Fazela Muhammed: Abdullah Öcalan’ın özgürlüğü için uluslararası büyük eylemler yapılmalı
“Savaş sorunları çözmez” diyen Güney Afrika barış sürecine dahil olan hak savunucusu Fazela Muhammed, Abdullah Öcalan’ın Nelson Mandela gibi halkı için mücadele yürüttüğünü ve özgürlüğü için uluslararası büyük eylemlerin gerçekleşmesi gerektiğini söyledi.
DİREN ENGÎZEK
Haber Merkezi- Ortadoğu’da başlayan ve genişleyerek devam eden 3’üncü Dünya Savaşı resmi olarak ilan edilmemiş olsa da birçok iktidar tarafından dillendirilmeye başlandı. İsrail’in Gazze’ye, Türk devletinin de Kürdistan’a dönük saldırıları soykırım boyutuna ulaştı. Yine Sudan ve Yemen’de büyük bir insani kriz yaşanıyor. Savaşın iktidarlar tarafından pervasızca yürütüldüğü bir dönemde 1 Eylül Dünya Barış Günü’nü karşılıyoruz. Dünyanın dört bir yanındaki çatışmalar, savaşlar ve anlaşmazlıklar, insanlık tarihinin en karanlık dönemlerini oluşturmuştur. Ancak, bu karanlık dönemlerin son bulması ve barışın tesis edilmesi için en etkili yol, barış ve müzakere süreçlerinden geçmektedir. Barış ve müzakere, sadece siyasi bir gereklilik değil, aynı zamanda toplumsal ve insani bir zorunluluktur.
Güney Afrika çatışma çözüm modeli olarak, barışın tesisi konusunda önemli bir örnek oluşturuyor. Irkçı apartheid rejimi ile Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Lideri Nelson Mandela arasında gerçekleşen görüşmelerin nasıl çatışmaları sonlandıran bir barışa evrildiğini, Türk devleti ile Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan arasında 2013-2015 yıllarını kapsayan görüşmeleri ve Türk devleti ile Kürtler arasında barışın koşullarını, Kürt İnsan Hakları Çalışma Grubu (KHRAG) Güney Afrika Eşbaşkanı Fazela Muhammed ile konuştuk.
* Güney Afrika’daki barış süreci, ırkçılığın en vahşi haline karşı mücadele edip bundan demokratik ve uzlaşmacı bir akıl doğurulabileceğini göstermesiyle, anlaşmazlık çözümü ve barış süreçleri çalışmalarında başvurulan en önemli örneklerden biri. ANC ve apartheid rejimi arasındaki barış görüşmeleri hangi koşullarda gerçekleşti? Barış için nasıl bir yol izlendi? Mandela bir önder ve öncü olarak bu görüşmelerde nasıl bir rol oynadı?
Güney Afrika'da barış inşasının çok kolay olmadığını söyleyebiliriz. Burada barış ortamını yaratmak çok zordu. Farklı bileşenlerin güçleri bir araya gelmişti. Bunlardan biri, 1986 ya da 1987 yıllarında Herero'da bir açıklama yapıldı. Bu ANC'nin (Afrika Ulusal Kongresi) barış görüşmelerindeki gücünü kabul etmek demekti. Biz tartışarak çözüm istiyoruz dediler. Bundan sonra bu dönemde hükümet, uluslararası izolasyon nedeniyle Güney Afrika'da toplumsal direnişin arttığını fark etti. Jeopolitik stratejideki bu değişimin yanı sıra 1989'da Sovyetler Birliği çöktü. Sonuç olarak, tüm bu noktalar çözüm tartışmalarını başlatan bir atmosfer yarattı. Apartheid hükümetini destekleyen tüm büyük güçlerin Güney Afrika'ya ihtiyacı kalmamıştı. Onlar, Güney Afrika'nın komünizme karşı direnişte önemli bir nokta olduğunu söylüyorlardı. Sovyetler Birliği çöktüğünde artık apartheid hükümetinin yanında yer almalarına gerek kalmadığını anlamışlardı. Aslında apartheid hükümetini izole etmeye yönelik uluslararası bir kampanya vardı. Güney Afrika’nın gücü vardı. Bütün güçler, bileşenler bir aradaydı.
Elbette Nelson Mandela'nın hapiste olduğunu da unutmamalıyız. Güney Afrika'da illegal olan bir ANC vardı, dolayısıyla Güney Afrika için tecrit politikası yürütüldü. Ama asıl önemli olan hapishanedeki tüm insanların serbest bırakılmasıydı. Apartheid rejimi Nelson Mandela'yı serbest bırakmak zorunda kaldı. Teklifleri şartlı özgürlük oldu. Nelson Mandela’ya ‘oturup siyasi olarak hiçbir şey yapmadığınız bir yere giderseniz özgür olabilirsiniz’ dediler. Mandela bunu reddetti ve ‘Hapishanedeki bir insan bu tür bir tartışmayı yapamaz’ dedi. Anlaşmak istediler ama bu demokratik bir anlaşma değildi. Bunun için Mandela bu teklifi reddetti.
1989'da Nelson Mandela'nın özgürlüğü için büyük bir kampanya düzenlendi. Bu tartışmanın çözüme kavuşturulması için 3 koşul ortaya konuldu. Bu sürecin en temel koşulundan biri de tüm siyasi tutsakların serbest bırakılmasıydı. Aslında Mandela serbest bırakılan son mahkumdu. Mahkumların çoğu Ekim 1989'da serbest bırakılmıştı. Mandela Şubat 1990'da serbest bırakıldı. Özgürlük savaşçıları olarak tanınan siyasi tutukluların çoğu bu dönemde serbest bırakıldı. Binlerce mahkum serbest bırakıldı. Mandela'nın meşhur sözü gibi: Hapishanedeki insanlar tartışamaz. Yalnızca özgür insanlar tartışabilir.
Bana göre Güney Afrika'da en güçlü olan şey ortaklaşma ve birleşmeydi, Güney Afrika'da çok zengin bir buluşmanın gerçekleşmesiydi. Güney Afrika, her bakımdan çok zengin bir ülke. Mesela ailem Hindistan'dan buraya 20’nci yüzyılın başında gelmişler. Ama apartheid, bizi böldü. Çözüme yönelik bu tartışmaların önemli bir kısmı da Güney Afrika'daki bu zenginliğin güzelliğinin tanınmasıydı. Ve bence Nelson Mandela bunda çok temel bir rol oynadı. Kendimiz ve tüm insanlık için düşmana da bir şans vermemiz lazım dedi. Onlara iyi insan olma fırsatını verdi. Bu süreçte bunun devletin değişiminde özellikle kolonyal devletçi yaklaşımdan daha demokrat bir yaklaşıma temel bir değişim olduğuna inanıyorum. Onun bilgeliği sayesinde hepimizin birlikte yaşaması gerektiğini anladık.
‘Apartheid hükümeti tıpkı Türkiye gibi çevre ülkelere de saldırdı’
* Barış görüşmeleri nasıl bir ortamda gerçekleşti? Bir tarafta görüşmeler olurken diğer tarafta çatışma ve suikastlar devam ediyordu? Buna rağmen görüşmeler nihai sonuca nasıl ulaştı? Bunu nasıl başardınız?
Bu süreçte tartışma üstüne tartışma yaşandı. Rahat bir şekilde çözümü tartışacağımız bir süreçte değildik. Başka bir deyişle, çözüm tartışmaları için ne bekliyorduk? Onun için pek çok tartışma vardı. Daha önce de söylediğim gibi bunun birkaç şartı vardı. Bunlardan biri tüm siyasi tutukluların serbest bırakılması ve sivillere yönelik saldırıların sona ermesiydi. Apartheid hükümeti, tıpkı Türkiye gibi çevre ülkelere de saldırdı. Bu nedenle bu saldırıların son bulmasını istedik. Tartışmaların temelinin başlamasını buna bağlıyorum. Daha fazla tartışmalıydık ama hangi koşullar üzerinden bu tartışmaları yürütmeliydik? Bunun için başlangıçta koşulların uygun hale getirilmesini istedik. Bu bir iki günde olacak bir şey değildi. Bu uzun bir mücadeleydi. Ancak bir kez apartheid hükümeti başlamıştı fakat o zaman da Mandela'yı ANC'den ayırmaya çalıştı. Böylece yapmak istedikleri şeyi sadece Mandela ile tartışmaya başladılar.
O süreçte, 1987’de öldürülen 80 kişi için büyük bir tören düzenlendi. Bu törende Mandela'nın hapishanede öldüğüne dair bir söylenti yayıldı. Eminim apartheid hükümeti bunu yaymıştı. Çünkü Mandela’nın hapishanede ölmesi halinde toplumsal tepkinin ne olacağını bilmek istiyorlardı. Bu törende büyük bir ayaklanma başladı. İyi ki biz bu ayaklanmayı sakinleştirebildik, dedik ki, ‘Gerçekleri ortaya çıkaracağız.’ Bana göre hükümet bunu Mandela'nın hapishanede ölmesi durumunda toplumsal yansımalarının nasıl olacağını anlamak için yaptı. Bunun çok tehlikeli olduğunu da anladılar. Bu nedenle nasıl sonuçlanacağını aslında görmüş oldular. Bu yüzden rejim bu durumun devam etmesi halinde ortaya çıkan tehlikeyi gördü. Güney Afrika’da bu şekilde hükümetlerini sürdüremeyeceklerini anladılar. Türkiye ile Güney Afrika'daki durum arasındaki fark; ANC'yi Güney Afrika nüfusunun çoğunluğunun desteklemesidir. Bu nedenle büyük isyanların başlamasından çok korkuyorlardı. Artık hükümetlerini bu şekilde sürdüremeyeceklerini de biliyorlardı. Bu sorun çözülmezse barış içinde bir arada yaşama mümkün olmaz bunu gördüler. Bunun için savaşın sorunları çözmeyeceği anlayışındayım ve siyasi bir anlaşmaya ihtiyaç olduğuna inanıyorum. Savaş hiçbir sorunu çözmez. Bunlar ile bağlantılı olarak da Mandela’nın barışın değerini anlama ve çözüm tartışmalarına açık olma anlayışını görmek gerekiyor. Bu nedenle yürütülen çözüm tartışmalarında barışın önemli bir değer olduğunu karşı tarafın anlaması gerekiyor. Tabi ki adalet olmadan barış boştur ancak bir yerden başlayıp, tartışmanın gerekli olduğunu anlamak önemlidir.
*Barış tahsis edildikten sonra Güney Afrika’da neler değişti? Demokrasi nasıl hayata geçirildi?
Şüpheyle yaklaşanlar var. Ama gerçek şu ki, 1994'ten önce Güney Afrika'da toplum içerisinde ırk ayrımcılığı vardı. Ama en çok baskı görenler Afrika halkıydı. Mesela eğitim sisteminde eşitsizlik vardı, her 5 beyaz çocuğa karşılık yalnızca bir siyah çocuk okuyabiliyordu. Eğitim sistemi eşit değildi ve Afrika halkını köle haline getirdi bu durum. Artık eğitimde eşitliği sağladık. Elbette çocuklarını özel okula gönderen zenginler de var, bu doğru. Ancak bir devlet okuluna giderseniz herkese aynı seviyede eğitim verildiğini görürsünüz. 1994'ten önce kırsal kesimde yaşayan insanların çoğunun temiz suya erişimi yoktu. Temiz su alabilmek için 1-2 km yol gitmek zorunda kalıyorlardı. Şimdi öyle değil suyu her yerden temin edebiliyor halkımız. Elektrik sorunu var ancak özellikle 1994 yılından önce halkımız hep elektriksiz kalıyordu. Eşitsizlik hayatın bir parçasıydı. Şu an bu yok.
İfade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, kimi istersek onu seçme hakkımızı elde ettik. Temsil sistemimiz her oyu sayıyor böyle bir oylama sistemidir. Bu insan hakları ve demokrasi adına çok önemlidir. Sorunlarımız çoktur ama eminim çözülebilirler. Geçen yüzyıllar sömürge siyaseti ile doludur. Apartheid rejimi 75 yıldan fazla bir süredir varlığını sürdürüyordu. Biz bunu aştık ve 30 yılı aşkın bir süredir demokratik bir zihniyet içerisinde yaşıyoruz. Bu yeni bir şey. Bu yeni bir demokrasidir. Daha iyi olması için geliştirmemiz gerekiyor.
*Kadınlar olarak bu görüşmelerin ve daha sonra oluşan barış ortamının oluşmasında nasıl bir rol oynadınız?
Anayasa yoktu. Anayasanın önemli noktalarını tamamladılar, ayrıca eski apartheid hükümetinin parlamentoda sabit sayıda beyaz insan istediğini de belirtebilirim. Bu sistem eşitlik üzerine kuruludur, bir gruba diğerinden daha fazla hak veremeyiz. Sonunda eşitliğin gerekli olduğuna dair temel bir anlayış oluştu. Bunun için temel ahlak, temel insan hakları, doğa, devlet vb. konularda anlaşma sağlandı. Anayasanın yazıldığı dönemde geniş bir sosyal katılımı esas aldık. Başka bir deyişle, anayasa için yapılan seçimlere toplumun katılımı başladı. Her yeri ziyaret ettik, her küçük kasabaya gittik. İnsanlara sorduk, gelin katılın dedik. Bunun için anayasanın nasıl olmasını istediklerini söyleyen 1,8 milyon kişi imza verdi.
Bunun en açık süreçlerden biri olduğuna inanıyorum. Perde arkasında hiçbir tartışma yok. Her şey toplumun içindeydi. Bu, toplumsal anlayışı yaratan bir şeydi. Uzun yıllar parlamentoda tek kadın üye oldu. Yönetim gücü olarak her partiyi, yani oyların temsilcisi olarak temsil edemiyorlardı. Ama ANC 3’lü kadın kotası koydu. Kararlar alınırken 3 kadın olması şartı konuldu çünkü bildiğiniz gibi siyasete erkekler hakim oluyor, listeleri yaptıklarında partiler listede en fazla erkek ismini yazıyor. Bu nedenle bu listeler değiştirildi, meclise girme listesindeki 3 ismin kadın olması gerekiyor. Parlamentodaki kadınların sayısı değişti ve arttı. Ulusal parlamentodaki kadınların sayısı arttı. Köylerde, bölgelerde her düzeyde. Son seçimlerde iki kişiden birinin erkek, birinin kadın olmasını sağlamaya çalıştık. Örneğin ANC'nin yaptığı şeylerden biri, parlamento başkanının her bölgede kadın olmasını sağlamaktı.
Yürütme kabinesinde çok sayıda kadın var. Güney Afrika'da birçok kadın katıldı ve sesleri duyuldu. Tartışmanın yaşandığı delegasyonda üç kişiden biri kadındı. Toplumun her kesiminde kadının sesine kulak verilmesi gerektiği anlayışı oluştu. Eminim bunu dezavantaj olarak görenler ya da şikayet edenlerde var. Ama bir yerden başlarsanız insanlar bu yolu takip ediyor. Güney Afrika'da toplumun her kesiminde, toplumsal her rolde, kuruluşların, örgütlerin yönetim kademelerinde kadınların, özellikle de siyahi kadınların olduğuna inanıyorum.
‘Zalim olan perspektifinizi reddederse insanlar silahlı mücadeleye mecbur kalır’
*Nelson Mandela ve Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın mücadele süreçlerinin birbirine benzediği belirtiliyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Güney Afrika'da şunu anladık ki; zalim olan sizi dinlemez, perspektifinizi reddederse, insanlar silahlı mücadeleye mecbur kalır. Eminim bu Mandela açısından en başından beri çok açıktı. Onlar sebepsiz yere mücadele eden insanlar değil. Adalet için savaşırlar, barış için savaşırlar ve halklarının hakları için savaşırlar. Bana göre her özgürlük savaşçısının kendi davasının peşinde olduğu açıktır. Elbette mücadeleler birbirinden biraz farklıydı ama ikisi de kendi halkının lideriydi. Abdullah Öcalan Kürt halkının lideridir. Nelson Mandela bildiğiniz gibi Güney Afrika halkının popüler bir lideriydi.
Elbette Öcalan da bir yandan Mandela gibi esirdir, düşünceleri ve kurmak istediği toplumla ilgili önerileri var. Güney Afrika'da ırk ayrımı gözetmeyen, herkesin bir arada yaşadığı, demokrasiyle özdeşleştirilen bir toplum, Apartheid rejimi tarafından kabul edilmiyor. Mandela’ya karşı anti propaganda başlatmışlardı ve ona sadece sıradan bir komünist demişlerdi. Öcalan'a da aynı şeyin yapıldığına eminim. Bu sistemi kabul etmeyen bir liderdi, özlü bir şekilde Kürt halkını yönetmiş ve halkta onun yolundan gitmişti. Bunun için Öcalan esir alınıp bir ada zindanına hapsedildi. Mandela da bir adadaydı, onu insanlardan uzak tutmak istiyorlardı. İnsanların Mandela'yı bu şekilde hatırlamasını istediler. Aynı zamanda Öcalan'ın unutulmasını da istiyorlardı. Kürt halkının Öcalan'ın fiziki olarak serbest bırakılması yönündeki isteği ve çağrısı da aynı şeydir. Bana göre aralarında pek çok benzerlik var. Her iki liderde halklarının özgürlüğü için tereddüt etmeden mücadele ettiler. Mandela her gün halkının özgürlüğü için zindanda savaştı Abdullah Öcalan’da aynısını yapıyor.
*Kürtler ve Türkler arasında bir müzakere süreci Türkiye’de de 2013-2016 yılları arasında gerçekleşti. Siz o süreci takip edebildiniz mi? Sizce neden sonuca varılamadı?
Türk devleti cesareti olsaydı bu süreci devam ettirirdi. Siyasi bir farklılık olduğunu, bu çatışmanın çözülmesi gerektiğini, barışçıl bir sürece ihtiyaç olduğunu ve insanların bunu birbirleriyle tartışması gerektiğini anladıkları için bu süreci başlattılar. Eminim devam edecek cesaretleri yoktu. Ama bu önemli bir süreçti. Türk hükümetinin içinde de iç dinamikler vardı. Bir yandan Erdoğan'ın önemli bir şey yapacak siyasi cesarete sahip olmadığına inanıyorum. Mesela Mandela bu tartışmaları başlattığında, ‘tartışmalar ile çözebiliriz kimse kalmayana kadar neden silahlarla çözeceğiz?’ diyen birkaç kişi vardı. Barış yapmanın çok cesur bir adım, barışı tartışmanın ise çok daha cesur bir adım olduğunun farkına vardı. Biri seni bombalayalım derse çok kolaydır.
Eski planı sürdürüyorlar ve Irak'ta, Suriye'de bu operasyonlar devam ediyor. Bu çok basit bir şey. Barışın neden önemli olduğunu anlamak daha zordur. Eğer cesaretiniz yoksa, siyasi ahlakınız yoksa bu süreci bitirirsiniz. Bana göre bu sürece devam etmemenin nedeni bu.
*Barışın sağlanması için nasıl bir ortamın oluşturulması gerekir?
Ben en önemli şeyin bu insanları mecbur kılacak şekilde siyasi baskı oluşturmak olduğuna inanıyorum. Bunların devamının sağlanmasının hem bölgesel düzeyde hem de uluslararası düzeyde gerekli olduğuna eminim. Öcalan'ın özgürlüğüne yönelik kampanya, barış süreci çağrıları, açık ve net barış çağrılarının çok önemli olduğuna inanıyorum. Bunların hepsi temel şeyler. Çünkü sadece birinin fikrine dayanamazsınız, böyle bir sürecin başarılı olması için gerekli olan her türlü koşulu oluşturmanız gerekir. Mesela Güney Afrika'da barış sürecinde ANC'nin eski yönetimlerinden birini öldürdüler. Çok sevilen biriydi. Adı Chris Hani'ydi. Chris Hani'nin öldürülmesi sonucu kitleler doğdu eylemler oldu. Görüşmeler durdu. Ancak bu dönemde hep birlikte görüşmelerin devamı için faaliyetlere başladık. Davamızı sonuçlandırmak için. Siyasi eyleme ihtiyaç var, büyük eylemlere ihtiyaç var, uluslararası eyleme ihtiyaç var.
* Abdullah Öcalan, Mandela (27 yıl kaldı) gibi 26 yıldır bir ada hapis hanesinde ve ağır tecrit koşullarında tutuluyor. Dışarı ile her türlü iletişimi kesilen Abdullah Öcalan, temel hukuki hakkı olmasına rağmen avukatları ile de görüştürülmüyor. Abdullah Öcalan üzerindeki bu tecrit sisteminin amacı sizce nedir?
Anlamamız gereken bir şey var ki, Mandela'yı götürdüklerinde onu yalnız bıraktılar. Mandela'nın çevresinde başka mahkumlar da vardı, birbirleriyle sohbet ediyorlardı, onlardan ayırdılar ve dışarı gönderildiler. Kanaatimce Öcalan'ın tecridi Mandela'nınkinden daha zor ve kötü. Çünkü kendisine avukat ulaşmadan onu tecrit etmişler. Mandela'yı hiç avukatsız bırakmadılar. Ziyaret uluslararası Kızıl Haç tarafından gerçekleştirildi. Ziyaret için Güney Afrika hükümetinden onay istediler. Mandela'ya karşı hapishanede kötü davranışların kaldıramayacaklarını onlarda biliyordu. Dolayısıyla Öcalan'ın yaşam koşulları bana göre Mandela'nınkinden daha kötü. Öcalan 26 yıldır kimseyi görmeden bir adada tutuklu kalıyor. Mandela birçok kez konuştu ve Robin Adası'ndaki diğer mahkumlar nasıl bir hayat yaşadıklarını defalarca anlattı.
*Öcalan'ın özgürlüğüne yönelik kampanya bunun yanıtı olabilir mi?
Evet cevap olabilir. Bu aktif bir kampanya ve ben bu kampanyaya Güney Afrika'dan bir Kürt insan hakları grubu içerisinde katılıyorum. Ve bu kampanyanın Öcalan'ın fiziki özgürlüğü açısından çok önemli olduğuna eminim. İhtiyaç dahilinde kampanyayı arttırmalıyız. Pek çok kişi bir şeyler söyledi, pek çok kişi de Öcalan'ın fiziki özgürlüğü için görüş bildirdi. Öcalan'ın fiziki özgürlüğü için çağrıda bulunduk, 2 yıl önce Güney Afrika'da bir konferans vardı. Güney Afrika'nın ünlü liderleri Öcalan'ın fiziki özgürlüğüne kavuşması çağrısında bulundu. Ama asıl sorun medyanın gündem yapmamasıdır.
Kürtlerin kendi medya kurumlarını kurmasının iyi bir şey olduğunu düşünüyorum ama uluslararası düzeyde büyük bir ses olarak Öcalan'ın fiziki özgürlüğüne yönelik bir çağrının olması gerekiyor. Geçtiğimiz yıllarda onlar bize Mandela'nın yüzünü unutturmaya çalıştı. Şimdi de Öcalan'ın fotoğrafı yasaklandı. Peki ne yaptık? Geceleri dışarı çıktık ve her yere Mandela'nın yüzünün olduğu pankartlar astık. Ayrıca Mandela'nın fiziksel özgürlüğüne yönelik çağrı da vardı. Öcalan'ın bağımsız heyetler tarafından görülmesini garanti altına alacak bir mekanizmaya ihtiyaç var. Onun varlığı kendi ülkesinde halkı tarafından açıkça görülmelidir. Davasını Birleşmiş Milletler'e taşımak önemli bunun için uluslararası bir kampanya yürüten Mandela davası var bu örnek teşkil edebilir. Bu belge, siyasi mahkumlarla ilgili olarak BM'de mevcuttur. Ulusal kurtuluş hareketi onunla ilgilendi ve konuyu BM'ye taşıdı. Bu çok zor bir şey, kolay değil. Ama bunların yapılması gerekiyor.
‘Hayatın kendisi demokrasi ile zenginleşir’
*Abdullah Öcalan fiziksel olarak özgürlüğüne kavuşursa Türk- Kürt ilişkileri ve Ortadoğu’daki dengeler nasıl değişir?
Ortadoğu'da siyasi değerlere sahip insanlar, hakikate bağlı insanlar, popüler bir liderin, toplumlarında yarattığı yeri ve özü görebilir. Bu Ortadoğu'da nadir görülen bir durumdur, biri bu. İkincisi, daha önce de söylediğim gibi Kürt halkını güçlendirirseniz, Kürt halkı özgürlüğüne kavuşursa ne olur? Türkler şunu da anlamalıdır ki, Türkiye'de toplumu kontrol eden bu ruhun kendilerini de özgürleştirmesi gerekiyor. Yani her şeyi gizliyorlar, rüşvetleri gizliyorlar, normal insanların fakirleştiğini, elit insanların zenginleştiğini gizliyorlar. Bunu saklıyorlar ve sahte bir düşman yaratıyorlar. İşte böyle diyorlar bunlar Kürt, bir sorunları var. Farklı bölgelerden insanlara odaklanmak istiyor. Bunun için insanları gözaltına almaya, tutuklamaya devam ediyorlar. İnsanların dikkatini başka bir şeye çekmek istiyorlar. Bana göre barış sürecinin başlaması ve daha demokratik bir toplumda yaşaması en büyük faydayı Türk milletine verecektir. Demokrasi talebi böyle büyüyor. Hayatın kendisi bu şekilde zenginleşir. Türkiye'de enflasyonun çok yüksek olduğunu, kontrolsüz olduğunu, her şeyin çok pahalı olduğunu biliyoruz. Bu var olan rejimin başarısızlığının göstergesidir.
‘Rojava’ya Güney Afrika’dan bir kadın heyeti göndermek istiyoruz’
*Abdullah Öcalan’ın halkların birlikte yaşadığı Demokratik Ulus paradigması hakkında neler söylemek istersiniz? Bu paradigmanın somut hayata geçirildiği yer Rojava’yı, Güney Afrikalılar nasıl görüyor.
Eminim ki birçok kişi Öcalan'ın felsefesi hakkında pek bir şey bilmiyor ve bu bilginin artması gerekiyor. Ama bana göre başkalarının kontrolü altında olmaksızın insanların fikir ve düşüncelerini içeren gerçek bir demokrasi, demokrasinin derinleşmesi için çok önemli bir aşamadır. Sık sık söylüyorum, eğer fırsat olursa, gerçekleri görmek ve demokrasiyi nasıl farklı bir şekilde hayata geçirebileceğimizi anlamak için Güney Afrika'dan bir kadın heyeti göndermek istiyoruz Rojava’ya. Demokrasiyi gerçekten derinleştirmek ve zenginleştirmek önemli. Kürt kadınlarından ve düşüncelerinden öğrenebileceğimiz çok şey olduğuna eminim. Ama bunu gerçekten görmek çok güzel olacaktır. Durum biraz daha iyileşirse gelip görmemiz çok önemli bir şeydir. Hepimiz birbirimizden bir şeyler öğreniyoruz. Güney Afrika'nın tüm cevapları bildiği falan yok. Hepimizin öğrenmesi ve kendimizi geliştirmesi gerekiyor.
* Türkiye’de yeniden bir barış ortamı oluşturulabilir mi sizce. Bunun için iktidara, PKK’ye ve topluma nasıl görevler düşüyor?
Dediğim gibi uluslararası görüşmelerin artması ve uluslararası mücadelenin büyümesi, Kürt mücadelesinin uluslararası düzeyde daha fazla tanınması önemli. Türkiye'de bu çok zor çünkü hükümet pek çok demokrat insanı aralıksız tutuklayıp hapse atıyor. Bunun için çok zordur. Newroz'u izledim, binlerce insan toplanmıştı. Bu fırsatlar siyasi gücü inşa etmek ve baskı gücü olarak aktif siyasetçiler tarafından iyi kullanılmalıdır. Bu çok önemli. Toplumsal direnişi büyüterek Türk devletine ulaşılabilinir. Tabii bundan sonra da mücadele yine devam ediyor. Otoriter bir rejimin size karşı yaklaşımını değiştirmeye yönelik her türlü mücadelenin temelinin bu olduğuna inanıyorum. Güney Afrika'da bizim tarafımızda Kürt mücadelesi için daha fazlasını yapmamız gerekiyor. Her yerde dostlar bulabilirsiniz. Hepimiz Gazze'de olup bitenleri ve bu kadar çok insanın öldürülmesini izliyoruz. Ancak uluslararası düzeyde kimse harekete geçmiyor. Hareket çok düşük. Sadece Filistinliler ve Kürtler değil. Egemenliğini sürdüren devletlere karşı genel olarak bu mücadeleyi nasıl daha yüksek seviyeye çıkarabileceğimizi anlayalım.
‘Yakında buluşacağız’
*Son olarak Kürt kadınları başta olmak üzere Kürdistanlılara ve Abdullah Öcalan’a söylemek istediğiniz bir şey var mı?
Devam edeceğiz ve kadınlarsız bir mücadele yarım kalır. Bunun için kadınların mücadeleye katılması ve seslerini duyurması gerekiyor. Tüm kadınlara çağrımdır değişimin bir parçası olun. Abdullah Öcalan için ‘Yakında buluşacağız. Öcalan’a hemen şimdi fiziki özgürlük’ bu benim sözümdür.