“ Kadınlar ölmemek için öldürüyorlar”

İstanbul- Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu, kadınların sistematik erkek şiddeti karşısında kendilerini savunmak zorunda kaldığını belirtirken TCK’nin 25. ve 27. maddelerine dikkat çekti ve “Sistematik erkek şiddetine maruz kaldıkları, çaldıkları kapılardan sonuç alamadıkları için, durduk yerde değil, canları istediği için değil, kendi hayatlarını kurtarmak zorunda kaldıkları için, yani ölmemek için öldürüyorlar” diye konuştu.

 
İstanbul- Türk Ceza Kanunu’nun 25’inci Maddesi’nde “Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali” oldukça açık ve net bir biçimde belirtiliyor. Bu maddenin de güvence altına aldığı üzere, meşru müdafaa haklı savunmanın reddedilemez bir parçası.  Buna rağmen Türk Ceza Kanunu’nun 25. Maddesi, öz savunma çerçevesinde erkek şiddetine karşı yaşamlarına sahip çıkan kadınlar için ne yazık ki büyük ölçüde uygulanmıyor. Bir anlamda çocuklara ya da kendisine yönelik uygulanan şiddet karşısında kadının şartsız koşulsuz boyun eğmesi gerektiği mesajı veriliyor. Yaşamlarına sahip çıkma haklarını kullanan kadınlar ise cezaevlerine hapsedilerek en ağır bedeli ödemek zorunda kalıyor. Kendisine şiddet uygulayan eşi Ramazan İpek’e karşı bu hakkını kullanan Melek İpek, söz konusu tartışmaların da yeniden gündeme gelmesine neden oldu. Kadınların meşru müdafaa hakkının neden sistematik olarak görmezden gelindiğini, hâkimlerin yaklaşımlarını ve devam eden davalardaki sorunları,  Feminist Avukat Meriç Eyüboğlu’na sorduk.
Öncelikle Türk Ceza Kanunu’nun 25. Maddesi’nin genel olarak hangi durumlarda kullanıldığını bize açıklar mısınız?
25. Madde’de kadın, erkek, Lgbti+ diye özel bir belirlenim, bir ayrım yok.  Hangi suç tiplerinde uygulanacağına dair bir sınırlama da yok. Her tür suç için uygulanabilecek genel bir düzenleme. 25. Madde’nin karşılık bulması için; kişinin kendisine ya da bir başkasına yönelmiş bir haksız saldırı olması gerekiyor. Bu saldırının gerçekleşmiş ve tekrarı olabilecek düzeyde bir saldırı olması gerekiyor. Tıpkı bizim erkek şiddeti dosyalarında yaşandığı gibi tek bir seferlik saldırıdan bahsetmiyoruz. Kişi kendisine ya da başkasına yönelik bu haksız saldırıyı defetmek için bir cevap veriyor. Kanun verdiği bu cevabın oranlı olmasını arıyor. Şayet olan saldırıyı defedecek oranda cevap verilirse, o zaman burada bir suçtan söz edilemez artık diyor. Ortaya çıkan cevap yaralama ve hatta ölüm dahi olsa da herhangi bir suçtan bahsedilemez. Çünkü kanun bunun adı meşru müdafaadır diyor. Buradaki anahtar kelime, bu saldırıyı defedecek ‘oran’. 
Bu yasanın varlığı, kadınları koruma noktasında sizce ne ifade ediyor?
Biz kadınlar olarak şiddete her zaman maruz kalıyoruz ve maalesef bu topraklarda erkek şiddeti konusunda çok deneyim sahibiyiz. Erkek şiddetine cevap verirken, kanunun söylediği oranı tutturmak, Melek İpek örneğinde olduğu gibi, hele ki sistematik şiddetin ortasında nefes alma imkânı bulup kendini savunmaya yönelik bir eylem yaparken, oradaki oranı düşünüp hesaplamak mümkün değil. Bu oran aşıldığında ne oluyor? 27. Madde düzenlemesi devreye giriyor. Bu madde, kastın aşılmasını düzenliyor. Şayet olayın yarattığı heyecan, telaş ve korkuyla bu sınır aşılırsa, o halde yine ceza verilmez diyor. İstanbul Feminist Kolektif olarak takip ettiğimiz Yasemin Çakal davasında bu madde üzerinden örnek bir karar verildi. Yasemin 3 yıldan fazla cezaevinde kaldı maalesef;  ama yargılamanın sonunda mahkeme 27. Madde’yi uyguladı. Olayın yarattığı heyecan, panik ve telaştan dolayı bu sınırın aşıldığına karar vererek hem tahliye hem ceza verilmesine yer olmadığına karar verdi. 25. Madde gereğince beraat kararı verilse de 27. Madde gereğince ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilse de, sonuçları itibariyle ikisinde de tahliye ve özgürlük var. Hukuki isimlerinin ne olduğu önemli değil.  Hangi madde üzerinden olursa olsun, yeter ki bu maddeler kadınlar için işletilsin.
Peki sizce hâkimler, TCK 25. Madde’yi uygulama konusunda genel olarak nasıl bir yaklaşım içinde?
Tıpkı kadın cinayeti davalarında olduğu gibi fail erkeklere haksız tahrik ve iyi hal indirimleri bol keseden kullanılabiliyor. Nevin Yıldırım örneğinde olduğu gibi söz konusu olan kadınlar olunca bu indirimlerin kadınlar lehine kullanılmadığını görüyoruz. Biz feministler olarak Nevin Yıldırım, Çilem Doğan, Yasemin Çakal, Hülya Halaçkay davalarını takip ettik.  Melek İpek için Antalya’daki feminist avukatlar, bir dayanışma örgütlemeye çalışıyor. Bu davaların hepsinde istisnasız olarak sistematik erkek şiddetini görüyoruz. Nevin dışındakilerin hepsi koca şiddetiydi. Nevin’de de yaşadığı yerdeki en güçlü adam tarafından yönelmiş bir cinsel saldırı söz konusuydu. 
Bu şiddeti yaşayan kadınlar, süreç içinde genel olarak nasıl bir yol izliyor?
Bu durumu yaşayan kadınlar aslında bir sürü kapı çalıyor. Ailesine gidiyor, kimisinin ailesi yok. Devlete başvuruyorlar, sığınağa gidenler var; ama Yasemin örneğinde olduğu gibi şiddetinden kaçtığı erkek gelip orada onu buluyor. Hülya’da koruma kararları var. Erkek kararı ihlal ediyor, eve geliyor ama karakol bu ihlale rağmen hiçbir işlem yapmıyor. Bahsettiğimiz kadınlar yargılanıyorlar ve sanık sandalyesindeler. Oysa kadın cinayeti davalarında yani failin erkek olduğu davalardaki kadınların yaşadıklarını yaşamış onlar da. Sanık sandalyesinde kim olduğu değişse bile hikâye değişmiyor. Bu topaklarda kadınlar, yargı kararlarından da bildiğimiz gibi, yemek tuzlu diye, boşanmak istedi diye, beyaz tayt giydi diye erkekler tarafından öldürülüyorlar. Ama erkekleri öldüren kadınların sistematik şiddete maruz kaldıkları, çaldıkları kapılardan sonuç alamadıkları için, durduk yerde değil, canları istediği için değil, kendi hayatlarını kurtarmak zorunda kaldıkları için, başka seçenekleri olmadığı için öldürüyorlar. Daha doğrusu öldürmek zorunda kalıyorlar.
Kadınların eşleri veya yakınları tarafından saldırıya uğradıklarında meşru savunmaya mecbur kaldıkları birçok dava basına yasıyor. Bu davalarda son dönemde sizce ne gibi sorunlar var?
Biz kadınlar, hepimiz, adını andığımız bu kadınların yerinde olabileceğimizi çok iyi biliyoruz. Sadece kadın olmak yeterli bunun için. Bu nedenle de bu davalara sahip çıkıyoruz, dayanışma göstermeye çalışıyoruz. Bu saydığım davaların hepsini feministler olarak kolektif şekilde yürütmeye çalıştık. Bir sorunun arasına bir de popülerlik peşinde koşan erkek avukatlar eklendi.  Erkek avukat arkadaşlar, bu iş popüler diye, tanınırlık için ya da takipçi sayısını artırmak için vs. ön plana geçmeye çalışıyor. Pınar Gültekin davasını yürüten arkadaş, bunu bir sosyal faaliyet olarak yürüttüğünü lütfetti örneğin. Onların sosyal faaliyeti, aslında bizim hayatımız. Biz bu şiddete doğrudan maruz kalanlarız. Bizim hayatımız sosyal faaliyet alanı değil! Ailelerin bir erkek avukat bulma refleksi de değişmiyor maalesef. Bir de bu avukatlarla, bu tür tutumlarla uğraşmak zorunda kalıyoruz. Çok sayıda örneğini bu davaları takip edenler hatırlayacaktır. Bir de kadın grupları da gelsin daveti hiç bitmiyor. Bizleri kalabalık yapmak için çağırmayın lütfen. Biz kendimizin de bir gün orada olabileceğimizi bildiğimiz için dayanışıyoruz.