Kadınların sesiyle Rakka’da yas ve dayanışma: Ağıtlar

Acıyı ifade etmenin en eski yöntemlerinden biri olan ağıtlar, kadınların dilinde sözlü miras olarak devam ediyor.

SİLVA EL-İBRAHİM

Rakka- Kuzey ve Doğu Suriye, Kürt ve Arap halklarının zengin mirasıyla yoğrulmuş bir kültüre sahip. Bu halkları bir araya getiren geleneklerden biri de ağıtlardır. Halk arasında buna “naî” denir. “Naî” kelimesi, ölüm haberini duyurmak anlamına gelen "ne’â" fiilinden türemiştir. Bu ağıtların amacı, zamanın felaketleriyle birlikte biriken olumsuz duyguların dışa vurumudur.

Rakka Kantonu’ndan kadınlar, ağıt geleneklerini “na‘âwât” olarak adlandırıyor. Bu gelenek bu bölgede köklü bir geçmişe sahip. Ağıt, bir tür yas anlamına geliyor ve bazen bir çeşit sitem olarak da karşımıza çıkıyor. Yani bu şiirler, keder ve acı gibi duyguları ifade ediyor. Ağıtlar ya da kısa maniler klasik Arapça ile değil, yerel ağızlarla söyleniyor. Genellikle bu tür ağıtları en iyi bilenler de kadınlar oluyor.

‘Ağıtlar kalbin yangınıdır’

Rakka’nın kuzey kırsalında yaşayan Halise Hasan, hayatında pek çok acı deneyim yaşamış biri olarak şöyle diyor: “Ağıtlar, kalpleri kavuran acı duyguların tercümesidir. Acı çeken birinin yanında ağıt söylendiğinde, dinleyenlerin kendi acı dolu hatıraları da canlanır ve bu ortak acıyla bir dayanışma doğar.”

Halise Hasan, taziyelerde ağıtların başrolde olduğunu belirterek “Baba, anne, kız kardeş, erkek kardeş ya da evlat kaybı için ayrı ayrı ağıtlar vardır. Bir kadın taziye çadırına geldiğinde ve orada acısını dile getiren başka kadınların ağıtlarını dinlediğinde, kalplerdeki yas duygusu yeniden canlanır. Böylece merhumun ailesi, acılarının yalnız olmadığını hisseder” diyor. Bu manilerin doğaçlama, yani önceden hazırlanmış değil, samimi duygularla o an gelen sözlerle söylendiğini vurguluyor.

Acının melodisi

Halise Hasan da 10 yıl kadar önce anne-babasını ve eşini kaybetmiş. O zamana kadar ağıt söylememiş. Ama bu kayıpların ardından, her taziyeye gittiğinde yeniden yaşadığı acılarla içindeki ağıtlar dile gelir olmuş: “Eşimle birlikte evin tüm yükü bana kaldı. Paylaşacak kimsem kalmadı. Annem ise aileyi bir arada tutan kişiydi, o gittikten sonra ev de sessizliğe büründü.”

Halise Hasan, ağıtların sadece bir yakının ölümüyle sınırlı olmadığını göç, zorunlu yer değiştirme, Suriye krizi gibi büyük toplumsal acıların da ağıtlarla dile getirildiğini ifade ediyor. Ayrıca, düğünler ve sevinçli anlar için de halk ezgileri dillendiriliyor. Halise Hasan, “Düğünlerde, gurbetten dönenler için, doğum gibi mutlu olaylarda söylenen halk ezgileri var. Her toplumsal halin kendi ritüeli var. Acının da sevincin de kendine has sözleri, melodileri var” şeklinde konuşuyor. Bu sözlü geleneklerin günümüzde genç kuşaklar arasında unutulmaya yüz tuttuğunu belirten Halise Hasan, “Günümüzün modern şarkıları toplum kültürüne sızdı ve eski kültürel yapıyı gölgede bıraktı. Şimdiki popüler şarkılar içerik açısından tamamen boş” diyor.

‘Ağıt yaşanmışlık ister’

Yazi El-Ali, Halise Hasan’ın söylediklerini doğrulayarak “Ağıt söylemeyi taziye çadırlarında öğreniyorsun. Kadınlar arasında söylenen ağıtlar zamanla hafızaya kazınıyor ve içselleşiyor” diye ifade ediyor.

Yazi El-Ali, boğuklaşan sesiyle gözyaşlarını zor tutarken, annesi için bir ağıt söylüyor. O da ailesinden birçok kişiyi kaybetmiş. Ayrıca, Türkiye destekli cihatçı grupların işgal ettiği Girê Spî sınırında bulunan köyünden göç etmek zorunda kalmış. Yazi El-Ali, “Bir ömür boyu çaba harcadığım yuvamı terk ettim. Kardeşlerim savaş yüzünden dağıldı. Artık bir araya gelemiyoruz. Bu yaşadıklarım kalbimde zamanın çizdiği yaralar oldu. İşte bu yüzden ağıt yakıyorum. Hayattaki her deneyim bir derstir. Ve her dersin bir bedeli vardır. Okullarda bu öğretilmez” şeklinde konuşuyor.