24 Nisan: Yaşananlar hala can yakıyor
Bereketin simgesi narlar gibi çoğalmayı dileyen Ermeniler bu topraklarda 24 Nisan 1915 günü adeta nar taneleri gibi saçıldılar toprağa. 110 yıl sonra yaşananlar hala canları yakıyor.

SARYA DENİZ
Haber Merkezi- Ortadoğu ve bu topraklar yüz yıllardır isimleri, tarihleri, kimlikleri, dinleri ve mezhepleri farklı anılan katliamlar gördü. Katliamlarda binlerce insan yaşamdan koparıldı, binlercesi sakat kaldı. İnsanlar hafızalarından bir an bile silinmeyen anlara tanıklık etti ve onları ömürleri boyunca kanayan bir yara gibi taşıdı.
‘Birlikte yaşamak’ ne kolay söylenen bir cümle. Ne kadar sahiplenilen ya da özlem duyulan. Ama kimileri bu kolaylığa çözülemeyen nefret düğümleri attı, atmaya devam ediyor. Görmezden gelinen, konuşulmayınca unutulur sanılan pek çok katliam aslında bugün yaşananların da kapılarını aralıyor.
Ermeni, Ezidi ve Alevi kadınlar
Yanı başımızda bu çağın ortasında katledilen Ezidi kadınlar, pazarlarda satıldılar, tecavüze maruz kaldılar. Henüz bebek olanlar kaçırılarak, dijital medyada pazarlandı, evlere hizmetçi edildiler. Ve şimdi Alevi kadınlar…
Suriye’de yönetimin değişmesi ile Aleviler saldırıların hedefinde. Dünyanın gözleri önünde katledilen Aleviler, seslerinin duyulmasını istiyor. Gazze’de her an bombalanan kadın ve çocuklar bu dünyanın artık kendilerini görmesini istiyor.
Nar taneleri gibi dağıldılar
Ayrımcılık her yönüyle devam ederken tarih yaprakları bir başka katliamı soykırımı hatırlatıyor: 24 Nisan 1915. Bu soykırımı görmezden gelme hali, her ne olursa olsun ‘devlet korunmalı’ mantığıyla hareket eden aklın tutumu devam ediyor. Onlarca belge, yaşanmışlık, tanıkların anlatımlarına karşın kabul edilmeyen bu gerçekliğin adı soykırım. Bereketin simgesi olarak gördükleri narları yılın ilk günü, düğünlerde, iş yerlerinin açılışında kıran ve narın taneleri gibi çoğalmayı dileyen Ermeniler bu topraklarda 24 Nisan 1915 günü adeta nar taneleri gibi saçıldılar toprağa. Onları bu topraklarda diğer halklarla birleştiren ne varsa silindi. Ama yaşananlar asla unutulmadı, etkileri yıllarca devam etti. Soykırımda yaşananlar bugün kurtulanların torunlarının bile başka şehirlerde anlatacağı bir kabus oldu.
Toplu katliamlar gerçekleşti
Ermeni Katliamı’nın üzerinden 110 yıl geçti. Ermeni kadınlar bu soykırımda sürgün, ölüm, fuhşa zorlama, açlık, şiddet ve tecavüzü yaşadı. 24 Nisan 1915 tarihinde Ermeni toplumunun ileri gelenleriyle başlayan katliamlar halka karşı toplu katliamlar şeklinde yayıldı. O tarihten sonra anlatılanlara göre ailesinden katledilmemiş Ermeni olmadı. Ermeniler tıpkı nar taneleri gibi bambaşka yerlere dağıldı. Kimileri ancak yıllar sonra birbirine kavuşabildi. Soykırım 1915 ilkbaharından 1916 sonbaharına kadarki dönemi ifade ederken bu tarihler arasında en az 664 bin ve muhtemelen de 1,2 milyon kişinin hayatını kaybettiği belirtiliyor.
Tecavüz bir silah olarak kullanıldı
Ermeni kadın ve çocuklara yönelik tecavüz, bir savaş silahı olarak kullanıldı. Kadın ve kız çocuklarına yönelik gerçekleştirilen tecavüz suçunun kimileri belgelendi. Pek çok kaynakta bu suçun işlendiğine yer verildi. Dönemin önde gelen isimleri farklı ülkelerin yetkililerine kadın ve çocukların korunmasını talep ettiği onlarca mektup gönderdi. Görgü tanıkları kadınların tecavüze maruz bırakıldıktan sonra katledildiklerini anlattı. Kimileri ise gerçekleşen eylemin ardından intihar etti. Tecavüz soykırımın ayrılmaz bir parçası olarak ifade edildi.
Soykırım boyunca kadınlar Suriye çöllerinde sürüldü. Kadınlar ve çocuklar Şam’da kurulan pazarlarda çıplak olarak sergilendi ve açık arttırmaya çıkarıldı. O dönem kadınların satılması erkekler için ‘önemli bir gelir kaynağı’ olarak görüldü.
Hala yargılanabilir
Soykırımla birlikte bazı Osmanlı yetkilileri ve siviller, katliamlarda sorumlulukları olduğu söylenerek, imparatorluk içinde kurulan Divan-ı Harp mahkemelerinde ve İngilizler tarafından Malta'da kurulan mahkemelerde yargılandılar. Bu yargılamaların sonuçları çokça tartışıldı. Yargılamalarda failler sıralanan tüm suçları itiraf ettiler. Yargılananların kimi idamla cezalandırılsa da çoğu beraat etti. Bugün açısından hukuk tartışmaları hala devam ederken üzerinden 110 yıl da geçmiş olsa suçluların hala yargılanabilecekleri belirtiliyor. Bunun 24 Nisan’ı bir soykırım olarak kabul edilmesiyle mümkün olduğu kaydediliyor.
Nefret suçları devam ediyor
Türkiye’de ‘Ermeni Soykırımı’ tanımlamasını kullanmak hala bir suç olarak görülüyor. Pek çok isim bu tanımlamayı yaptığı için ‘Türk milletini alenen aşağılamak’ iddiasıyla yargılandı, yargılanıyor. Soykırım inkar edilirken bunun karşısında duranlar ‘ihanetle’ suçlanıyor. Ermeni halkına yönelik nefret suçları ise devam ediyor. ‘Ermeni’ tanımlamasının bir halkı ifade etmekten çok hakaret olarak kullanıldığı bu topraklarda yıllar öncesinde yaşanan saldırılar, belki de bugün Türkiye’de ya da Suriye’de farklı kimlik ve inançlara yapılanların devamı. Aynı zihniyetten beslen erk iktidarlara karşı kadınların mücadelesi ise devam ediyor.
Ailesini kaybetti
O dönemden günümüze pek çok hikaye geride kaldı. Kadınların hikayelerinden bazılarını yüzleşme ve unutulmaması için derledik.
Avrora Mardiganyan, soykırımı yaşayan kadınlardan biriydi. 1901 yılında Dersim’de çiftçi ve ipek üreticisi varlıklı bir ailenin sekiz çocuğundan üçüncüsü olarak Arshaluys Martikyan adıyla dünyaya gözlerini açtı. Soykırım başladığında gelecek vaat eden bir öğrenci ve ilerleme kaydeden bir kemancıydı. Babasının ve erkek kardeşinin öldürülmesine tanık oldu. Annesi ve kız kardeşleriyle birlikte Ermeni kadınlarının Suriye çöllerine doğru tehcirine katılmaya zorlandı. Bu yolda bir aşiret reisinin haremine satıldı. Kaçtı; yakalandı yeniden satıldı, yeniden kaçtı.
Son kaçışında 18 ay bitki köklerini yiyerek beslendi. Çıplak ayak yürüyerek en sonunda Erzurum’a ulaştı. ABD’de yaşayan bir aileye evlatlık verilen kardeşini bulabilmek için gazete ilanları verdi. Bu ilanla gazetecilerin ilgisini çekti ve hikayesini herkes öğrendi.
60 bin yetime baktı
Arshaluys Martikyan’ın soykırımda yaşananlarla ilgili anlatıları New York ve Los Angeles’taki gazetelerde basıldı. Bu anlatılar daha sonra kitaplaştırıldı. Kitabın kapağında geleneksel Ermeni kıyafetleri içindeki Arshaluys Martikyan’ın fotoğrafı yer aldı. Çok geçmeden kitabın filme uyarlandı. Başrolde ise kimliğini korumak için Aurora Mardiganyan adıyla Arshaluys Martikyan vardı. Film 23 ülkede gösterime girdi. Arshaluys Martikyan hiçbir zaman kardeşini bulamadı ama filmin gelirlerini 60 bin Ermeni yetime gönderdi. O yaşanan kitlesel tecavüzleri duyuran isimlerden biri oldu.
Mari Beyleryan ve mücadelesi
Mari Beyleryan da 1877 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Gazeteci, yazar, şair, öğretmen ve kadın hakları savunucusu olarak anıldı. Eğitimine Pera Sanat Okulu’nda devam eden Mari Beyleryan bu dönem bir yandan da Kalipso takma adıyla Arevelk (Doğu) gazetesinde Ermeni kadınların yaşamlarına dair yazdı. Daha sonra Osmanlı’da kurulan Sosyal Demokrat Hınçak Partisi’nin yayın organı Hınçak’ta muhabir olarak çalışmaya başladı. Mari Beyleryan, örgütlenme çalışmaları yaptı ve İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok kentinde kadınları bir araya getirmek için çalıştı. 15 Temmuz 1890 tarihinde Aldülhamit’e karşı düzenlenen ilk büyük yürüyüşü ve aynı zamanda Osmanlı topraklarında düzenlenen ilk gayrimüslim ‘nümayiş’ olan yürüyüşü muhabir olarak takip etti. Bu eylemden birkaç sene sonra Bab-ı Ali gösterisinin örgütleyicilerinden biriydi. Eylemin amacı Anadolu Ermenilerinin maruz kaldığı baskı ve zulmü duyurmaktı.
Hala nerede öldürüldüğü bilinmiyor
Mari Beyleryan’ın kadınların taleplerini dile getirmek istediği eylem polislerin saldırısıyla kanlı bir çatışmaya dönüşü. Sonunda Mari Beyleryan aranmaya başlandı. Mari Beyleryan, uzun zaman kaçak hayatı yaşadı. Hakkında ölüm fermanı çıkarılan Mari Beyleryan, Mısır’da yaşadı. 1908 yılında II. Meşrutiyet’in ilanından sonra İstanbul’da esen ‘ılımlı rüzgarların’ etkisiyle ülkeye geri dönen Mari Beyleryan, 1915 Ermeni Soykırımı’nda katledildi. Mari Beyleryan’ın nerede öldürüldüğü ise bugün hala bilinmiyor.
Zabel Yaseyan
Zabel Yaseyan, 1878 yılının 4 Şubat’ında Üsküdar’da oldukça varlıklı bir ailede doğdu. Zabel Yaseyan, hayatı boyunca yoksulluk, zulüm ve katliamların en önemli tanıklarından biri oldu. Ailesinin teşvikiyle dönemin aydınlarının pek çoğu gibi Paris’e gönderildi. 1894 yılında Sorbonne Üniversitesi’nde felsefe ve edebiyat eğitimi aldı. Akademide teorik incelemeler ve Fransızca-Ermenice sözlük çalışmaları yaparken, Fransız ve Ermeni dergilerinde makaleleri, şiirleri ve kısa öyküleri yayımlandı. Burada yaşadığı ilk 8 yıl içerisinde evlendi ve iki çocuğu oldu.
Hayatı sürgünle geçti
1902’de İstanbul’a döndü. İstanbul ve İzmir’de çıkarılan 15 Ermeni gazetesinden biri olan haftalık siyaset ve edebiyat gazetesi Arevelyan Mamul’de çeşitli edebiyat eleştirileri ve yazı dizileri yazdı. 1915 yılında İttihat ve Terakkiciler’in sakıncalı Ermeniler listesinde yer aldı. Hayatı sürgünle geçti. Bulgaristan, Azerbaycan, Mısır, Fransa, Yesayan’ın bilinen sürgün durakları oldu.
1918 yılının sonuna dek Ortadoğu'daki mülteci ve yetimlere yardım etmek üzere çalışmalarda bulundu. Bu süreçte, Ermeni halkına yapılan pek çok adaletsizliği konu alan, Verçin Pacagi (Son Bardak) ve Hokis Aksoryal (Sürgündeki Ruhum; 1919), yeni romanlar yazmaya başladı. 1933 yılında Sovyet Ermenistan'a yerleşti ve Moskova'da gerçekleştirilen ilk Sovyet Yazarlar Birliği kongresinde yer aldı. Kesinleşmemekle birlikte 1943 yılında Sibirya’da öldüğü iddialar arasında.
İlk kadın doktor
Zaruhi Kavlajyan, Türkiye’nin ilk kadın doktoruydu. Osmanlı İmparatorluğu’nda kadınların tıbbı öğrenmeleri yasak olduğu için Zaruhi Kavlajyan, Adapazar'ın Amerikan Kız Kolejinden mezun olduğu 1989 yılında eğitimini devam etmek için ABD’ye gitti. 1903 yılında İllinois Üniversitesi’nin Tıbbı Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Adapazarı’na dönüp babasıyla doktor olarak çalıştı.
Birinci Dünya Savaşı yıllarında doktor, yaralılara ve maruz kalanlara yardım çalışmalarına katıldı. Daha sonra İstanbul’a yerleşen Kavaljyan ders vermeye devam ettiği Üsküdar’daki Amerikan Kız Kolejinde Doktor Kaval adıyla tanındı. Zaruhi Kavlajyan, en cı günlere tanıklık etti.