Bir hak arama yöntemi: Açlık grevi 117. günde

“İmralı Cezaevi’ne uygulanan tecrit bir politik sebeptir. Aynı sebeple Türkiye’de Kürt mahpuslar da eş zamanlı ağır tecrit ve başka hak ihlallerine maruz bırakılmaktadır.”

Avukat Şule Recepoğlu

Tarihten günümüze uzanan açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri yöntemine ilişkin farklı görüşler bulunmaktadır. Haklı ve meşru bir yöntem olarak gören de var, insan hayatını çok ciddi tehlikeye düşürdüğünden mesafeli yaklaşan da var. Ya da “bu eyleme neden başvurulur” diye düşünmeden ya da düşünülmesine engel olacak şekilde kriminalize edip karşısında duran da.

Esas mesele, açlık grevi ve ölüm orucu eylemleri yöntemine neden başvurulur? Açlık grevleri, Türkiye’nin yakın tarihinde özellikle cezaevlerinde mahpusların yaşadıkları hak ihlallerine karşı başvurduğu bir yöntem olarak karşımıza çıkıyor.  Özellikle siyasal atmosfere göre şekillenen süreçlerde, cezaevlerinde hak ihlalleriyle birlikte Kürt mahpuslar insanlık dışı muamelelere de maruz kalıyor. Hapishanelerde yaşanan hak ihlalleri, tecrit, demokratikleşme süreçlerinin tıkanması vb başlıklar cezaevlerindeki hak arama yönteminin seyrini de belirliyor. Bu yöntemlerden biri de açlık grevi. Mahpuslar yaşadıkları saldırı, tecrit ve ihlallere karşı önce yetkili kurumlara yönelik çağrı ve girişimlerde bulunur, bu çağrı ve girişimlerden sonuç alamayınca son çare olarak, kamuoyu yaratabilmek ve sonuç alabilmek için açlık grevine girerler.

Sınırlandırılan mücadele

Çoğunlukla, mahpusların taleplerinin haklı ya da haksız olmasının tartışılmasına geçilemeden yöntemi tartışılır ve kriminalize edilir. Böyle olunca da toplumun büyük bir kesimi açlık grevi eylemcilerine ya mesafe alıyor ya da yok sayıyor.  Belli bir kesim, yaşanan hak ihlallerine karşı vicdanen rahatsız olsa bile bu taleplere karşı ihtiyatlı olabiliyor. Bir kesim de eylem biçimi kriminalize edildiği için taleplerin Anayasal bir hak olup olmadığıyla ilgilenmeksizin karşısında durmayı tercih ediyor.

İnsan hakları temelli taleplerin kamuoyunca duyulmasına, anlaşılmasına engel olunacak bütün basın yayın araçlarının üç maymuna dönüştürülmesi, kitlesel eylemlerin yaptırılmaması, taleplerin dile getirilmesini sağlayan avukatlar, insan hakları ve hukuk kurumları bile kriminalize edilerek yargılama tehdidi altında çalıştırılamaz hale getirilmesi gibi, baskıcı uygulamalar devreye giriyor. Haliyle, politik mahkumlara uygulanan insanlık dışı muamelelere karşı toplumun muhalif olan kesimi, bu kesimlerce kurulan dernek ve STK’ lar ya da bu kesimin siyasi partisi ile sınırlı kalan bir mücadeleye dönüşüyor.

Dünden bugüne grevler

Dünya tarihinde de yakın zamanda Türkiye tarihinde de açlık grevleri ve ölüm orucu eylemleri, bir ülkede hak arayışının artık başka hiçbir yöntemle sağlanamadığı imkansızlıklar karşısında gerçekleştiğini gösteriyor.

Bunlara örnek; ölüm orucu ve açlık grevlerinin Türkiye tarihine kısaca bakılırsa; cezaevinin kötü koşulları ve yoğun işkenceye tepki olarak 1982 yılında gerçekleştirilen açlık-ölüm orucu grevinde Kemal Pir, Hayri Durmuş, Akif Yılmaz ve Ali Çiçek yaşamlarını yitirirler.

1984 yılında ise tek tip elbise uygulamasının kaldırılması, işkencelerin sona ermesi, insani ve sosyal yaşam koşullarının düzenlenmesi ve siyasi tutukluluk hakkının tanınması talepleri ile başlayan açlık grevi eylemleri sonucunda Diyarbakır ve Sağmalcılar cezaevlerinde altı kişi yaşamını yitirir. 1995 ve 1996 yıllarında birçok cezaevinde kitlesel açlık grevleri yaşanır ve sonucunda ikisi 1995’te, 12’si de 1996’da olmak üzere on dört kişi yaşamını yitirir.

12 Eylül 2012’de de cezaevlerindeki açlık grevcileri PKK lideri Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılmasını ve Kürt sorununa demokratik-barışçıl çözüm bulunmasını talep ettiler. 68 gün süren eylem Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile sona ermiştir.

2016 yılının Eylül ayında 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrası tecrit koşullarının devam etmesi ve kendisinden haber alınamaması nedeniyle bir grup siyasetçi Diyarbakır’da açlık grevine başlamıştı. Sekiz gün süren bu eylem kardeşi Mehmet Öcalan’ın İmralı’ya giderek Abdullah Öcalan ile görüşmesiyle ve onun çağrısıyla sona ermişti.

DTK Eşbaşkanı Leyla Güven ile 2019 yılında başlayan ve sonrasında farklı ülkelerde birçok kişinin de katıldığı ve son olarak Türkiye’deki cezaevlerinde yüzlerce tutuklunun devam ettiği bir açlık grevleri süreci yaşandı. Talepler ise; Abdullah Öcalan üzerindeki tecridin kaldırılması ve Kürt sorununda savaşçı politikalardan vazgeçilmesi.

26 Kasım 2020’ de başlayan bugün 117. gününde, Türkiye’ deki cezaevlerinde yürütülen açlık grevi ise yine tecrit ve yaşanılan diğer hak ihlalleri gündemi ile devam etmektedir.

Keyfi ve baskıcı uygulamalar

1999’ dan beri İmralı yüksek güvenlikli cezaevinde hükümlü olarak kalan Abdullah Öcalan ve İmralı Cezaevi’ne sevk edilen 2015 tarihinden itibaren PKK’li hükümlü diğer mahpusların evrensel tüm hukuk kurallarına aykırı şekilde tecrit altında tutulması ve Türkiye’ nin diğer tüm cezaevlerinde bir türlü çözülmek istenmeyen politik sürece göre de dönem dönem daha şiddetli artan hak ihlalleri, insanlık dışı uygulamaların çözümü bir türlü giderilmemiştir.

Türkiye’ de yıllardır özellikle Kürt tutuklu ve hükümlülerin tutuldukları cezaevlerinde; insan hakları dernekleri, STK’lar ve uluslararası kurum ve kuruluşlarının düzenledikleri raporlarında, AYM ve AHİM kararları ile de tespit edilen ihlallerde gündeme geldiği üzere; Türkiye’deki cezaevlerinin insan haklarına uygun olmayan genel koşulları ile birlikte ayrıca politik sebeplerle de mahpuslara yönelik keyfi ve baskıcı uygulamaların ciddi bir sorun olarak mevcut olmasıdır.

İnsan kakları temelli kurumlar cezaevlerinde yaşanan sorunları raporlandırmıştır. Bu raporlar TBMM insan hakları komisyonlarına taşınmıştır. Milletvekilleri tarafından TBMM gündemlerine getirilmiş, bu konularda araştırmalar istenmiştir. Tespit edilen sorunların giderilmesi için yetkililerle görüşmeler sağlanmıştır.

Uluslararası kurumlardan gelen heyetler üzerine Türkiye cezaevlerinde ağır tecrit ve çok ciddi hak ihlalleri yaşandığı hususunda hükümete yetersiz de olsa baskılar yapılmıştır ancak bu sorunların giderilmesi mümkün olmamıştır.  Hukukçular tarafından yüzlerce başvuru yapılmıştır. Başvurular neticesinde İlk derece mahkemeleri tarafından genellikle hukuka aykırı gerekçelerle kararlar verilmiştir.  

Cezaevi kurum çalışanlarının işledikleri suçlar, keyfi uygulamaları  soruşturulamamış ve yaptırımsız bırakılmıştır. Bu durum kurum çalışanları ve yetkilileri açısından daha da teşvik edici olmuştur.

AYM ve AHİM kararlarından onlarca ihlal kararı alınmıştır. Ancak İhlallerin ortadan kaldırılması için ne uygulayıcıların işlemleri ne de yasal düzenlemeler  Anayasaya ve evrensel hukuk kurallarına uygun hale getirilmemiştir. Bazı hususlar da Avrupa Birliği’ne uyum amacı ile yasal değişlikler olmuşsa da politik mahkumlar açısından uygulama da bu yasal düzenlemelere aykırı işlemlere devam edilmiştir.

Kürt mahpuslara özel politika

Türkiye’de çözüm süreci gibi bir sürecin başarısızlıkla sonuçlanması ile birlikte Türkiye cezaevlerinde Kürt politik mahpuslara yönelik ayrı bir politika izlenmeye başlanmıştır. Özellikle hasta mahpuslar bu süreçten sonra daha da ağır koşullarda tutulmaktadır. İmralı Cezaevi’ndeki tecrit Türkiye cezaevlerinde bulunan politik mahpuslar için bir hukuk mücadelesi ve yaşam mücadelesidir.

Cezaevlerindeki mahpusların politik sürecin gidişatına göre değişen insanlık dışı uygulamalara maruz bırakıldıklarını, hasta mahpusların yaşamlarının bazı politik gündem ve süreçlere göre rehinelere uygulanan yöntemlerle pazarlık konusu edildiği görülmektedir. Bunları görmek ve dile getirmek için yakın ideolojilere sahip olmak gerekmiyor.

Abdullah Öcalan 1999’da Türkiye’ye getirildiği andan bugüne değin tam 21 yıldır tecrit altında insanlık dışı muameleye maruz bırakıldığı, gerek Türkiye’deki insan hakları ve hukuk dernekleri tarafından gerekse uluslararası kurumlarca düzenlenmiş onlarca raporla bilinmektedir.

Uluslararası Af Örgütü’nün Ağustos 1999 tarihli yayınında “Adil Olmayan Yargılama Ardında Türkiye Abdullah Öcalan Davası” ile yaşanan hak ihlallerini ve tutulma koşullarını gündem almıştır.

O tarihten bugüne kadar da Abdullah Öcalan ve İmralı Cezaevi ile ilgili hukuka aykırılıklar devam etmektedir. İşkenceye varan tecrit ve uygulamalar sadece Abdullah Öcalan için değil 2015 yılında İmralı’ya sevk edilen diğer mahpuslara da yaşatılmaya devam edilmektedir. Hukuka aykırı gerekçelerle ve keyfi şekilde avukat ve aile ziyaretlerinin yapılmasına aylarca bazen yıllarca izin verilmemiştir.

İnsanlık dışı uygulamalara devam ediliyor

2012 yılında gerçekleştirilen “Tecrite son” gündemli açlık grevi sonrası kardeşi tarafından ziyaret edildi. 2016 açlık grevi sonrası avukat ve aile ziyareti yapıldı. Açlık grevleri sonrası yaşanan kamuoyu baskısı ve uluslararası tepkiler sayesinde ancak kısıtlı şekilde aile ve avukat ziyareti gerçekleştirilmiştir. 2018 yılında gerçekleşen ve 2019 da biten açlık grevi sürecinde de yine avukat ve aile görüşmesi sağlanabildi. Açlık grevlerinden önce onlarca açıklama ve başvurulara karşın anayasal haklarının kullanımı hep keyfi şekilde engellenmiştir. İmralı Cezaevi’ne uygulanan tecrit aslında bir politik sebeptir. Aynı sebeple Türkiye’de Kürt mahpuslar da eş zamanlı ağır tecrit ve başka hak ihlallerine maruz bırakılmaktadır.

İşkencenin ve Gayriinsani ya da Küçültücü Ceza veya Muamelenin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi'ne taraf olan Türkiye’ye de periodik zamanlarda, sözleşmeye aykırı uygulamaları tespiti ve ihlalleri önlemek amacı ile ziyarete gelen Avrupa İşkencenin ve İnsanlık dışı veya Onur kırıcı Ceza veya Muamelenin Önlenmesi Komitesi'nin (Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi, CPT) 2019 tarihli raporun da bir kez daha İmralı Cezaevi’ne yönelik cezaevi koşullarının sözleşmeye aykırı olduğunu aile ve avukat ziyaretlerinin gerçekleşmesi hususunda yetkililerin yasaya uygun davranması gerektiğini tavsiye etmiştir. Buna rağmen bugüne değin İmralı’ da kalan mahpuslara yönelik yasaya uygun koşulların yaratılmadığı aksine insanlık dışı uygulamalara devam edildiği görülmektedir.

Devletin korumakla yükümlü olduğu mahpusların en temel ihtiyaçlarını karşılaması için bile yürütülen hukuki mücadeleler, diplomatik tüm görüşmeler ve girişimler birçok süreçte yetersiz kalmıştır. Yüzlerce insanın kendi yaşamını tehlikeye sokacak eylemler, bu yetersizlikler karşısında gerçekleşmektedir. 

Türkiye cezaevlerinde yaşanan hak ihlalleri yıllardır başka gündemlerin gölgesinde kalmıştır. İnsan hakları derneklerinin, STK’ ları, hukukçu akademisyenlerin, avukatların, baroların, bazı hukuk kurumlarının hatta İnsan hakları aktivist ve avukatlarının bile yasaya, hukuk ilkelerine, evrensel insan haklarına uygun uygulama talepleri bile toplumda ancak genel kabul görecek kesim ve kişiler ya da olaylar açısından mümkündür.

Kısacası, belli suçlara yönelik hükümlü ve tutukluların Anayasal talepleri de kendileri gibi toplumda tecrit edilmektedir.