizzat kendilerinin üretebileceğini söylüyor. Örneğin 7-8 yıldır, işin en önemli kısımlarından biri olan boyaların üretimini doğrudan kendisi yapabiliyor. Bu anlamda satın alabileceğinden çok daha ucuza, üstelik de kendi istediği miktarda ve türde renkler üretebiliyor.
“Çamur katkılı boyalar, oksitler ya da pigmentlerle üretiliyor. Renkleri üretmek tamamen bir deney süreci. Nasıl renge ulaşacağınızı ve sonuçlarını deneylerle kavrayabiliyorsunuz. Boya üreten bir arkadaşımı görüp kendimi bu alanda da geliştirdim. Bulamadığım bir rengi kendim üretebiliyorum. Böyle bir katkısı var. Bir yere bağımlı halde yaşamıyorum. Aslında isteyenler bunu kendilerini yapabilir, aşırı zor da bir yanı yok. Tabi ana malzememiz çamuru çamur yataklarından temin ediyoruz. Bu da çok deneysel bir süreç. Farklı yerlerden örnekler alıp denedik ama istenilen sonuca ulaşamadığımız için yurt dışından almak durumda da kalıyoruz. Bu anlamda renk konusunda bağımsızlığımı sürdürüyorum. Her konu da bağımsız olmanın önemli olduğunu düşünüyorum ama çamuru maalesef dışardan almak durumunda kalabiliyoruz. Renk üretmeyi de bir anlamda imkânsızlıklar yüzünden öğrendim. Lisans öğrencisiyken bütçemi aşan malzeme fiyatları yüzünden boya yapmaya başladım. Bu durum bir alternatif ararken bana çok katkısı oldu. Küçücük bir boyaya yüklü miktarda para vermek yerine aynı paraya çok daha fazla boya üretebiliyorum. İşimizde renk çok önemli, doğru rengi bulabilmek. Yurtdışında hammaddeye ulaşmaları hem daha ucuz ve kolay biz de iş biraz daha meşakkatli olabiliyor. Daha çok çeşide ulaşabiliyorlar.”
Seramik ile bellek üzerine çalışıyor
1950’lerde Amerika’da başlayan bir kırılmayla zanaat olmaktan çıkan seramik, günümüzde artık tam manasıyla bir sanat olarak kabul görmüş durumda. Bugün seramik yalnızca biblo veya mutfak malzemesi üretilen bir zanaat olmaktan çıkıp sanatsal bir ifade aracı olarak kullanılıyor. Hanife, seramiğin aynı zamanda hafızası olan bir malzeme olduğunu ve yüksek lisans tezinde bu nedenle “bellek” konusuna odaklandığını söylüyor.
“Bellekle ilgili çalışmam da aslında duygusal bir sebepten çıktı diyebilirim. Uzunca süre ailemden bir Alzheimer hastasıyla yaşadım ve belleğin yaşamımızda ne denli önemli olduğunu o süreçte çok daha iyi kavradım. Bu alanı; kültürel bellek, toplumsal bellek gibi konulara kadar geniş bir çerçevede inceledim. Belleğimizin bize tutulan bir ayna gibi olduğunu düşünüyorum. Bu alanda spesifik olarak gözlerle ilgili bir çalışmam oldu. O dönem, tam 40 kişiden göz kalıplarını aldım. Gözlerimizle belleğin ilişkisini düşünerek bu çalışmayı gerçekleştirdim. Bu kalıplar uzaktan bakınca yanmış yapraklar gibi görünüyorlardı. Projem tek bir çizgi halinde sergilendi.”
Pandemi sürecinde de derslere devam!
Hanife’nin atölyesi, pandemi sürecinin başlamasıyla beraber, 3-4 ay kapalı kalıyor. O sürede kişisel işlerine yoğunlaşıyor. İnsanların ekonomik sebeplerinden dolayı önce hobilerini bırakmaya mecbur kaldıklarını belirtiyor; ancak ondan ders alan bağ kurduğu öğrencilerinin devam etme talepleriyle eğitimlerini sürdürüyor.
“Üç-dört ay kapalı kaldığımızda kişisel çalışmalarıma devam ettim. İnsanlar hobilerine maddi ve manevi zaman ayıramazlar diye düşünmüştüm. Bu süreçte öğrencilerim ise devam etmek istediklerini söylediler. Bunu birlikte kurduğumuz bağa bağlıyorum. Şimdi sosyal mesafe kurallarına dikkat ederek birebir dersler yapıyoruz. Ayrıca yine 3-4 kişilik guruplarla internet üzerinden çevrimiçi iletişim uygulamalarıyla dersler yapmaya başladık.”