Rojava Halklar Mahkemesi ön kararlarını açıkladı
Rojava Halklar Mahkemesi'nde ön kararları açıklayan mahkeme heyeti, Türk devletinin sistematik bir şekilde soykırım amacıyla savaş ve insanlık suçları işlediğini belirtti.
![](https://jinhaagency.com/uploads/tr/articles/2025/02/20250206-20250206-rm2l3705-jpgec4c09-image-jpg37bbda-image.jpg)
Haber Merkezi- Türk devleti Kuzey ve Doğu Suriye'de işlediği savaş suçları sebebiyle Belçika'nın başkenti Brüksel'de kurulan Rojava Halklar Mahkemesi'nde yargılandı. İki gün süren duruşmalarından ardından mahkeme heyeti, kararı hemen vermeyeceklerini ancak ön bir karar açıklayacaklarını duyurdu.
Bir saatlik aranın ardından Mahkeme Başkanı, ön kararları açıkladı. İki günlük oturumlar ardından mahkeme kararı şöyle açıklandı:
"5-6 Şubat 2025 tarihlerinde Brüksel'de toplanan Daimi Halklar Mahkemesi'nin (Permanent Peoples' Tribunal) 54. oturumunda, 2018 yılından günümüze kadar Rojava, Kuzey ve Doğu Suriye'de işlendiği iddia edilen saldırı suçları, savaş suçları ve insanlığa karşı suçlardan dolayı üst düzey Türk yetkililerinin sorumluluğunu değerlendiren yargıçlar heyetinin ön değerlendirme beyanıdır.
Mahkeme, Rojava'daki 9 kuruluşun talebi üzerine düzenlenmiştir. Sanıklara bildirimde bulunulmuş, ancak yanıt vermemiş ya da duruşmaya katılmamışlardır.
Öncelikle Rojava halkının cesaretini takdir etmek istiyoruz ve özellikle de bizimle deneyimlerini paylaşanlara minnettarlığımızı ifade ediyoruz. Savcılara, tanıklara ve katılımcı kuruluşlara, bu mahkeme için son derece kapsamlı kanıtları büyük bir titizlik ve adanmışlıkla sunmuş olmalarından ötürü teşekkür ederiz.
1-Tanıklıklar
Dinlediğimiz tanıklıklar, bir halkın yaygın, sistematik ve sürekli olarak cezalandırılmasını ortaya koymaktadır. Suçları ne mi? Kürt olmak, eşitlik, adalet ve dayanışma ilkelerine dayalı bir toplum inşa etmek. Bu cezanın amacı, Kürt kimliğini, varlığını ve kültürünü ortadan kaldırmaktır.
2018'de Türkiye tarafından işgal edilen Efrîn'de, Kürt halkı zorla evlerinden çıkarıldı. Kürt nüfusunun oranı yüzde 90’dan yüzde 25’e düştü; evleri ellerinden alındı ve yerlerine çoğu Suriye hükümetinin saldırılarından kaçan Sünni Araplar ve Türkmenler yerleştirildi. Mülkler sistematik olarak yağmalandı, dükkân tabelaları ve sokak isimleri Türkçe olarak değiştirildi, para birimi ve posta sistemi Türk lirasına dönüştürüldü, eğitim dili Kürtçeden Türkçeye çevrildi. Tarım arazileri ve fabrikalar ele geçirildi, zeytin endüstrisi Türkiye tarafından kontrol altına alındı ve zeytinler Türk ürünü olarak yeniden paketlenerek satıldı.
Yerlerinden edilen birçok kişi, sağlık hizmetlerine ve temel ihtiyaçlara erişimi olmayan, aşırı kalabalık Şêhba kamplarına sığınmak zorunda kaldı. Başka bir askeri operasyon dalgası sonrası bazıları çatışma bölgelerinden geçerek Tebqa'ya kaçtı. Tanıklıklara göre 120 bin kişi zorla yerinden edilmiş olup bunların yüzde 40'ı çocuk, yüzde 40'ı kadın ve geri kalanlar yaşlı ve savunmasız insanlardır. Bugün itibarıyla yerlerinden edilmiş toplam kişi sayısının 300 bin olduğu belirtilmiştir.
Bazıları Til Rifat’a sığındı, ancak Aralık 2019’da tamamen sivil bir bölgede bulunan bir okul yakınındaki sokakta oyun oynayan çocuklara yönelik saldırıda, Türk topçuları tarafından atılan iki bomba sonucunda 10 kişi hayatını kaybetti. Bunlardan 8’i çocuktu. Yaralanan 9 kişinin de çocuk olduğu bildirildi. Bir tanık, 5 yaşındaki oğlunun öldüğünü ve 7 yaşındaki çocuğunun yaralandığını anlatmıştır. Efrîn’in işgalinden sonra yaşanan bu tür saldırılar birçok kez tekrarlandı.
Tanıklıklarda ayrıca siyasi aktivistlerin ve acil durum ekiplerinin keyfi şekilde infaz edildiği, insanların zorla kaybedildiği, tutuklananların sabah 09.00’dan akşam 17.00’ye kadar süren işkence sesleriyle zamanın geçtiğini anladıkları anlatıldı. Bir tanık, "Gözaltında yaşadığım acıyı ömrüm boyunca hissedeceğim," dedi. Kadın ve kız çocuklarına yönelik kaçırma, cinsel saldırı ve tecavüzlerin yaşandığı, okulların ve tren istasyonlarının gizli hapishanelere dönüştürüldüğü, milislerin kontrolündeki mahkemelerde adaletin sağlanmadığı aktarıldı.
2- Ortaya çıkan model
Türkiye'nin, BM Güvenlik Konseyi'nin izni olmadan Suriye topraklarına yönelik saldırıları, uluslararası hukuka göre bir saldırı suçudur.
Tanıklıklar, bombardımanlar, insansız hava aracı saldırıları, sivil halka karşı işlenen zulümler, zorla yerinden etme ve demografik mühendislik yoluyla nüfus değişimi, su ve enerji altyapısının kasıtlı olarak yok edilmesi, çevresel zararlar, kültürel mirasın ve eğitim kurumlarının tahribi, işkence, gizli gözaltılar ve tecavüzlerin uluslararası hukuka aykırı olduğunu göstermektedir. Bu suçlar, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçları kapsamına girmektedir ve soykırım niyetini işaret etmektedir.
3-Türkiye'nin savunması ve Rojava'nın temsiliyeti
Türkiye, operasyonlarının "Rojava'daki teröristlere karşı kendini savunma" amacı taşıdığını iddia etmektedir. Ancak bu iddia asılsızdır.
2014 yılında kurulan Kuzey ve Doğu Suriye Demokratik Özerk Yönetimi (MSD), doğrudan demokrasi, adalet, etnik uyum, toplumsal cinsiyet eşitliği ve barış ilkeleri üzerine inşa edilmiş bir modeldir. Türkiye, bu özerk yönetimi yok etmeye çalışmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin desteklediği silahlı grupların çoğunun IŞİD bağlantılı olduğu belirtilmektedir.
4- Suriye’deki mevcut durum
Kanıtların çoğu 2018’den 2024 sonlarına kadar olan sürece odaklansa da, son gelişmeler bugüne ve geleceğe dair değerlendirmeleri de gerekli kılmıştır. Kürt halkının geleceği açısından, yeni Suriye yönetiminin MSD’yi özerk bir yönetim olarak tanıması ve Kürt halkının varlığına, kültürüne ve özerkliğine saygı göstermesi hayati önem taşımaktadır.
5- Uluslararası toplumun yükümlülükleri
Uluslararası toplum, Kürt halkının çektiği acıların ve sanıkların suçlarının farkındadır ancak herhangi bir somut eylemde bulunmamıştır. MSD'nin hiçbir devlet tarafından tanınmaması ve iç hukuk veya uluslararası hukuk yollarının kapalı olması, Kürt halkının adalet arayışını imkânsız kılmaktadır. Uluslararası toplum, MSD’yi demokratik bir yönetim olarak tanımalı ve Türkiye’nin doğrudan ve dolaylı saldırılarını durdurmasını sağlamalıdır. Aksi takdirde, Rojava’da tam anlamıyla bir soykırımın önlenemeyeceği açıktır.