İran’da velayet hakkı pazarlık aracına dönüşüyor

Yasalara göre çocuğun velayeti yedi yaşına kadar annenin hakkı. Ancak birçok kadın, çocuklarını görebilmek için ‘mehirini’ bağışlamak zorunda kalıyor.

SOMA KERAMİ

Ciwanro- İran yasalarına göre, çocuğun velayeti yedi yaşına kadar annenin hakkı. Ancak gerçek hayatta, birçok kadın çocuklarını görebilmek için mehirini (çeyizini) bağışlamak zorunda kalıyor. Şina, Rukiye ve Nasibe’nin hikayeleri, velayetin nasıl “hak”tan “baskı aracına” dönüştüğünü gözler önüne seriyor.

Şina’nın yasal hakkı mehir bedeline dönüştü

24 yaşındaki Şina, beş yaşında bir kız çocuğu annesi. Evliliği aile baskısıyla başladı ve kısa süre sonra boşanmayla sonuçlandı. Şina “Beni ve kızımı sosyal hizmetler kapsamına alabilmeleri için boşanma belgesine mehirimi bağışladığımı yazmışlar; boşandıktan sonra bana bir miktar para verecekti” diyor. Ancak iki yıl geçmesine rağmen hala bir ödeme alamadı. Bu duruma eski eşinin yanıtı ise tek bir cümle oldu: “Kızını aldın, mehirin de o.” Şina, yasal hakkı olan velayetin, “ödenmiş mehir bedeli”ne dönüştüğünü söylüyor.

Velayet Kanunu ne diyor?

İran Medeni Kanunu’nun 1169. maddesi açık: “Ebeveynleri ayrı yaşayan bir çocuğun velayeti yedi yaşına kadar annenin önceliğindedir; sonrasında baba sorumludur.” Yani velayet, ticari bir pazarlık konusu değil, annenin yasal hakkıdır. 1172 sayılı madde ise ebeveynleri uyarıyor ve “Hiçbir ebeveyn, velayeti kendisine verilmiş çocuğun bakımından kaçınamaz” ibarelerine sahip. Buna rağmen uygulamada durum farklı. Velayet, birçok boşanma davasında bir “hukuki hak” olmaktan çıkıp, taraflar arasında pazarlık ve baskı aracı haline dönüşüyor.

Mehir pazarlığı çocukları oldu

Şina’nın yaşadıkları istisna değil. Son yıllarda ülkede velayet karşılığında mehir bağışlamaya dair birçok vaka rapor edilmiş. Kadın, çocuğunu görebilmek veya bakımını üstlenebilmek için mali haklarından vazgeçmek zorunda bırakılırken, çocuk pazarlık konusu haline geliyor. Bu kadınlardan biri 33 yaşındaki Rukiye. 17 yaşında evlenen Rukiye şimdi iki çocuk annesi. “Küçük oğlumu altı aydan beri görmedim, kızım 13 yaşında ve uzun zamandır yanımda değil. Oysa ayda bir görüşmemiz gerekiyordu” diyor. Evli olduğu erkeğin “Sadece mehirini tamamen bağışlarsan, çocuklar seninle kalır; yoksa sadece altı aylık çocuğu alırsın, kızımızı değil” dediğini aktarıyor. Ekonomik baskı ve sosyal destek eksikliği Rukiye’yi geri adım atmaya zorladı. Mehrinin bir kısmını bağışladı; ama boşanma sonrası bu anlaşma bile ihlal edildi ve uzun zamandır çocuklarını göremiyor.

Nasibe çocukları için boşanamadı

Nasibe hala istemediği bir evlilikte yaşıyor ne memnuniyetle ne gönüllü olarak, sadece yasal korku yüzünden. “Boşanırsam, velayet babaya geçer. Eşim sürekli tehdit ediyor; gidersem çocuklarımı asla göremem” diye yaşadığı tehdidi özetliyor. Ev içi şiddet, mahkemedeki tanıdık ilişkiler ve ekonomik eşitsizlik, Nasibe’yi şikayet etmeye bile cesaret edemeyecek hale getiriyor ve yaşanan hakkında “Mali durumu iyi, sorun çıkaran biri değil; velayeti ona vermek çok kolay” şeklinde konuşuyor.

Çocuğun menfaati göz ardı ediliyor

1173’üncü maddeye göre, velayetin devamı çocuğa fiziksel veya eğitimsel zarar veriyorsa mahkeme kararını değiştirebilir. Ancak uygulamada birçok anne, babanın şiddeti, tehditleri veya bakımsızlığına rağmen mahkemenin çoğu zaman hiçbir etkisi olmadığını söylüyor. Böylece, kararların merkezinde olması gereken “çocuğun menfaati” birçok davada göz ardı ediliyor. 2017-2018 yıllarında yapılan niteliksel araştırmalar, annelerin çocuklarından zorla ayrılmasının derin psikolojik etkiler bıraktığını ortaya koyuyor: ciddi depresyon, kronik kaygı, uykusuzluk ve adli sistem karşısında çaresizlik hissi.

Şina, Rukiye ve Nasibe, velayet konusunda eşitsiz bir yapıyla karşılaşan binlerce kadından yalnızca üçü. Bu kadınlar, “anne kalmak” ile “hak sahibi olmak” arasında zor bir seçim yapmak zorunda bırakılıyor.