Leyla Güven: Tecritte ısrarcı olan iktidar sonunu getiriyor

Tutuklu bulunduğu Elazığ Cezaevi’nden sorularımızı yanıtlayan DTK Eş Başkanı Leyla Güven, yaklaşan seçim için “AKP’yi gönderen kadınlar olacak” sözlerini kullanırken tecritte ısrarcı olan iktidarın seçimlerde kendi sonunu getireceği vurgusunda bulundu.

MEDİNE MAMEDOĞLU

Amed - En son yargılamasında Diyarbakır’da “örgüt propagandası” yaptığı iddiasıyla 11 yıl 7 ay hapis cezası alan Demokratik toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven tutuklu bulunduğu Elazığ Kadın Kapalı Cezaevi’nde aldığı cezalar ve içinde bulunulan siyasi sürece dair değerlendirmede bulundu. Altılı masa, muhalefetin Kürt halkına karşı tutunduğu tavır ve yaklaşan seçim stratejilerini değerlendiren Leyla Güven,  konuşmalarından ve katıldığı kadın etkinliklerinden dolayı kendisine verilen cezalara dair ise, “Ben Emine Şenyaşar annenin direnişi, Xalise anne ile Ali Rıza babanın kargo ile gelen evlat cenazeleri karşısındaki duruşları, Barış ve Cumartesi Anneleri'nin direnişi karşısında aldığım hapis cezalarından söz etmeye utanırım. Bizim Kürt siyasetçiler olarak yaşadıklarımız, halkımızın yaşadıklarının ortalamasıdır” yorumunda bulundu.

Leyla Güven sorularımızı yanıtladı.

“Kadınlar olarak kaygılıyız”

Son süreçte ülkede seçimlerinin de yaklaşıyor olması ile birlikte sıcak bir siyasi atmosfer yaşanıyor. Bu atmosfer içinde yine en çok konuşulan kesim de Kürtler oluyor. Siz bu sürecin gidişatına dair neler öngörüyorsunuz? Geçmiş seçimlerde yaşanan kısır döngü devam eder mi? Bu atmosfere dair değerlendirmeleriniz nelerdir?

“Bütün dünyada mevcut sistemlerin sorgulanır hale geldiği neoliberal ideolojilerin zihinlerde ve sosyal dokuda ciddi tahribatlar yarattığı günleri yaşıyoruz. Bu tahribatlar içinde en kritik olanı, bireylerde toplumsallıktan ve örgütlemekten kaçıştır diyebiliriz. Sosyal dayanışma duygusunun köreldiği, onun yerine sadaka kültürünün yerleştiği örgütlü toplum bilincinin felç olduğu onun yerine bilinçsizliğin ve ideolojisizliğin ikame edildiği bir dönemi yaşıyoruz. Sosyal dayanışmanın yerine cemaat kültürünün tercih edildiği yoksulluk ve yoksunluğun derinleştiği sadakalara şükreden biatçı birey tipolojisinin geliştiği bir dönemdeyiz. Ortadoğu ve Türkiye’nin siyasal İslam’ın kılıcını toplumun üzerine iyice derinleştirdiği bir aşamaya gelindiğini çok net görebiliyoruz ne yazık ki. Evrensel değerler olan özgürlük, çağdaşlık, demokrasi, ekoloji, toplumsal cinsiyet, bilimsellik gibi birçok kavramın yerine artık en çok duyduğumuz itaat, biat, fıtrat, kader, şükür ve takdiri ilahi gibi soyut söylemler yerleştirilmiş durumdadır. Bütün bu kavramların yer değiştirdiği bu ortamda yine seçimlere doğru gidiyoruz. Seçimler demokrasilerin olmazsa olmazlarıdır. Ancak biz kadınlar her seçim atmosferinde olduğu gibi erk zihniyetin seçilebilmek için her türlü çirkefliği yapabileceğini bildiğimiz için kaygılıyız. Hem iktidar hem de muhalefet partileri her seçim öncesi olduğu gibi ötekileştirilen, yok sayılan halklar, topluluklar, inançlar üzerinden siyaset yürütürler.

“Muhalefet yapay olguların peşine takıldı”

2023 seçimleri de anlaşılan böyle bir atmosferde geçecek. AKP-MHP’nin idam ipi, yargı sopası, umut tacirliği, yalan vaatleri paketler halinde piyasaya sürülmeyi bekliyor. Alıcı bulur mu bilinmez. Doğrusu bu noktada sevgili Aziz Nesin’i anmak yeterli olacaktır. Bizler elbette bu kadar gerici ve faşist bir zihniyette sahip olan bu iktidarın yirmi yıl gibi uzun bir süre ülkeyi yaşanılmaz hale getirmesinde payı olan muhalifleriz. Nazi propaganda ustası ve belki de modern çağın en başarılı medya sihirbazı Paul Joseph Goebbels’in yönetimini kısa ve öz bir biçimde ifade eden “Bir kere söylenen yalan, yalan olarak kalır. Ama bin kere söylenen yalan hakikate dönüşür” sözü öğreticidir. Ülkedeki muhalefet maalesef bu iktidarın yalanlarını yeterince deşifre etmek yerine iktidarın ortaya attığı suni-yapay olguların peşine takıldı. Dolayısıyla işin esası göz ardı edildi. Ve algı-manipülasyon, dezenformasyon konusunda muhalefetin iktidarla yarışamayacağı kanıtlanmış oldu. Bu durum hala da hız kesmeden devam ediyor.

“Tutumu net olan kadınlar ve Kürtler”

2023 seçimlerine giderken tutumu net olan kadınlar ve Kürtlerdir. Kadına şiddet elbette AKP iktidarı ile başlamadı ancak hiçbir zamanda devletin en tepesinde oturanlar tarafından kadının yaşam biçimine bu kadar müdahale edilmemişti. İktidar yetkililerinin kullandığı dil, erk zihniyetli erkekler tarafından emir telakki edildi ve harfiyen uygulandı. Kadın aile olgusu içine hapsedildi. AKP içinde rol model olarak çok az sayıda siyaset içerisinde temsiliyet verilen kadınlar erkek anlayışıyla siyaset yürütüp reislerine adeta taparak parti içinde hiçbir zaman hakkettikleri yerde olamamışlardır. 20 yıllık AKP iktidarı dönemlerinde sokak sokak dolaşıp AKP için oy isteyen kadınlarda bu parti içinde ki eşitsizliğin farkındalar. Bu kadınlardan önümüzdeki seçimde AKP’ye “oy-moy yok” seslerinin yükseleceğini biliyoruz. Dolayısıyla AKP’yi bir bütünen göndermenin mimarı kadınlar olacak. Kadın sorununa stratejik yaklaşmayanlara da kadınlardan destek olmayacak.

“Tecridi derinleştiren AKP sonunu getirecek”

Kürt halkı açısından da 2023 seçim stratejisi bellidir. Partimiz HDP geçtiğimiz aylarca parti politikalarını yansıtan ilkelerini kamuoyu ile paylaşmıştı. Kürt seçmenler üzerinde isminin başında prof-doçent vebenzeri kişiler hiç tanımadıkları Kürt hakkında televizyon ekranlarında saatlerce gerçek dışı beyanlarda bulunuyorlar. Bu adeta Ortadoğu gerçekliğinde olduğu gibi krallar, imparatorlar, sultanlar, padişahlar, ağalar, beyler bütün halkı kul, tebaa ve maraba görüp kendilerini de ilahı güç sayarak onların yerine bütün kararlarını verip onlar adına konuşurlardı. Kürt halkı bu yaklaşımları çok yakından takip ediyor ve sadece tebessüm ediyorlar. Çünkü Kürtler son elli yıllık destansı mücadelelerinde çok şey öğrendiler. Kürt sorunun demokratik çözümü için hiçbir girişimi olmayanların her seçim öncesi hamasi sözlerle, vaatlerle Kürtleri manipüle etmek istediklerini biliyoruz. Seçim sonrasında ise devletin geleneksel kodlarına dönüp hiçbir şey söylememiş gibi yapabiliyorlar. Denilebilir ki; yüzyıllık cumhuriyet döneminde soyut çok şey söylendi ama somut olarak AKP’nin çözüm süreci olarak adlandırılan dönemde hem sorunun tanımını doğru yapıp hem de doğru muhataplarla yola çıkarak çok önemli bir adım atılmıştır. Bu AKP iktidarı süresince en doğru girişimdi. Bu elbette önemli ve değerlidir. Ancak Erdoğan çözüm süreci başlatırken gösterdiği basireti, uluslararası güçlerinde içinde olduğunu düşündüğümüz kesimlerin sürecin bitirilmesi için dayattığı anlayışa karşı gösteremedi. Ve adeta o anlayışlara teslim oldu. Oysa ülkenin en önemli sorunu olan ve çözülmesi halinde toplumun bir bütünen maddi ve manevi açıdan derin nefes alacağı hatta bu sorunu çözen liderin de dünya liderleri arasında yerini alacağı çok netti. Maalesef AKP ve Erdoğan bu stratejiden geri adım attı. Denilebilir ki; AKP Dolmabahçe mutabakatını inkâr ettiği gün iktidarının da pimini çekmiş oldu. Şimdi Sayın Öcalan üzerinde tecridi derinleştirerek Kürt sorununu çözümsüz bıraktığını bildiği halde bu tutumunda ısrar ediyor. Bu ısrarda seçimlerde AKP’nin sonunu getirecektir.

“Kürtler bize mecbur diyenler kaybedecek”

Muhalefet partilerine gelince halkımızın deyimiyle söylersek “havanda su dövüyorlar” desek yeridir. Seçimlere sadece aylar kaldığı halde, biz muhalefetin Kürt sorununu nasıl çözeceği konusunda hiçbir şey bilmiyoruz. Helalleşme adı altında yapılan bazı ziyaretler elbette önemli ve değerlidir. Ancak bu adım sorunun çözümüne bir katkı sağlamıyor. CHP bir yandan “helalleşme” derken diğer yandan AKP’nin HDP şahsında bir halk “terörist” ilan etme anlayışına karşı duramamaktadır. AKP’de bu zaafı bildiği için CHP’yi daha çok bu konu ile meşgul ediyor. 6'lı masa bileşenleri “Kürtler bize mecburlar” diye düşünüyor ise şimdiden kaybetmişler demektir. Hiç kimse Kürtlerin pazarlık yaptığını düşünmesin. Bizim gibi varlığı inkâr edilen bir halkın sorunları seçimlerle değil anlayışlarladır. Halkımız bütün partileri son derece vakur bir duruşla yakından takip etmektedir. Ne dünün statükocu, inkârcı, ulusalcı, Avrasyacı zihniyetin temsilcileri yarım düzine olarak karşımıza çıkan muhalefet partilerine ne de geçmiş darbecilere rahmet okutan dinci, milliyetçi, cinsiyetçi ve gerici partilere (mevcut iktidar) mecbur değiliz. Bizim mücadele geleneğinde “karanlığın en yoğun olduğu anda halkımızın yiğit evlatları bedenlerini meşaleye çevirip yaşamı yeniden aydınlatmışlardır” Dolayısıyla halkımızın talepleri açık ve nettir. Söylemekten asla vazgeçmeyeceğimiz anadilde eğitim hakkı, İmralı Cezaevi başta olmak üzere tüm cezaevlerinde devam eden tecrit işkencesine, keyfi gerekçelerle tutuklanan on binlerce politik tutsak, coğrafyamızda geçmişten bu yana resmi ya da fiili olarak devam eden OHAL uygulamalarına dair iktidar ya da muhalefet hangi çözümü öngörüyor? Yasaklı olan dilimiz, kültürümüz ve kimliğimiz için ürkek olmadan cesurca bir şey söyleyebiliyorlar mı? Bunları çoğaltmak mümkündür. Ancak ana hatları ile belirttiğimiz bu konulara hiç dokunmadan seçime gidilirse açık ve net belirtiyorum ki kaybedersiniz!

“Dün işkenceci Esat Oktay’ın yüzüne tükürdüğümüz gibi bugün de Soylu’nun polisine haddini bildiriyoruz”

Yine HDP Diyarbakır Milletvekilli Semra Güzel’in tutuklanması ve öncesinde yaşanan kötü muameleden haberdar olmuşsunuzdur. Bir kadına ve her şeyden önce halkın iradesi olarak seçilen bir vekile yapılan ve basına servis edilen görüntülere dair neler söylemek istersiniz? Hem Semra Güzel’e yapılanlar hem de bölgede son süreçte artan hak ihlalleri Kürtler için neyin habercisi?

“Doğayı ve insan haklarını ihlal edenler asla hapse girmezler. Cezaevinin anahtarı onlardadır. Nasılsa öyle olan bu tersine dünyada, evrensel barışın bekçiliğini yapan ülkeler en çok silah üreten ve diğer ülkelere en çok satanlardır” diyor sevgili Eduardo Galeano. Irkçılık ve cinsiyetçilik aynı kaynaktan beslenir ve aynı zihniyetin ürünüdürler. Biz Kürt kadınları politika yürütürken ya da kadın mücadelesinde yer alırken her ikisi ile de sıkça karşılaşırız. Ama buna rağmen siyaset alanında varız. Çünkü; biz biliyoruz ki bugünün dünyasında bizler politika ile uğraşamadığımız, politika bizimle uğraşacaktır. Bizleri evlerimize hapsetmeye çalışan zihniyet her türlü şiddet yöntemine, itibarsızlaştırma girişimine başvurabiliyor. Sevgili Semra vekilimize yapılan da buydu. Kürt halkının Türkiye parlamentosunda temsilci gönderdiği 90’lı yıllardan günümüze bu itibarsızlaştırma girişimi hep var olageldi. Sevgili Orhan Doğan, İdris Baluken ve en son Semra Güzel vekillerimiz bu tutuma karşı geliştirdikleri refleks ile halkımızın duygularına tercüman oldular. “Sizin faşist zihniyetinize asla boyun eğmeyeceğiz” diyerek tepki gösterdiler. Bu vesile ile Semra vekilimizi kutluyor onun “dik ve onurlu” alnından öpüyorum. Onlar Kürt halkının seçilmişlerine ne kadar itibar suikastı yaparlarsa yapsınlar halkımız daima ve inadına iradesine sahip çıkmıştır ve çıkmaya devam edecektir. En son Gever’de Habip Eksik ve Sait Dede vekillerimiz AKP’nin polisinin şiddetine maruz kaldılar. Neden bunu yapıyorlar demek yerine bu sistemin adını doğru telaffuz etmek gerekiyor. AKP ve MHP iktidarı faşist bir iktidardır, nokta.

Biz Kürt kadınları olarak bu gururla belirtebiliriz ki; dün işkenceci Esat Oktay’ın yüzüne tükürdüğümüz gibi bugün de Soylu'nun polisine haddini bildiriyoruz.

“Bir Kürt kadını olarak doğru bildiğim hiçbir sözden imtina etmeyeceğim”

Son olarak yargılandığınız ve duruşması geçtiğimiz günlerde görülen bir dosyadan 43 yılla yakın bir ceza almanız istendi. Dosyanın içeriğinde katıldığınız 25 Kasım Kadına Şiddetle Mücadele Günü etkinlikleri ve açık alanda yaptığınız basın açıklamaları ile yaptığınız röportajlar var. Bu suçlamalara ve yargılamanıza dair neler söylemek istersiniz? Dünyanın dört bir yerinde kutlanan 25 Kasım etkinlikleri veya kadın çalışmaları bölgede neden “suç unsuru veya delili” olarak görülüyor?

“Ahlak ilahi buyruklara uymak değil, çekilen acıları azaltmak anlamına geliyor” Bizler kadın ahlakı ile halkımıza yaşatılanlara karşı her zaman mücadele ettik ve ediyoruz. Çekilen bütün acıların kadın vicdanı ve adaleti ile sağaltılmasının mümkün olduğunu biliyoruz. Bu nedenle de alanları terk etmiyoruz. Kadınların bu kararlılığını gören erk zihniyet de boş durmuyor. Erkek şiddeti ile devlet şiddetinin el ele verdiği artık gün gibi ortadadır. Kadınların yıllardır alanlarda haykırdığı gibi “erkek vuruyor, devlet koruyor” tam da budur. 25 Kasım Kadın Yönelik Şiddetle Mücadele Günü'nün arifesinde kadınlar parlamentodan tutalım bütün yaşan alanlarında erkek ve devlet şiddetine maruz kalıyor. Saliha ve Semra arkadaşlarımızın vekilliğini düşürmek için adeta ellerini ovuşturup gün sayıyorlar. Kendileri milli iradenin tecellisi sonucu seçilmişler, biz ise “teröristmişiz”. Oysa bizler de halkımızın bulunduğu her yerde baskılara rağmen sandıklara ulaşıp seçtiği temsilcileriz. Ama hiç önemli değil; bizler onların karanlık zihniyetinden olmaktansa, terörist olmayı tercih ederiz. Sonuçta teröristin kim olduğunu tarih kanıtlayacaktır. AKP’nin yaşadığı 7 Haziran sendromundan bu güne parti ve kurumlarımızın binlerce yöneticisi, seçilmişi, siyasetçisi sebepsiz tutuklandı. İçeride tutabilmek için savcılar ile polisler el ele verip suç-suçlu üretmeye çalışıyorlar. Ben de bu “suçlulardan” biriyim. Ne mi yapmışım? Anasoylu bir toplumu hedeflemiş, bu yönlü 8 Mart ve 25 Kasım gibi etkinliklerde konuşma yapmışım. Konuşmalarımızı ağırlıklı olarak “bilinmeyen-anlaşılmayan” bir dilde yani “Kürtçe” yapmışım. “Yerel halk isterse özyönetim sistemi ile kendisini yönetebilir” demişim. “Sayın Öcalan ve adadaki diğer arkadaşlarımıza uygulanan tecrit insanlık suçudur!” demişim. “Direniş, isyan, zulüm, katliam, Kürdistan ve Sayın Öcalan” gibi cümleler sarf etmişim. Kısacası itaat etmemiş, baş eğmemişim. Bu nedenle AKP-MHP iktidarı bana bir cezalar sertifikası düzenlemiş. Bu sertifikadan aldığım bazı cezalar şöyle; Adana 6 yıl 3 ay, Diyarbakır 6 yıl 3 ay, yine Diyarbakır 22 yıl 3 ay, Hakkâri 5 yıl, Batman ve Şırnak’ta yargılandığım dosyalarım devam ediyor. Yine en son 17 Ekim’de duruşması yapılacak dosyada 43 yıl ceza istendiğini biliyorum. Ben içeride de olsam söylediklerimi söylemeye devam edeceğim. Bir Kürt kadını olarak doğru bildiğim hiçbir sözü söylemekten imtina etmeyeceğim.

“Ailelerin direnişi karşısında aldığım hapis cezalarından söz etmeye utanırım”

Zaten benim için hazırlanan iddianamelerin muhtevasında “suçlunun ikrar ve ısrarından” söz ediliyor. Ben Emine Şenyaşar annenin direnişi, Xalise anne ile Ali Rıza babanın kargo ile gelen evlat cenazeleri karşısında ki duruşları, Barış ve Cumartesi Anneleri'nin direnişi karşısında aldığım hapis cezalarından söz etmeye utanırım. Yanında olmaktan onur duyduğum bir oğlunu Suruç katliamında şehit veren, bir oğlu da 13 yıldır tutuklu olan, işitme ve konuşma engelli iki kızının sesini dahi telefonda duyamayan, birçok hastalığına ve yaşına rağmen 7,5 yıl hapis cezası alan Besra Erol annenin acılarından utanırım. Dolayısıyla bizim Kürt siyasetçiler olarak yaşadıklarımız, halkımızın yaşadıklarının ortalamasıdır.

“Kadınlar 25 Kasım’da mücadeleyi yükseltmek için alanlara akacaktır”

Jina Mahsa Amînî’den Nagihan Akarsel’e şiddete uğrayan, katledilen bütün kadınların hesabını soracağız. Bizler artık egemen erkeğin bizim emeklerimizle, bizim azalmamızla ayakta kalmasını istemiyoruz. Kadınlar 25 Kasım’da yeniden alanlara akacaktır. Hep bir ağızdan haykıracağız. Bu karanlığı aşarak daha özgür, daha güzel günler ve aydınlık yarınlar için mücadeleyi daha da yükseltme zamanıdır diyeceğiz. Cehalet, korku ve şiddet son bulsun, bilinç, ahlak, inanç ve direniş hepimizin söz hepimizin olsun diyeceğiz.

13.10.2022

Xarpêt

Leyla Güven