Ortadoğu’da devlet krizi ve kadın: Sudan
Sudan’da kadınlar, silahlı çatışma ve yerinden edilme krizinin merkezinde, sistematik şiddet, cinsel istismar ve hak ihlalleriyle karşı karşıya. Sessizlik, adaletsizliği derinleştirirken, barış söylemini ise sahte bir zemine hapsediyor.
MERVAT ABDÜLKADİR
Sudan - Sudan’da kadınlar, silahlı şiddet ile ataerkil toplumsal yapının ve ayrımcı yasaların kesiştiği karmaşık bir kriz ortamında en savunmasız hedef haline gelmiştir. Ülkedeki ataerkil gelenekler ve yasal düzenlemeler erkeklere geniş bir güç verirken, silahlı çatışmalar kadın bedenlerini toplumsal ve bireysel şiddetin uygulandığı bir savaş alanına dönüştürmüştür. Cinsel ve fiziksel şiddet, toplulukları terörize etmek ve sosyal yapıyı parçalamak için bir araç olarak kullanılırken, yerinden edilme, evsizlik ve sağlık ile eğitim hizmetlerinin çöküşü kadınların yaşadığı acıları daha da derinleştirmiştir. Bu şiddet artık bireysel ihlallerle sınırlı olmayıp, kadınları sistematik olarak dışlamayı ve toplumsal rollerini azaltmayı amaçlayan yapısal bir stratejiye dönüşmüştür. Sudan’da çatışma devam ettikçe, kadınların karşılaştığı sorunları adalet, eşitlik ve barış inşasında merkezi bir öncelik haline getirme sorumluluğu daha da artmaktadır.
Büyük çöküşün başlangıcı
15 Nisan 2023’te, 2021 darbesinin ardından sivil hükümeti deviren sürecin devamında, Hızlı Destek Güçleri’nin (RSF) orduya entegrasyonu konusunda çıkan anlaşmazlık nedeniyle Sudan ordusu ile RSF arasında silahlı çatışmalar patlak verdi. Bu çatışmalar kısa sürede tam teşekküllü bir savaşa dönüşerek, ülkeyi siyasi ve askeri açıdan parçalanmış, kanlı bir krize sürükledi.
Çatışmalar Hartum, Darfur, El-Cezire ve diğer bölgelere yayıldı, bazı bölgelerde hızla kabile ve etnik çatışmalara dönüştü. Savaş 12 milyondan fazla insanı ülke içinde ve dışında yerinden ederken, en çok etkilenenler kadınlar ve kız çocukları oldu. Yerinden edilen 6 milyon kadın ve kız çocuğu, yoksulluk, kıtlık, sağlık hizmetlerine erişim eksikliği ve cinsel saldırı gibi ciddi risklerle karşı karşıya kaldı.
Mayıs 2015'te ordunun Hartum'un kontrolünü yeniden ele geçirmesi, uzun zamandır beklenen bir rahatlamanın başlangıcı gibi görünüyordu. Yerinden edilmekten yorgun düşen milyonlarca kişi, bunu terk etmek zorunda kaldıkları evlerine dönmek için bir fırsat olarak gördü. Yaklaşık iki milyon kişi mahallelerine ve köylerine geri dönerek, yerinden edilenlerin toplam sayısını on milyona düşürdü. Ancak bu dönüş hikayenin sonu değildi, yeni bir acı döneminin başlangıcıydı.
Geri dönenler, kendilerini yıkılmış evler, çökmüş su ve elektrik şebekeleri ve kapalı ya da ilaçsız hastanelerle dolu ruhsuz şehirlerde buldular. Zorluk yalnızca binaları yeniden inşa etmek değil, umudu yutan bu boşlukta hayatı yeniden kurmaktı. Özellikle kadınlar, herhangi bir güvence veya destek olmadan, yiyecek ve su temini, çocuk ve yaşlı bakımını üstlenerek günlük yaşamın yükünü taşıdılar. Geçici yerleşim alanları ve harap mahallelerde sık sık cinsel şiddet ve taciz olayları yaşandı, bu durum, kadınları hem savaşın hem de toplumsal şiddetin mağduru haline getirdi.
BM: En az 3 bin 384 sivil katledildi
Mayıs 2025’te Hızlı Destek Güçleri, İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün 186 sayfalık raporunda etnik temizlik ve insanlığa karşı suçlarla suçladığı Batı Darfur’daki El Geneina’da korkunç eylemler gerçekleştirdi. Aynı yılın ilk yarısında BM İnsan Hakları Ofisi, Darfur’un dört eyaletinin Hızlı Destek Güçleri kontrolünde olduğunu belirterek en az 3 bin 384 sivilin katledildiğini kaydetti. Bu rakam, bir önceki yıl Sudan’daki tüm sivil kayıplarının yaklaşık yüzde 80’ine denk geliyor. Ancak sağlık sisteminin çökmesi, çatışmaların sürmesi ve iletişimin kesintiye uğraması nedeniyle gerçek ölü ve yaralı sayısını tespit etmek hala son derece güç.
Hayvan yemi ile hayatta kalmaya çalıştılar
El Faşer, 26 Ekim 2025'te Hızlı Destek Güçleri'nin eline düşmeden önce 500 günden fazla süren acımasız bir kuşatmaya maruz kaldı. Kuşatma sırasında bölge sakinleri şiddetli kıtlıkla karşı karşıya kaldı ve aileler hayatta kalmak için hayvan yemi yemek zorunda kaldı. Bu da ölümcül zehirlenmelere yol açtı. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 100 binden fazla insan, daha güvenli bölgelere ulaşmak için 60 kilometreden fazla yürümek zorunda kaldı.
Kamplarda salgın hastalıklar yayıldı
Yiyecek, temiz su ve sağlık hizmetinin bulunmadığı yerinden edilmiş kamplarda, çocuklar ve yaşlılar arasında binlerce akut yetersiz beslenme vakası kaydedildi. Sudan'daki Yerinden Edilmiş Kişiler ve Mülteciler Genel Koordinasyonu, Güney Kordofan'da sadece bir ayda 23 çocuğun ölümü de dahil olmak üzere 5 bin 300 vakayı belgeledi. Gıda kıtlığı, yerinden edilmiş kamplarda salgın hastalıkların yayılmasına da yol açtı. Sağlık Bakanlığı, geçen Ağustos ayında 2 binden fazla dang humması vakası kaydederken, 2025'in ikinci çeyreğinde kolera vakaları 12 bin 739'a ulaştı.
Hamile kadınlar arasında düşükler arttı
Yerel raporlar, kadınların karşı karşıya kaldığı insani felaketin boyutunu ortaya koyuyor. Zorla yerinden edilme, beraberinde getirdiği ağır fiziksel ve psikolojik stres ve kritik düzeydeki gıda ve tıbbi bakım eksikliği, hamile kadınlar arasında düşüklerin artmasına yol açtı. El Faşer’den 243'ten fazla hamile kadın, Kuzey Darfur'daki Tawila kampına ve Kuzey Eyaleti'ndeki Ad-Dabba şehrine, kendilerinin ve doğmamış çocuklarının hayatlarını tehdit eden son derece zorlu koşullar altında ulaştı.
Kadın bedeni savaş alanına dönüştürüldü
El Faşer’de şiddet sistematik bir politika haline geldi. Kadınlar savaşta silah gibi kullanılıyor, kız çocukları annelerinin gözü önünde cinsel saldırıya uğruyor, eşler katlediliyor, çocuklar kaçırılıyor ve geride derin bir boşluk kalıyor. Tüm bunlar, şehir kuşatma altındayken ve ekmek ile ilaç gibi temel ihtiyaçlara erişim imkansız hale gelmişken yaşanıyor. İnsanlar iki zor seçenek arasında sıkışmış durumda: bombardıman ve açlık altında kalmak ya da bilinmeyene doğru kaçmak. Birçoğu acı dolu hayatta kalma hikayeleriyle Çad sınırını geçerken, geride kalanlar ise topraklarından ve anılarından geriye kalan azıcık şeye tutunarak yaşamlarını sürdürmeye çalışıyor.
Çok sayıda kız çocuğu cinsel saldırıya maruz kaldı
Sudan’daki çatışmalar, kadın bedenlerini savaş alanına dönüştürdü ve cinsel şiddet, özellikle Darfur ve Hartum’da toplulukları terörize etmek için sistematik bir araç haline geldi. Bu ihlaller sadece çatışma bölgeleriyle sınırlı kalmayıp, yerinden edilenler ve sığınmacıların bulunduğu alanlara yayılarak kadınları ve kız çocuklarını insani krizin merkezine yerleştiriyor. Kadınların köleleştirilmesi yeni bir olgu olmasa da, çatışma koşullarında daha tehlikeli ve yaygın bir boyuta ulaştı. Ülkenin farklı bölgelerinde, bazıları 12 yaşında bile olmayan çok sayıda kız çocuğu çatışma tarafları tarafından cinsel saldırıya uğradı. İstismar fiziksel saldırıyla sınırlı kalmayıp, bazıları günlerce temel insan haklarının ihlali anlamına gelen “cinsel kölelik” koşullarında tutuldu.
El Faşer’de 300 kadın katledildi
İnsan hakları uzmanları, çatışmalar sırasında en az 330 cinsel saldırı vakasını belgeledi; ancak eksik bildirimler nedeniyle gerçek sayının çok daha yüksek olması muhtemel. Sadece bir hafta içinde, El Faşer’den 32 kız çocuğu, RSF saldırısı sonrası Tawila’ya kaçmaya çalışırken cinsel saldırıya uğradı; bazıları bu saldırılara şehrin içinde maruz kaldı. İhlaller arasında toplu tecavüz, aile üyelerinin önünde tecavüz, fidye için kaçırma, kadın aktivistler ve insani yardım çalışanlarını hedef alma ile etnik ve ırksal temelli cinsel istismar yer alıyor. Geçtiğimiz Eylül ayında paylaşılan bir video, Darfurlu bir kızın bir RSF askeri tarafından korkunç bir şekilde işkenceye uğradığını göstererek kadınların çektiği acıyı gözler önüne serdi. Hızlı Destek Güçleri, şehre girdikten sonraki ilk iki gün içinde El Faşer’de 300 kadını katletti. Ülkenin batısındaki El Ubeyd’de ise sivilleri hedef alan bir drone saldırısında yaklaşık 37 kadın ve çok sayıda çocuk yaşamını yitirdi.
Basın özgürlüğü geriledi
Kadın gazeteciler, Sudan’daki çatışmanın merkezinde ve günlük yaşamlarının her anında risk altında çalışıyor. Meslekleri, ülkedeki siyasi baskı ve toplumsal kırılganlıkla doğrudan bağlantılı olarak sürekli bir tehdit alanına dönüştü. Basın özgürlüğü, çatışmanın başlamasından bu yana küresel sıralamada 149. sıradan 156. sıraya gerilerken, bu düşüş yalnızca istatistik değil, tutuklamalar, tehditler ve saldırılarla pekiştirilen ve gazetecileri kaçmaya veya sığınmacı konumuna düşmeye zorlayan bir gerçekliği yansıtıyor. Sadece Darfur’da 150’den fazla kadın gazeteci, tutuklama, cinsel taciz ve tecavüz tehditleri ile karşı karşıya kalarak, bazıları takma adlar altında çalışmak zorunda kaldı. Medya ortamının çöküşü nedeniyle gazeteler yayınlarını durdurdu, matbaalar kapandı ve dağıtım ağı çöktü. Bu durum kadın gazetecileri güvenliği belirsiz dijital platformlara yönlendirdi ve mesleki eğitim imkanlarından mahrum bıraktı.
Gazetecilere yönelik 377 ihlal gerçekleşti
Çatışma, gazeteciliği tehlikeli bir meslek haline getirdi. Gazeteciler, çatışan taraflar arasında çapraz ateşte kaldı, ‘vatana ihanet’ ve ‘işbirlikçilik’ suçlamalarıyla hedef alındı ve gözaltı, zorla kaybetme veya ölümle tehdit edildi. Gazeteciler Sendikası’nın bir yıllık çatışma döneminde belgelerine göre, 377 ihlal gerçekleşti, bunların 130’u kadın gazetecilere yönelikti. 6 gazeteci katledildi, 3 kadın gazeteci tecavüze uğradı, beşi tutuklandı ve ölümle tehdit edildi, 13 kadın gazeteci silahla hedef alındı ve 10 gazetecinin evi yıkıldı. Bu tablo, Sudan’da kadın gazetecilerin mesleklerini sürdürürken maruz kaldığı çifte riskin ve çatışmanın yarattığı derin krizlerin bir yansımasıdır.
Yasak olmasına rağmen kadın sünneti devam ediyor
Sudan’da aile içi şiddet ve silahlı çatışma, kadınların yaşamını hem evde hem de kamusal alanda sürekli bir tehlike ve acı kaynağı haline getiriyor. Çatışma ve yerinden edilme, yoksulluk ve cinsel şiddet yoluyla kadınların acıları derinleşirken, evin kendisi de kadınları doğdukları andan itibaren değersizleştiren kültürel normlar tarafından hem psikolojik hem de fiziksel şiddetin yaşandığı bir alan haline geliyor. Ayrımcılık, doğumdan itibaren başlıyor, erkek çocukların doğumu kutlanırken, kız çocuklarının doğumu hayal kırıklığıyla karşılanıyor. Bu yapısal şiddet, eğitim, haklar ve fırsatlara erişimde de devam ediyor. Sudanlı kadınların yüzde 87’sinin maruz kaldığı kadın sünneti de, bu ihlalin en vahşi biçimlerinden biri. Ayrıca binlerce kız çocuğu çocuk yaşta eğitimden mahrum bırakılıyor ve zorla evlendiriliyor. Tüm bu faktörler, Sudan’da kadınların yaşamını kuşatan çok katmanlı ve sistematik bir şiddet ve ayrımcılık döngüsünü ortaya koyuyor.
UNICEF: Çatışmalarla birlikte şiddet arttı
Evlilik adı altında ataerkil zihniyet, erkeğin kadının bedeni, zamanı ve hakları üzerindeki mutlak kontrolünü meşrulaştırıyor. Hakaret, dayak ve zorlamalar suç sayılmayıp, bir erkeğin ‘hakkı’ olarak kabul ediliyor. Bu normalleşme, şiddetin giderek tırmanmasına yol açıyor. Raporlar, hayatta kalan kadınların aileleri tarafından ‘namus’ bahanesiyle katledildiğini ve damgalanma korkusunun baskısı altında bırakıldığını gösteriyor. UNICEF verilerine göre, çatışmaların tırmanmasından önce Sudan’da 3 milyondan fazla kadın cinsiyete dayalı şiddetle karşılaşmışken, bu sayı çatışmalarla birlikte 4,2 milyona yükseldi.
Cezasızlık faillere cesaret veriyor
Sudan yasalarında, aile içi şiddeti açıkça suç sayan veya failin sorumluluğunu net biçimde belirleyen hükümler bulunmamaktadır. Kişisel statü yasalarının büyük kısmı, eşe neredeyse mutlak yetki tanıyan muhafazakar toplumsal geleneklere dayanmaktadır. Bu yapı içinde, kadınlara yönelik şiddet ‘toplumsal olarak kabul edilebilir’ hale gelmiş, ayrımcılık, kadın sünneti, çocuk evliliği ve ev içi fiziksel ile psikolojik istismar gibi uygulamalar yaygınlaşmıştır.
1991 tarihli yasa ile kadın sünnetinin suç sayılması, 2014 tarihli İnsan Ticaretiyle Mücadele Yasası ve çatışmalarda cinsel şiddet ile çalışan kadınların haklarını korumaya yönelik bazı mevzuat değişikliklerine rağmen, uygulamada bu yasalar büyük ölçüde etkisiz kalmaktadır. Kadınlar, ‘uygunsuz giyim’ suçlamaları, davranışlarının denetlenmesi ve kamusal alanlarda ayrımcılık gibi araçlarla hem yasal hem de sosyal baskılara maruz kalmaya devam etmektedir. Cezasızlık, bu sistemin en belirgin göstergesidir. 2003’ten bu yana cinsel ihlallere karışanların çoğu yargılanmamış ve mevcut çatışma sırasında şiddetin tırmanmasına zemin hazırlamıştır.
Kadınlar zor koşullar altında mücadeleyi sürdürüyor
Sudan’da çatışmanın başlamasından bu yana, kadınlar yaygın ihlallere maruz kalmalarına rağmen insani yardım ve toplumsal çabaların ön saflarında yer aldı. Birçok kadın, özellikle kaynak yetersizliği ve güvenlik risklerine rağmen, sağlık çalışanları olarak tehlikeli koşullarda tıbbi ve psikolojik destek sağlamaya devam etti. Bunun yanı sıra, birçok kadın yerinden edilmiş kişiler ve mülteciler için yerel girişimler kurarak, özellikle cinsiyete dayalı şiddete maruz kalan kadın ve çocuklara yardım ulaştırdı. “Savaşa Karşı Kadınlar” gibi hareketler, çatışmaları durdurmak ve diyaloğu teşvik etmek amacıyla ortaya çıktı ve kadın katılımının sadece eşitlik talebi değil, sürdürülebilir barışın inşası için stratejik bir gereklilik olduğunu vurguladı.
Uluslararası toplum sessizliğini daha ne kadar sürdürecek?
Uzun süren siyasi katılım geçmişine, karşılaştıkları zorluklara ve sayısız ihlale rağmen, Sudanlı kadınlar barış görüşmeleri ve geçiş müzakerelerinden hala dışlanıyor. Bu durum, sorunlarının ve taleplerinin gelecekteki çözüm süreçlerine entegre edilme şansını ciddi şekilde zayıflatıyor. Sudan’da yaşananlar artık yalnızca bir iç kriz değil, tüm dünyanın gözü önünde işlenen sistematik bir insanlığa karşı suç niteliği taşıyor. Kadınlar hem doğrudan hedef alınıyor hem de savaşın aracı haline getiriliyor. Buna karşın uluslararası toplum, tek bir kurşunu durduramayan, tek bir çocuğu açlıktan kurtaramayan kınama açıklamalarıyla yetiniyor. Kadınlar iki kez öldürülürken, bu sessizlik daha ne kadar sürecek?
Bugün Sudan yalnızca kuşatma altında bir ülke değil, acilen duyulması ve eyleme dönüştürülmesi gereken bir insanlık çığlığıdır. Akan kanı durdurmak, kadınlara yaşam ve onur haklarını geri kazandırmak için artık beklemek mümkün değildir. Kayıtsızlık duvarını yıkmanın ve kadınların yaşadığı ihlallerin hiçbir siyasi süreçte veya müzakere masasında aşılmayacak bir kırmızı çizgi haline gelmesinin zamanı gelmiştir. Kadınlar için adalet olmadan kurulacak her barış sahte bir barış olacaktır; tecavüz faillerini ve katilleri hesap vermekten kaçıran her adalet anlayışı ise çarpıtılmış bir adalettir. Dünya, Sudanlı kadınların mücadelesinin aslında tüm insanlığın mücadelesi olduğunu anlamalıdır. Bu çığlığı görmezden gelmek, savaşlarda kadınlara tecavüz edilmesini, çocukların aç bırakılmasını ve insan onurunun yok sayılmasını meşrulaştıran bir dünyayı kabul etmek demektir.