Ekonomik kriz ve toplumsal baskılar İran’ın gençlerini umutsuzluğa sürüklüyor
İran’da gençler, ekonomik zorluklar ve toplumsal krizler nedeniyle umutsuzluk içinde. Eğitimli nesil, hayalleriyle gerçekler arasında sıkışırken, göç dalgası umutları tüketiyor ve köklü değişim talebi güçleniyor.

ŞEBNEM RAHİMZADE
Bukan- İran’da genç nüfus arasında yaygınlaşan umutsuzluk, ülkenin karşı karşıya olduğu en büyük toplumsal krizlerden biri haline geldi. Enerjisini ve yeteneklerini daha iyi bir gelecek için kullanması beklenen yeni nesil, giderek artan bir karamsarlık içinde. Yıllarca eğitim alarak ve emek vererek iyi bir konuma gelmeye çalışan birçok genç, bugün hayalleriyle gerçekler arasında sıkışmış durumda. Ülkedeki verimsiz ekonomik yapı ve kronik durgunluk, gençlerin istihdam olanaklarına erişimini kısıtlarken; siyasi ve toplumsal krizler ise değişim umudunu zayıflatıyor.
‘Şartlar çok kötü’
İnşaat mühendisliği mezunu 28 yaşındaki Agrin M., birçok gencin yaşadığı zorlukları anlatarak, “Yüksek lisansa kadar eğitimime devam ettim ve uygun bir iş bulmak için elimden geleni yaptım. Ancak özellikle kadınlar için iş imkanları çok sınırlı, olanlar da ya yetersiz maaş veriyor ya da şartlar çok kötü. Yıllardır tüm istihdam sınavlarına giriyorum ama çoğu pozisyon özel kontenjanlarla doluyor. Özel şirketler ise ya düşük ücret teklif ediyor, maaşları zamanında ödemiyor ya da erkek adayları tercih ediyor. Artık topluma hiçbir katkım olmadığını hissediyorum. Eğitimimi tamamladıktan sonra evde oturmak gerçekten çok acı verici. Yeniden denemek istiyorum ama neden artık gücüm kalmadığını ben bile bilmiyorum” diyor.
Öğrenilmiş çaresizlik
Çaba ile sonuç arasındaki derin uçurum, İran’daki gençler arasında “çabanın beyhudeliği” duygusunu güçlendiriyor. Bu duygu, zamanla yorgunluğa, güvensizliğe ve nihayetinde umutsuzluğa yol açıyor. Psikolog Evin P., bu durumu "öğrenilmiş çaresizlik" kavramıyla açıklıyor. Bireysel özgürlüklerin kısıtlanması, sosyal ve kültürel baskılar ile değişen koşullar karşısında hissedilen güçsüzlüğün, birçok gencin öğrenilmiş çaresizlik yaşamasına neden olduğunu ifade eden Evin P., “Bu, kişinin yeni fırsatlarla karşılaşsa bile harekete geçmek için motivasyon bulamaması anlamına gelir. İran’daki fırsat eksikliği dikkate alındığında, bu durum yalnızca umutsuzluk değil, aynı zamanda depresyon, intihar eğilimi ve göç düşüncesine de zemin hazırlıyor” diye belirtiyor.
‘Umut kadınlar için lüks’
Toplumda sessizce derinleşen adaletsizlik duygusu, görünmeyen ancak etkili bir yara olarak varlığını sürdürüyor. Bu durum, bireylerde değersizlik ve görmezden gelinme hissine yol açarken, özellikle gençler ve kadınlar arasında giderek daha fazla dile getirilen bir sorun haline geliyor. Araştırmacı Quinn A., “Umut, özellikle kadınlar için bir lüks haline geldi. Mevcut adaletsizlikleri görüp hayatın güzel olduğu sonucuna varamazsınız, ancak hayatın değişmesi gerektiğini bilirsiniz” diyerek bu duygunun toplumsal etkisine dikkat çekiyor.
‘Toplum adaletsizlikten zarar görür’
Sosyal adaletin ancak çaba ile başarı arasında adil bir ilişki kurulduğunda anlam kazandığını belirten Sosyolog Roya K., “Ancak başarı ilişkilere, cinsiyete veya sosyal sınıfa dayandığında, toplum algılanan adaletsizlikten zarar görür. Bu durumda, ayrımcılık duygusu umutsuzluğun ve psikolojik ile toplumsal çöküşün temel nedenlerinden biri haline gelir” diye kaydediyor.
Savaşın çıkmasıyla birlikte değişen durumlar
Son yıllarda doktorlar, sporcular, sanatçılar ve alanında başarılı birçok kişinin ülkeden ayrılması, İran’da beyin göçünü yaygın bir olguya dönüştürdü. İstatistikler, İran’ın dünyada seçkinlerin göç ettiği ilk on ülke arasında yer aldığını gösteriyor. Göç, ülkenin mevcut yapısında yeni bir kriz olarak görülse de, bazıları için umuda açılan bir kapı anlamına geliyordu. İsrail’in İran’a düzenlediği 12 günlük saldırı öncesinde bu umudu taşıyan gençlerden biri olan Laleh R., “Anavatanımı terk etmek istemiyordum, ancak İran’daki koşullara uyum sağlayamıyor ve bu durumun bana parlak bir gelecek sunmayacağını hissediyordum. Bu nedenle doktora yapmak için göç etmeye karar verdim, ancak savaşın patlak vermesiyle tüm büyükelçilikler kapatıldı. Bu, hayallerimin ölümü gibiydi” sözlerine dikkat çekiyor.
Bu göç dalgası yalnızca “beyin göçü”ne yol açmakla kalmadı, aynı zamanda genç nesil arasında kalan umudu da tüketti. Çoğu genç, çözümün değişimde olduğunu düşünüyor. Saida R., sık sık “Neden kalayım ki?” diye düşünse de, içinde koşulların değişebileceğine dair bir umut taşıyor. Ancak bu umudun İslam Cumhuriyeti’nin durumunun iyileşmesinden ziyade, sistemde köklü bir değişiklik yönünde olduğunu belirtiyor. Aşırı uyum ve uzlaşmayı bir çözüm olarak görmediğini söyleyen Saida R., önceki nesillerin benzer deneyimlerinin sonuçsuz kaldığını vurguluyor.