Tarihin tekerrüründe Zîn olmak
Baskı, zora ve adaletsizliğe karşı verilen mücadelenin adı olan Cizre, tarihin tekerrür ettiği “iyi" ve "kötü" çatışmasından doğan destanlara tanıklığını sürdürüyor. Bu topraklarda yüzyıllardır direnmenin adı Mem olurken, ahlaki zorunluluk olarak dayatılan yaşama başkaldırmanın, “varolma”nın adı ise Zîn.
Şırnak - Kürt kimliğinin merkezi öznelerinden biri olan Cizre’de, yaşanan hikâyeler de destanlar da doğduğu toprakların izlerini taşıyor. Tıpkı Mem û Zîn hikâyesinde yaşananlar gibi. Çünkü bu hikâye bir aşk değil sosyolojik analizleri olan tarihi ve günceli taşıyan bir hikâye. Feodal baskıya, dayatılan “kader”, “alın yazısına” teslim olmama. Baskı, zora ve adaletsiz yönetime karşı "sevda" ile verilen mücadelenin adı. 400 yıl sonra tekerrür eden adaletsizlikle hesaplaşma. Bireyi kutsayan bugünün egemen anlayışına karşı "biraradalık", "fedakârlık", "kardeşlik", "dostluk" uğruna "kötü" ve "iyi" çatışmasından doğan yeni Zîn’lerin mücadelelerine tanıklık gibi.
Günümüz yüzyılında hala devam eden feodal aile ilişkileri ve egemen anlayışa karşı yeni doğuşlar var olurken, Zîn’i adeta küllerinden yaratan acısı ve yası, bu kez Güler Tunç şahsında yeni bir mücadele sahnesine perde aralıyordu. Mücadelesi ve acısıyla Botan’ın bir bütün özetiydi Güler Tunç… 2015-2016 yıllarında ilan edilen sokağa çıkma yasakları döneminde 6 ay önce evlendiği hayat arkadaşı Orhan Tunç, sığındığı bodrum katında katledilirken, onun için hayatın akışı da başka bir yola evriliyordu.
İlk karşı koyuş
1999 yılında Silopi’de dünyaya gelen ve 8 çocuklu ailenin en küçüğü olan Güler, Orhan ile gerçekleştirilen akraba ziyaretleri sırasında tanışır. 3 yıllık arkadaşlıklarının ardından kuzeniyle evlendirilmek istenmesi üzerine Güler’in, ilk karşı koyuşu da çok sevdiği ailesine ve aile içerisindeki feodal zihniyete olur. Aileyi karşısına almasıyla başlayan başkaldırısı ise ileriki zamanlarda bambaşka bir mecraya taşınacaktır. “Evleneceksem bu sevdiğim kişi olmalı” diyen Güler kazanır ve Orhan’la evlenmelerine izin verilir.
Sokağa çıkma yasağı…
26 Nisan 2015 tarihinde Botan yöresine ait geleneklerle evlenen Güler ve Orhan'ın evliliklerinin üzerinden henüz 6 ay geçmişken sokağa çıkma yasağı ilan edilir. Güler, o dönem hamile olduğu için Cizre’den Silopi’ye ailesinin yanına gider. Orhan da ailesiyle Cizre’de kalır. Yasaktan günler sonra bombardıman ve şiddetli çatışmaların başlamasıyla aile, tam Cizre’den çıkmaya hazırlanırken bu kez Orhan’ın büyük abisi Mehmet Tunç’un yaralandığı haberi gelir. Abisini kurtarmak için evden ayrılan Orhan da bir daha dönemez. Cudi Mahallesi’ne gitmek için yola koyulan Orhan, Nusaybin Caddesi’ne vardığında dizine isabet eden şarapnel parçasıyla yaralanır. Çağrılan ambulansın gelmemesi nedeniyle 5 saat yerde kalan Orhan aşırı kan kaybeder ve olay yerinde bulunanların yardımıyla “üçüncü bodrum” diye tabir edilen evin alt katına alınır. Bu sırada ailelerin yaralılar için avukatları aracığıyla Anayasa Mahkemesi (AYM) ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ( AİHM) yaptıkları çağrılar, başvurular sonuçsuz kalır.
Tüm gelişmelerden anlık haberdar olan Güler ise, riskli bir hamilelik süreci yaşamasına rağmen daha fazla dayanamaz ve Orhan’a yakın olmak için bombardıman altındaki Cizre’ye doğru yola koyulur. Çağırdığı ambulansla Cizre Devlet Hastanesi’ne götürülen Güler’in yatışı için hazırlıklar yapılırken, o Orhan’dan haberdar olmak için evde olmak ister. “Hastaneden çıkarsan bebeğin durumu tehlikeye düşer” diyerek onu vazgeçirmeye çalışan doktora, “Doğum için değil Orhan için Cizre’ye geldim” yanıtını verir. Günler ilerledikçe Orhan’dan gelen telefon aramaları azalırken, doğuma da sayılı günler kalır. 7 Şubat’ta aralarında Mehmet Tunç’un da bulunduğu 60’a yakın sivil, “birinci bodrum” katında katledildikten 4-5 gün sonra başka bir katliam haberi gelir. Yaşanan şiddetli patlamanın ardından “ikinci bodrum” katında bulunan onlarca sivilin yaşamını yitirdiği haberi duyulur.
Orhan ile son konuşma
9 Şubat’ta sancıları artan Güler, kaldırıldığı hastanede Orhan ile vedalaştığını bilmeden son konuşmasını yapar. Hastaneye kaldırıldığı günün ertesi sabahı saat 07.00 sıralarında arayan Orhan ile son diyalogları şu olur: “Durumumu sordu. ‘Cizre’de hastanedeyim. Doğuma az kaldı. Siz nasılsınız’ dediğimde ‘Durumumuz iyi değil son bir barikat kalmış ve buradan asla sağ çıkamayacağız. Bir buçuk aydır buradayız, kimse sesimizi duymadı. Eğer doğum yaparsan vasiyetimdir çocuğumun ismini Bekes koymanı istiyorum. Annemin ellerini öp hakkını helal etsin.’”
Akşam saat 20.00’da tekrar arayan Orhan, bu kez aile bireylerine “Akşam bizi hastaneye getirecekler siz de gelin” der. Ancak hastaneye giden anne Esmer ve Güler Tunç, gece saat 02.00’a kadar bekledikleri halde kimse getirilmez. Yaralıların yarın sabah erken saatlerde hastaneye kaldırılacağını öğrendikten sonra da eve dönerler. Sabah saatlerinde büyük bir patlamayla güne başlayan Cizreliler, bu kez aralarında Orhan Tunç’un da bulunduğu çok sayıda insanın “üçüncü bodrum” katında yaşamını yitirdiğini duyar. Daha bir gün önce çocuğunu kucağına alan Güler için asıl sancılı günler ondan sonra başlar.
"Cenazeler çöp poşetleri gibi üst üste atılmıştı"
Cenazeyi teşhis için Habur Sınır Kapısı’nda kurulan Adli Tıp Kurumu’na gittiğinde korkunç bir manzarayla karşılaşır. 50-60 cenaze koyuldukları torbalarla üst üste atılmış, hiçbiri tanınacak halde değil, kiminin kafası, kiminin kolu kiminin bacağı yok, kimisi yakılmış halde. Orhan’ın cenazesi teşhis edilmeye çalışılırken, bu kez Mehmet Tunç’un yaşamını yitirdiği öğrenilir. Ve Cizre’deki yasak devam ettiği için Orhan ile abisi Mehmet Tunç, Şırnak’ta yan yana toprağa verilir. Taziye hakkı dahi elinden alınan aile, komşularının evinde misafirlerini kabul eder.
"Gözleri açık gülümsüyordu"
Sadece 6 ay bir arada yaşadıkları Orhan’ı 79 gün sonra cenaze töreninde bir tabutta gören Güler Tunç, “Baktığım fotoğraflarda belden aşağısının yakıldığı görülüyordu. Çok sayıda mermi izleri vardı. Otopsi raporunda da yazılıyor şuan bile Orhan’ın vücudunda üç tane zehirli mermi var. Sadece sırtında 35 tane mermi izi vardı. Yüzü temiz gözü açıktı. Gülümsüyordu baktığım fotoğraflarda. Israrım üzerine açılan tabutta sadece yüzünü gördüm. Gözleri açık gülümsüyordu” sözleriyle son karşılaşmayı anlatıyor.
"Ayakta kalmak için iyileşmem gerekiyordu"
Yüksek iradeli insanın bile kaldıramayacağı sarsıcılıktaki süreç kısmen kaldırıldığında tüm Cizreliler, harabeye dönmüş bir ilçeyle karşı karşıya kalır. Ancak gerçek olan şuydu; yaşadıklarından enkaz değil, dimdik duran bir kadın vardı artık. Evde oturup kara bir mateme bürünmek yerine yaralarını Cizre’nin iyileşmesiyle sarar. Yaşını kat be kat aşan zorlukları mücadeleyle aşacağına inanarak, bir nebze de olsa kendisiyle birlikte tüm Cizreli kadınları iyileştirmek için kolları sıvar.
“İyi olmam için mücadele etmem gerekiyordu” diyen Güler Tunç, 2017 yılında gerçekleştirilen Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kongresinde ilçe yönetiminde yer alır.
Toplumdaki önyargı, feodal yapı ve baskıya karşı mücadeleyle ayakta kalınabileceğini belirten Güler Tunç, kararlılığını şu sözlerle dile getiriyor: “Feodal yapıya karşı başını kaldırmadığın anda toplum seni hemen ezer. Hem kendi ailem hem de eşimin ailesiyle konuşarak kadın mücadelesinde yer almak istediğimi söyledim. İyileşmesem hep aynı durumda kalacağımı biliyordum. Mücadele içerisinde iyi olacağımı da biliyordum. Ancak böyle teselli bulup ayakta kalabilirdim. 4 yıldır parti çalışmalarında ve kadın çalışmalarında yer alıyorum. Bugün burada bulunmasaydım belki 5 yıl değil, 10-20 yıl daha aynı yas, acı ve psikoloji de kalacaktım.”
Sayısız gözaltı ve onlarca soruşturma!
31 Mart 2019 Yerel Seçimleri sırasında Cizre İlçe Eşbaşkanı olarak atanan Güler Tunç’un mücadelesi sadece toplumun baskıcı, feodal yapısına karşı değil aynı zamanda adaletsiz yönetime ve sisteme de karşıydı. Bu süre içerisinde birçok kez gözaltına alınan Güler Tunç hakkında, farklı suçlamalardan 15 soruşturma açıldı, yargılandı. Gözaltı sırasında psikolojik baskıya maruz kaldı, ajanlık dayatmaları yapıldı. “Sürekli psikolojik baskı altında bırakmaya çalışıyorlar ama bilmiyorlar ki en ağır travmayı bodrumlar sürecinde yaşadık. Yine de kendimizi o etkide bırakmadık” diyen Güler Tunç, “Yasağın üzerinden 5 yıl geçti ama acı aynı acı. Hiçbir zaman iyileşmeyecek bir yara var. Bekes gibi babasından sonra dünyaya gelen birçok çocuk var. Bu çocuklar bize umut ve güç veriyor. Her evde yaşamını yitirenler olduğu gibi ardlarında bıraktıkları miras da var. Bodrum vahşeti denilen şeyde 200-300 can yakılarak katledildi. Biz bunları gördük ama kadınlar olarak onların mücadelelerini devralıp her yerde yürütüyoruz. Asya Yüksel, Mehmet Tunç şahsında Berjin Demirkaya ve diğerlerine sözümüz var ki biz bugün buradayız ve ayaktayız” diye konuştu.