İstanbul Sözleşmesi tartışmalarına cevap: Anayasa

Avukat Şule Recepoğlu, ajansımızın hukuk köşesinde her hafta Türkiye’deki yasal düzenlemeleri, kadınların yasalardan doğan haklarını, bu hakların ne kadarının uygulandığını ve ne kadarının görmezden gelindiğini yazacak. Şule Recepoğlu aynı zamanda bu sistem içinde örnek davaları da ele alarak kadınların neler yapmaları gerektiği konusunda mini yol haritaları çizecek.
Avukat Şule Recepoğlu
Eril zihniyet ve mülkiyet anlayışının hakim olduğu sistem içinde “Töre-namus-Aile Birliğinin Korunması” adı altında şiddete maruz kalan ve şiddete uğrama tehlikesi bulunan sadece kadınlar olmadığı,  diğer bireylerin cinsel yönelimine karşı da tehlike bulunduğu  için  “Cinsiyet Temelli Şiddet Riski bulunan bireyler’’ kavramı çok sık yazı dizimiz içinde kullanılacaktır. 
Geçmişte tartışmalı da olsa yasal düzenlemeler ve uygulamalar için kadın örgütleri ile birlikte çalışmalar ortaklaştırılmış ve neticesinde İstanbul Sözleşmesi’nin imzalanmasından sonra 4320 sayılı yasa yerine 6284 sayılı yasa ve bu yasanın uygulanmasına ilişkin yönetmelik ile kadına yönelik her türlü şiddete karşı yasal güvenceler genişletilmiştir.
Hedeflerden biri gündemin geliştirilmesi
Kadına şiddet uygulayanlara cezai yaptırımlar uygulanırken bunun yanında şiddet mağdurunun uğradığı maddi ve manevi zararların tazmini de Türk Medeni Kanunu kapsamında özel düzenlemelerle güvence altına alınmaktadır. 
“Kadına yönelik şiddetin önlenmesi” için düzenlenen 6284 sayılı kanun, şiddete neden olan söylem ve eylemlerin adli, idari birimler ve yargı makamları eli ile bir bütün olarak kaynağını mevzuatlardan ve uluslararası sözleşmelerden almasına rağmen; mevzuatların ve uluslararası sözleşmelerin yanlış yorumlanması, içtihatların kapsayıcı olmaması, yasal boşluklardan kaynaklanan sorunların giderilmesinde eksikliklerin giderilmemesi, bürokratik süreçlerin kadınların korunmasında yetersizliği, bir bütün olarak devletin negatif ve pozitif yükümlülüklerini yerine getirmemesinden kaynaklanan sorunlar üzerine  tartışmalarla “toplumsal cinsiyet eşitliği”, “cinsiyet temelli şiddetin önlenmesi”, “şiddetin tanımı”, “kadının sosyal, ekonomik alanda ve yargıda eşitliği” üzerine hukuksal tartışmaları ile gündemin geliştirilmesi bu köşenin amaçlarından biri olarak hedeflenmiştir. 
Mevzuatların varlığı koşullarında yeterlilik seviyesinde olması bir yana,  Soruşturma aşamasında etkin soruşturma yürütülmemesinden kaynaklı yaşanan ihlaller, yargılama usulü, mahkeme kararları, şiddetin önlenmesi ve şiddete karşı koruma için mekanizmaların işletilmemesi gibi hususlardır.
Bu hususlar STK ve derneklerin de raporlarında teşhir edilmektedir. Bu çalışmalara ilişkin burada da ayrıca destek verilecektir. 
Yazı dizimizde “cinsiyet temelli şiddetin önlenmesi’’ amacıyla hukuki güvencelerin yerinde ve etkili bir şekilde uygulama alanı bulabilmesi adına tazyik oluşturmak amaçlanmaktadır.  
İstanbul Sözleşmesi’ne ilişkin tartışmalarda anayasal iki yüzlülük
Cinsiyet temelli şiddete uğrama tehlikesi bulunanlar için hukuki güvenceler sadece İstanbul Sözleşmesi ve  6284 sayılı yasa ile sınırlı değildir. Bu güvenceleri Anayasa maddelerinde, sözleşme ve mevzuatın yürürlülük tarihinden önce düzenlenmiş maddeler de olduğu görülmektedir. 
1982 Anayasası “Devletin temel amaç ve görevleri” başlıklı MADDE 5’te “kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.” şeklinde düzenlemesi ile devletin şiddete karşı bireyin korunmasını emreden pozitif yükümlülükleri vardır. 
“Kanun önünde eşitlik” başlıklı 7/5/2004 tarihinde MADDE 10’a ek fıkrası ile getirilen düzenleme “Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. (Ek cümle: 7/5/2010-5982/1 md.) Bu maksatla alınacak tedbirler eşitlik ilkesine aykırı olarak yorumlanamaz.” der.  Bireylerin kanun önünde de ve yaşamın her alanında eşit şekilde yaşam sürmesini sağlayacak olanakları sağlamak zorundadır. 
Yasaların bu konuda yetersiz olması da yasa koyucu ve uygulayıcıların da bu konuda gerekli tedbirleri almaması ve çalışmaları yürütmemesi de devletin pozitif yükümlülüklerini yerine getirmediğini gösterecektir. 
Kişinin dokunulmazlığı, maddî ve manevî varlığı başlığı altında düzenlenen MADDE 17’de Herkes; yaşama, maddî ve manevî varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir. Bireyin bu hakkının ihlaline neden olacak her türlü tehlikeden koruma devletin sorumluluğunda olacak ve burada devletin bireylere karşı işlemlerindeki tehlikeyi önleme değil bireyler arasında gerçekleşen birbirlerinin maddi ve manevi varlıklarına zarar verme tehlikelerini de ortadan kaldırma ya da bireyleri diğer bireye karşı koruma yükümlülüğü vardır. 
Yine Anayasa MADDE 41’de devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, şeklinde düzenlemeleri de mevcuttur.
Anayasa’dan kaynaklı yükümlülükler
Buna ilişkin örnek AYM kararları da; Anayasa ile güvence altına alınmış hakların korunması için devlete yüklenmiş yükümlülüklerin, 6284 sayılı mevzuatta sayılı maddelerde sıralanmış tedbirler dışında geliştirici olmasını yorumlamıştır.
Hal böyle olunca İstanbul Sözleşmesi’ne atılan imzanın kaldırılması, sözleşmenin “şiddeti ortadan kaldırmadığını, aile yapısına da zarar verdiğine” ilişkin sığ tartışmalara karşı cevap, sözleşmeden önce Türkiye Anayasası’nda devletin “Cinsiyet temelli şiddeti yasaklayan, şiddete karşı önleme ve koruma yükümlülükleri”’ olan düzenlemeleri de Anayasa’nın kendisinde koruma altına alınmıştır. 
Anayasa MADDE 10. Ek Fıkrası’nın yürürlük tarihine bakıldığında mevcut iktidarın zamanında 2010 yılında “kadın erkek eşitliğine’’ ek düzenleme getirdiğini görüyoruz. Ayrıca bu hakların uygulanmasında “toplumsal cinsiyet temelli eşitlik” politikasının yaşama geçirme yükümlülüğü de mevcuttu. 
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa olmasa da “Cinsiyet temelli şiddet tehlikesini” ortadan kaldırmak, önlemek, bireyi bu tehlikeden korumak devletin Anayasa’dan kaynaklı pozitif yükümlülüğüdür.  
İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa olmasa da “Cinsiyet temelli şiddet tehlikesini” ortadan kaldırmak, önlemek, bireyi bu tehlikeden korumak devletin zaten Anayasa’ dan kaynaklı pozitif yükümlülüğüdür. 
Bir sonraki yazımızda “Anayasa Mahkemesi kararlarına göre ‘cinsiyet temelli şiddetin’ önlenmesi ve korunmasına karşı devletin pozitif yükümlülüğü nelerdir?’ sorusunun cevaplarına odaklanacağız.