Gülcihan Şimşek: Sayın Öcalan’ın çağrısı bizi sorumluluğa davet ediyor

Abdullah Öcalan’ın 26 yıl sonra yayınlanan görüntüsünün ve verdiği mesajın önemine değinen TJA Üyesi Gülcihan Şimşek, “Görüntü son yüzyılın mücadelesinin haklılığını ortaya koydu. Sayın Öcalan’ın çağrısı bizi sorumluluğa davet ediyor” dedi.

ARJÎN DİLEK ÖNCEL 

Amed- Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan, 27 Şubat’ta yaptığı “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı”sının ardından 9 Temmuz’da yeni bir çağrı daha yaptı. “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” kapsamında yapılan tarihi ikinci çağrıda Abdullah Öcalan, “Silahın değil, siyasetin ve toplumsal barışın gücüne inanıyorum. Ve sizi de bu ilkeyi hayata geçirmeye çağırıyorum” dedi.

Yapılan ikinci çağrının ardından gözler PKK’ye çevrildi.

PKK çağrıya yanıt vererek, 11 Temmuz’da Kandil Dağı’nın yakınlarında Süleymaniye’de bir tören düzenleyerek silahları imha etti. Bu görüntüler sadece Kürdistan’da değil, dünyada büyük yankı buldu.

Kürt siyasetçi ve Özgür Kadın Hareketi (TJA) Üyesi Gülcihan Şimşek, Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 26 yıl sonra görüntüsünün yayınlanmasının yarattığı etkiyi, PKK’nin silahları imhasını ve süreci değerlendirdi.

‘Hepimizin haklı mücadelesinin bir sonucu’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 1999’da Türkiye'ye getirilme süreci ve sonrasında yaşanan gelişmeleri hatırlatan Gülcihan Şimşek, “Kürtlere yönelik geliştirilen red ve inkar politikaları bir bütünüyle çökmüştür. Çünkü Kürt halkının haklı, meşru mücadelesi kendini var etme, kimliğini, dilini, varlığını ortaya koyma mücadelesiydi. O süreçten bugüne yaşananlar Kürtlere karşı red ve inkarın açığa çıktığı bir süreçti. Son 26 yıldır ağır tecrit koşulları altında anayasa, hukuk işletilmeden Sayın Öcalan üzerinde bir tecrit uygulandı. Bu mutlak tecridin kaldırılması için büyük mücadeleler verildi. Bu nedenle önceki gün yayınlanan görüntü hepimizin haklı mücadelesinin bir sonucu olarak, bir var olma duygusu yaşattı” dedi.

Abdullah Öcalan ‘bir arada nasıl yaşanılır’ın tarifini yapıyor

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtlere yönelik baskıların ve katliamların arttığını ifade eden Gülcihan Şimşek, ulus devlet anlayışının Kürtlere dört parçada ayrı ayrı yaşama zorunluluğu getirdiğini belirtti. Gülcihan Şimşek, “O yüzden bu mücadelenin hem çıkış nedenlerine hem de sonucuna bakmak lazım. Kürt halkının varlığını ortaya koyan haklı mücadelenin bugüne kadar yürümesinin sonunda bu mücadele bir çağrıya dönüştü. Bu çağrı meşrudur, haklıdır, demokratiktir. 50 yılda Türkiye'de tüm halkların yaşadıklarını birebir tarif etmek gerekiyor. Hem sosyal hem siyasal hem de ekonomik anlamda halklara yaşatılanlar kabul edilemez. Bugün Sayın Öcalan ‘kardeşçe, bir arada nasıl yaşanılır’ın tarifini yapıyor, çok değerli, çok kıymetli bir süreç. Hepimizin bu sürece sahip çıkması gerekiyor” diye belirtti.

‘Yüzyılın mücadelesinin haklılığını ortaya koyan bir görüntü’

Abdullah Öcalan’ın 26 yıl sonra yayınlanan görüntüsünün ve verdiği mesajın önemine değinen Gülcihan Şimşek, “Görüntü son yüzyılın mücadelesinin haklılığını ortaya koyan bir görüntüdür. Sayın Öcalan’ın çağrısı geçmişten bugüne kadar gelen süreç açısından da baktığımızda bizi sorumluluğa davet eden bir çağrıdır. Birinci Dünya Savaşı sonrası sistemler değişti. Bu süreç bir demokratik cumhuriyet sistemine ya da bir demokratik toplum sistemine dönüşecekse, o zaman bunun mücadelesini vermek, bununla yol yürümek gerekiyor. Çünkü ulus devletlerin Ortadoğu'da yaptıklarını görüyoruz. Tüm halklara kaybettiren bir mekanizma olarak, halkları birbirinden uzaklaştıran, kimlikleri birbirinden uzaklaştıran, inançları birbiriyle çatıştıran bir sistem olduğu ortadadır. Sayın Öcalan'ın felsefesi, savunduğu demokratik ulus perspektifi bunlara karşı olduğu için güçlü sahiplenilmeli. Bu süreçte kime ne düşüyorsa o sorumluluğu almalı” ifadelerini kullandı.

‘Yaşam felsefesi bireysel değil toplumsaldır’

Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın bireysel bir özgürlüğe anlam yüklemediğini çağrısında da dile getirdiğini vurgulayan Gülcihan Şimşek, konuşmasını şöyle sürdürdü: “Sayın Öcalan’ın yaşam koşulları bir metrelik oda içerisine sığdırılmaya çalışıldı. Ancak Abdullah Öcalan’ın yaşam felsefesi özgürlükler anlamında bireysel değil, toplumsaldır. Sadece bir mekâna sığdırılan özgürlük yaklaşımı, bakış açısı yok. 26 yılda da biz bunu gördük. Daha çok halklara, kimliklere, farklılıklara mesaj veren, bu konuda olması gerekenin aslında, birey özgürlüğü değil, toplum özgürlüğü olduğunu ortaya koyan, güçlü bir felsefesi var. Bir halkın nasıl yaşaması gerektiğinin felsefesini ortaya koyan, yaşam biçimini ortaya koyan bir ideologdur. Bir felsefe insanıdır. Toplumların ‘nasıl yaşamalı’ sorusuna cevap olan bir şahsiyettir. Aslında Sayın Öcalan’ın Türkiyeli haklar için de bir kapı araladığını görüyoruz, tekçilik, milliyetçilik, dincilik ya da cinsiyetçilik üzerine birçok tespiti vardır. Bunların topluma kazandırmadığı gerçeğini ortaya koymuştur ve toplum bunu son 100 yılda yaşayarak görmüştür. Mesela bugün dünya savaşlarından sonra gelinen noktada kriz patlamıştır. Bir kapitalist kriz patlağı vardır. Teknoloji insanları gerçekten metalaştırmıştır. Bu konuda açığa çıkan mücadele tarzına baktığımızda komünal şekilde ‘nasıl yaşanılırı’ bu mücadeleyle gördük. O nedenle Sayın Öcalan’ın felsefesi, Türklerin, Kürtlerin, farklı inanç ve kimliklerin bir arada nasıl yaşanabileceğinin yolunu gösteriyor.”

‘Sürecin toplumun faydasına olacak bir noktaya gelmesi gerekiyor’

27 Şubat’ta yapılan ilk çağrıyla birlikte halkın barışa dair bir umut beslediğini ancak eleştirilerinin de olduğunu söyleyen Gülcihan Şimşek, “Sürecin toplum faydasına olacak bir noktaya gelmesi gerekiyor. Çünkü Kürt halkının vermiş olduğu mücadele kendi haklı mücadelesidir. Kimliği ve dili için mücadele eden bir hak gerçekliği var. O nedenle somut bir şeylerin olması gerekiyor. Kürt statüsünün tanınması, anayasal güvenceye kavuşturulması, zindanda olan arkadaşlarımızın bırakılması, yurt dışında olan sürgünlerin geri dönüşlerinin sağlanması, bu noktada anayasal değişikliklerin yapılması, Kürt halkının kendi kimliği, dili güvence altına alınması beklentisi çok güçlü. Sayın Öcalan’ın özgürlüğüne kavuşması yönünde beklentileri var” dedi.

“Sonuçta uzun yılların açığa çıkardığı çok büyük zorlanmalar oldu. Büyük kayıplar yaşandı. O yüzden bu sürecin aşılabilmesi için somut adımların atılması gerekiyor” diyen Gülcihan Şimşek, halkın Abdullah Öcalan’a güvendiğini ve onun vermiş olduğu güven ile sürece dahil olduğunu belirtti.

‘Ortadoğu krizi ve Kürt sorunu’

Ortadoğu’da yaşanan krizlerin Kürt sorunun bir an önce çözülmesinin önemini de açığa çıkardığını ifade eden Gülcihan Şimşek, “Ortadoğu'da kriz büyüyor. İsrail- İran savaşı, Suriye'deki gelişmeler, Ortadoğu'da yeni bir dizayn söz konusu. Kürtler, bu sürece bakıp, Ortadoğu'ya bakıp, kendi varlık süreçlerini örgütlenme dönemine girdi diyebiliriz. Türkiye açısından bakınca, Türkiye'nin tabii ki kaygıları var. Lozan sonrası oluşan bir bu anlaşmanın yüzyılı bittiği için kendini de konumlandırma biçimi değişiyor, yüzünü nereye döneceği noktasına geldi. ‘Türkler, Kürtler kardeştir’ dediğimiz noktada yüzünü aslında Kürtlere dönmesi gerektiğini de belirtmek gerekiyor. Çünkü bugün Ortadoğu’da yaşanan savaşın amacı herkesçe biliniyor. Tek tarafa bakmamak gerekiyor. Bu sürecin kazananı halklar olmalı. Bu sürecin kazananı, uluslararası güçler, silah tacirleri, yeraltı ve yer üstü zenginliklerini sömürgeye dönüştürmek isteyen taraflar olmamalı. Bu süreç Ortadoğu'da yaşayan tüm halklar açısından önemli. Çünkü son 100 yıldır bu topraklarda savaş bitmedi. Bu savaşlara ulus devlet açısından baktığımızda bir çökme yaşıyor, Suriye'yi gördük, Irak'ı gördük, bu oluşan devlet yapıları da kendi halklarına hizmet eden boyuta gelmedi. Bir devlet düşünün, sosyal bir devlet olması gerekirken, tekçi bir devlete dönüşüyor. Bir devlet düşünün, çok farklılıkları kendi içinde en özgür şekliyle yaşam koşullarını oluşturması gerekirken tekleşen, milliyetçileşen, dilini, kimliğini yok sayan, kadın kimliğini yok sayan bir devlet yapısına dönüşüyor. O yüzden buna karşı gerçekten en demokratik olan sistemi örgütlemek, savunuculuğunu yapmak gerekiyor. Kürt halkının gerçekten bugüne kadar vermiş olduğu mücadelenin yanında durmak, onun savunuculuğunu yapmak gerekiyor” şeklinde konuştu.

Ekim ayından bugüne gelen ve adına “Demokratik Toplum Süreci” denilen sürecin yaşanan gelişmelerin ardından daha hızlı ilerlemesi için asıl mücadelenin şimdi başlayacağını kaydeden Gülcihan Şimşek, “Bundan sonraki süreç, demokratik bir toplum mücadelesinin başlayacağı bir süreç” dedi.

Yıllarca hem Kürt hem de Türk toplumundan binlerce insanın yaşamını yitirdiğini bu nedenle yaşanan travmaların iyileşebilmesi için her kesime görev düştüğünü söyleyen Gülcihan Şimşek, “O yüzden süreci işletirken tüm tarafların bu mücadeleye, bu sürece katkı sunması gerekiyor. Yani bunun karşıtında durmak, bu savaşı tekrar istemek bu halka haksızlık olur. Bu halkın talep ettiği haklara haksızlık olur. O yüzden en demokratik şekliyle bu süreci örgütlemek gerekiyor. Gidilmedik, görüşülmedik bu sürecin içinde bulunan sivil toplum örgütleri, demokratik kitle örgütlerinin hepsine ulaşılması gerekiyor” değerlendirmesinde bulundu.

‘Asıl bundan sonraki sürecin sahiplenilmesi gerekiyor’

“Barışın önü açılmıştır” diyen Gülcihan Şimşek, Süleymaniye’de yapılacak “silah bırakma” töreninin ardından daha önemli gelişmelerin yaşanacağı bir döneme girildiğini ifade etti. Gülcihan Şimşek, “Tabii ki silahların bırakılması meselesi görsel bir şey değildir. Aslında bundan sonraki süreci sahiplenmek önemlidir. Eğer bu süreçte barışı sahiplenmezsek, toplumsal barışı sağlamazsak yarın yaşanacak olumsuzlukları toparlamak çok zor olacaktır” uyarısında bulundu.

‘Kadınlar sürecin bir parçası’

Gülcihan Şimşek, konuşmasını şöyle tamamladı: “Süreç belki şu an DEM Parti üzerinden gidiyor. Bu çok değerli ama kadınlar da bunun bir parçası olmalıdır, olmuştur. Gençler bunun bir parçasıdır. Birçok hak örgütleri, farklı demokratik kitle örgütleri bir parçası olmuştur. Kadınlar açısından çok çok önemli bir süreç. Kadın mücadelesinin tarihiyle denk gelen bir mücadele tarihini yaşıyoruz. Çok değerlidir. Savaşların açığa çıkarmış olduğu kayıpların yüzde 80'i kadınlar. Bu gerçeklik karşısında yeniden bir toplum inşa ediliyor. Kadınlar bu inşaya sahip çıkmalı. Demokratik bir yaşamın örgütlenmesi gerekiyor. Bu mücadelenin bir yönünün de kadın yönü olduğunu belirtmek gerekiyor. Toplum kadınla daha çok özgürleşir. Bu minvalde kadın mücadelesine sahip çıkmak gerekiyor.”