‘Öz savunmanın daha fazla sahiplenilmesi ve uygulanması gerekiyor’-3
YJA Star Merkez Karargâh Komutanı Şafak Aryen, kadına yönelik saldırıların çok yönlü olduğunu söyleyerek, “21’inci yüzyılın kaderini örgütlü kadın mücadelesi belirleyecekse, öz savunmanın daha fazla sahiplenilmesi ve uygulanması gerekiyor” dedi.
ZELAL JÎNDA
Haber Merkezi- YJA Star Merkez Karargâh Komutanlarından Şafak Aryen ile 1992 yılında Türk devleti ile iş birliği yapan KDP ve YNK peşmergeleri ile yaşanan savaşta 25 Ekim 1992’de teslim ol çağrılarına direniş ve öz gürlük zılgıtı ile yanıt veren Gülnaz Karataş’ın (Bêrîtan Hêvî) şehadet yıl dönümüne dair yaptığımız söyleşinin son bölümünü yayınlıyoruz.
Üç bölümden oluşan söyleşimizin son bölümünde YJA Star Merkez Karargâh Komutanı Şafak Aryen, mücadelenin her anının büyük bedellerle geçtiğine vurgu yaparak, Dünya Kadın Devrimi’nin özgürlük mücadelesi içerisinde yaşamını yitiren devrimci önderlerin mirası sayesinde gelişeceğine değindi.
*Yine Ekim ayında Kürt Kadın Hareketi’nin tarihinin oluşmasında büyük katkıları ve yaratımları olan Beritan (Gülnaz Karataş), Gurbetelli Ersöz, Azime, Ronahi (Andrea Wolf), Sarya (Nursel İnce) ve daha nice devrimci kadının şehadet yıl dönümü. Kadın öncülerin kadın mücadelesine kattıklarını nasıl değerlendirirsiniz?
Özgürlük mücadelemizin her anı büyük bedellerle iç içe gelişirken, özellikle Haziran ve Ekim ayları kadın şehadetlerimizin daha fazla olduğu, anlam bulduğu zamanlardır. Devrimci; tarihsel ve toplumsal düğümlerin yol açtığı sorunları çözme sorumluluğunu üstlenen, amaç ve pratik bütünlüğüyle yaşamını buna adayan kişilerdir. Bu anlamda bu değerli kadın devrimciler cins sorununu, eşitlik ve özgürlük sorunlarını çözme sorumluluğunu üstlenmiş, bu uğurda sorunun kaynağını ortadan kaldırmaya yönelmiş, bunun için mücadele etmiş, gelişim yolunun önemli bir mesafesini yapılandırmış kişilerdir. Özellikle kadın özgürlüğü ve devrimine yönelirken, devrimcilerin rolü tecavüz kültürünün her biçimine karşı cepheden tavır almak ve onunla mücadele yürütmektir. Kuşkusuz Kürdistan ve Ortadoğu’da derinleşmiş köleliğin dip noktasını oluşturan kadın özgürlük sorununu görünür kılmak, toplumsal değer yargılarını değiştirerek cinsiyetçiliğin kurumlaşmış hali olan düşman gerçeğine karşı mücadele yürütmek ilk adımında bile devrimsel nitelik taşıyor. Yani kayaya kök salmak gibi bir şeydi bu. Dolayısıyla bu ihtiyacın ortaya konması kadar bunun mücadeleye dönüştürülmesi, kadınların dağlara, silaha, eylem gücüne, öz güvene, toplumsal kabule, değişime yol açması büyük mesafelerdir. Kendiliğinden yaprak bile kıpırdamaz. Bir sorunu dile getirmek yetmiyor, belki tespit düzeyinde değeri olabilir ama gerçeği değiştiremez. Bunun için müdahale lazım, dile geleni sahiplenmek lazım, bunun için emek vermek, mücadele etmek, gerekirse bedel vermek lazım. Dolayısıyla kadın özgürlük tarihi ve mücadelesi şehitlerimizin öncülüğünde sadece kendi özgülümüzde değil hem bölge hem uluslararası alanda kadın sorununun en doğru tanımını ve çözümünü ortaya çıkardı, bu konuda mesafe aldırdı. Bugün özgür kadın kimliği tanımlanabilir bir gerçeğe dönüştü, bunun örgütlülüğü, mücadele araçları ve alanları gelişti. Kadın sorununu feminizmin sisteme angaje olmuş dar perspektifinden çıkarıp daha geniş ve gerçekçi hem sistemsel hem toplumsal hem bireysel ölçekte tanımlanması ve özgürlüğün toplumsal gelişimle sağlanabileceğinin mücadeleyle ispatı yüzyılımızın kadınlar cephesinden en büyük kazanımıdır. Bu arkadaşlarımızın öncülüğünde kadının düşünceye, iradeye, kendine sahip çıkma gücüne, bunun örgütlü haline ulaşması cins mücadelesini de ulusal ve toplumsal özgürlüğü de radikalize etti.
Kadına bakış bu coğrafyada değişmiştir
Gelinen noktada kadın devrimi kavramından tutalım, bunun nasıl olması gerektiğine kadar stratejik öneme sahip birçok alan netleştirildi ve bunun yolu belirlendi, yolda yüründü, başarılar elde edildi. Şimdi kimse kadın özgürlük sorununu, bunun toplumsal özgürlükle bağını, erkek egemenlikli iktidarı, bunun devletleşmeyle ilişkisini, erkek egemenliğiyle mücadelenin hem toplumsal hem siyasal hem askeri alanda yürütülmesi gerektiğini inkar edemez. Neden; çünkü hareketimiz somutunda yürütülen mücadele bunu kanıtladı. ‘Kadın olmak’ hareketimiz somutunda propaganda edilen bir konu değil, özünü, kimliğini, mücadelesini, stratejisini belirleyen bir gerçeklik. Cins çelişkisinin çözümü devrimciliğimizin amacıdır. Bu çelişkinin çözülerek kadınların hem bireysel hem toplumsal hem sistemsel hem kültürel olarak varlığını ve özgürlüğünü garantilemesi kadın devriminin özüdür. Kadın özgürlük hareketi ve ordusu daha şimdiden bunu önemli oranda başarmanın, 21’inci yüzyılda kadınların geleceğini yapılandıracak bir düzeyi yakalamanın pratiğine sahiptir. Kadına bakış bu coğrafyada değişmiştir, kadın gücüne inanç ve öncülüğü temelinde yürüyüş toplumun kabulü haline çoktan dönüşmüştür. Bunun yol açtığı siyasal, askeri mücadele her alanda etkinlik kazanmış ve önemli birikimler oluşturmuştur. Namus, ahlak, onur, gelenek, yurtseverlik, doğaya bakış ve ilişki, iktidar, erkek, kadın, sosyal yaşam, ekonomi, politika, öz güç, irade ve daha onlarca insan hayatını direk belirleyen birçok alan yeni tanımlara kavuşmuştur. Kuşkusuz gücü, savunması olmayan hiçbir düşünce ilerleme imkanı bulmaz. Dolayısıyla kadın ordulaşması, kadın özgürlüğü ve yaşam hakkı talebinin örgütlü gücü ve bunun önündeki engeller karşısında savunma mekanizmasıdır. Haliyle sistemin, erkeğin kadına, ülkeye, bölgeye, topluma, halklara ve kimliklere yönelik politika belirlemesinde bu faktörü dikkate almak durumunda kalması ve buna karşı her türlü araçla mücadele yürütmesi karşısındaki gücün büyük bir niteliğe sahip olmasından kaynaklıdır. Geri adım atmadan, her türlü zorluk karşısında direnerek kendini hücrelerine kadar yeniden yapılandıran, doğrusunu pratikleştirecek iradeyi oluşturan ve bunu örgütleyerek Dünya’nın en büyük orduları karşısında savaşan, bu savaşı komuta eden, aklını oluşturan, eylem cesaretini ortaya koyan güç, kuşkusuz büyük bir düşüncenin ürünü ve pratikleşme biçimidir. Bugün siyasetin her türlü arenasından aile içi ilişkilere ve kadının duruşuna, dağdaki militanın silahıyla tüm egemenliklere meydan okuyuşundan yeni yürümeye başlayan bir kız çocuğunun zafer işaretiyle ‘jin jiyan azadi’ yi eksik harflerle ama ruhunun coşkusuyla söyleyişine kadar kadın devrimi tüm alanlarda ilerleyen bir süreç olarak yapılanıyor. Önderliğimizin kaynaklığında şehitlerimizin eseridir bu. Kadın doğurganlığı böylelikle biyolojik bir olgu olmaktan da çıkmıştır.
Şehadet yaşamın bittiği an değil, bir doğumdur; yaşamı, değerleri, özgür ülkeyi, ihanete, her türlü gericiliğe karşı insanın iradesiyle oluşturduğu gücü, yücelmeyi, arınmayı, yeniden var olmayı doğurur. Bu anlamda en büyük doğumların, en güçlü yaratımların ayıdır Ekim. Sadece bu ayda bile şehit düşen arkadaşlarımızın halk olarak kimliklerine bakılırsa tam bir dünya kadınlarının tablosu çıkar ortaya. Her şeyiyle parçalanmış, karşıtlaştırılmış, ilişkisi rekabetle, kıskançlıkta, birbirini kötülemekle belirlenmiş kadınların, tüm bunların karşısında özgürlük için birlikteliğiyle oluşturduğu bir kadın uluslaşmasıdır bu tablo. Bundan öte bir kazanım tanımlanabilir mi? Şehitlerimize borçluyuz ve izinden yürüyerek bu değerleri büyütmek, yaşam duruşuna dönüştürmek zorundayız. Bu sorumluluk kadın olmanın bilincini kendinde oluşturarak özgürlüğü adına söz söyleyen herkesindir. Ahlakta budur, namus da budur, var oluşta budur, mücadeleyi başarıya ulaştırarak kendine ve toplumuna, insanlığa sahip çıkmak da bunu gerektirir.
*Kadınlar, kadın özgürlük mücadelesinin öncülüğünde geliştirdikleri mücadele ruhuyla 21’inci yüzyılı kadın yüzyılı yapma ideasında yürüyor. Buna karşın erkek egemen zihniyetin kadını sisteme entegre eden, soykırım savaşının bir parçası yapan, sömüren, katliamdan geçiren bu çağın erkek egemen aklına karşı öz savunma çizgisinde kadınlar kendilerini nasıl savunacak? Bu anlamda kadın devriminin önemi nedir?
21’inci yüzyılın önemi cins çelişkisinin görünürlük kazanması, çözümünü dayatması kadar, örgütlü kadın mücadelesinin de bu minvalde bir taraf olarak, sistemi belirleme savaşında aktifleşmesidir. Tabi bu yüzyılın ne kadar kadın yüzyılı olup olmayacağı henüz potansiyel haldedir, sonucunu belirleyecek olan kadınların örgütlü mücadelesinin sistemleşmeyi sağlayacak başarıyı elde etmesiyle ya da tersinden kadın mücadelesinin ve gücünün sisteme bir kez daha entegre edilmesi ve yozlaştırılmasıyla sonuçlanma olasılığıdır. Kadınların en büyük şansı hem ideolojik hem örgütsel hem de askeri açıdan öncülüğe sahip olmalarıdır ki şu ana kadar yürüyen savaşın içerisinde eşitlik ve özgürlük taleplerinin yükselmesi ve bunun geniş kesimlerce sahiplenilmesi bunun sonucudur. Fakat iktidarcı sistem boş durmamakta, kendisine karşı gelişim potansiyeli yüksek alanları nasıl sistem içleştirip etkisizleştirmişse aynı şeyi kadınlara yönelikte birçok koldan geliştirmektedir. Bir taraftan soykırım siyaseti kapsamında halkları, kadınları bulundukları mekanda yaşayamaz hale getirmenin çabası verilerek göç ettirme politikası sistematik olarak yürütülmekte, bir taraftan modernizmin çarpık sosyalitesinin ve bireyciliğinin kadın ayağı üzerinden derinleştirilmesi hedeflenmekte, bir taraftan kadınları bireysel olarak siyasetine ortak ederek, bununla kadın kitlelerini kandırma, soykırım kararlarına ortak etmeye çalışmakta, bir taraftan özel savaş kapsamında cinsiyetçi-milliyetçi-dinci silahlarını kuşanarak, kadınları en geri uygulamalarla yüz yüze getirip, sistemi değiştirecek gücü açığa çıkarması engellenmek istenmektedir. Özellikle Rêber APO’nun özgürlükçü çizgisinin etkileri ve bunun büyük bir kadın özgürlük hareketi, mücadelesi, kültürü, duruşu, direngenliğini toplumsal ölçekte de açığa çıkarması, kadın tanımı ve misyonunun değişmesi karşısında kadınların siyasi iradesini ezme, sistemini dağıtma, toplumu kadın üzerinden yozlaştırmak amacıyla fuhuş, uyuşturucu vb. teşvik etme, Kürdistan’da uzatmalı paralı askerleri aracılığıyla kadın tecavüzlerini yaygınlaştırma, bununla toplumun değer yargılarına saldırma, tarikatlar aracılığıyla gerici kadın ölçülerini topluma dayatma, kadınları özellikle hedefleyerek ajanlaştırmaya çalışma vb. politikalar erkek egemenlikli devletin hamlesi olarak gelişmektedir. Bununla Rêber APO’nun ve kadın özgürlük hareketimizin yol açtığı gelişmelerin önlenmesi, yozlaştırılması hedeflenmekte. Kadına saldırı çok yönlüdür. NATO toplantılarında verilen kadın siyasetçi pozlarından, kadınların zorunlu askerlik yasalarıyla araçsallaştırılmasından, Taliban vb. örgütlerin insafına bırakılmasından, DAİŞ eliyle pazarlarda satılmasına, zindanları kadın siyasi tutsaklarla doldurmaktan, Narin gibi 8 yaşındaki çocukların tecavüz edilerek katledilmesine, ajan örgütlülüğünden, göç etmiş kadınların savunmasız hallerini her türlü kullanmasına, dağlarda özgürlük militanlarını bombalamasına, kadın haklarını kanunlaştıran metinlerin iptalinden, kadın cinayetlerinin normalleştirilmesine kadar her alanda kapsamlı saldırılar yürütülüyor. Tüm bunlar 21’inci yüzyıl kadın mücadelesi karşısında kendi cephesinden savaşmayı ifadelendiriyor.
Erkek aklı ve sistemi acımasızdır ve iktidardan vazgeçme ihtimali açığa çıkınca yapmayacağı kötülük yoktur. Bunu hem tarihten hem günümüzden biliyoruz. Nasıl ki ana-kadın kültürünün zorla bastırılması karşısında direnen doğal toplum değerleri ve kadın temsilleri mitolojilerde konu edinen, sembolik ama arka cephesinde yaşanan şiddeti anlatan betimlemelerle kötülük kaynağı olarak gösterilip parçalanması reva görülüyorsa, nasıl ki direnen bilge kadınlar cadılık sıfatlarıyla yakılıyorsa, nasıl ki savaşların ganimeti kadınlar olarak görülüyor ve her türden muameleye maruz bırakılıyorsa, nasıl ki sözde demokrasi adına işgale yönelmiş uluslararası güçlerin girdiği alanlarda ‘kayıp kadınlar’ sayısı yüzbinlere ulaşıyor ve bu kadınlar esasta kaçırılarak istismara uğruyorsa aynı siyaset ve uygulama çoklu yöntemlerle yoğunlaştırılmış durumda.
Sonucu belirleyecek olan kadının savunma gücüne kavuşturulmasıdır
Bugünün tarihten farkı kadın bilincinin diriliği ve bunun örgütlenme anlamında geniş araçlarının oluşturulması iken, esasta sonucu belirleyecek olanın da kadının kendisini savunma gücüne kavuşturmasıdır. Erkek egemenliği her cepheden saldırıyorsa kadınların her cepheden cevap verme hakkı ve sorumluluğu vardır. Kaldı ki bunun ötesinde bir kurtuluşta yoktur. Ya yozlaşılarak zincirlenip pazarlarda satılmaktan, genelev vitrinlerinde bir elbise gibi pazara sunulmaya, kuluçka makinasına dönüştürülmeye, yaşamın en dip noktasına itilmeye kadar her türlü uygulamaya maruz kalacak ya da kendisini, toplumunu, ülkesini sahiplenip savunacak. Bu konuda oluşmuş ciddi bir tecrübe ve birikim var. 21’inci yüzyılın kaderini örgütlü kadın mücadelesi belirleyecekse öz savunma ilkesinin her zamankinden daha fazla sahiplenilmesi ve uygulanılması gerekiyor. Öz savunma; kimliğinin farkındalığı kadar retlerini çoğaltmak ve buna sahip çıkarak tavır koyduğu şeyleri yaşamak durumunda kalmamak için mücadele gücü haline gelmektir. 3’üncü Dünya Savaşı gerçekten halkların, kadınların katliamını çok yönlü ve derinlikli hedefliyor. Seyirci kalınırsa son perdede katledilen olunur. O nedenle her kadının mutlaka örgütlü olmaya yönelmesi, evinden sokağa, okulundan, işyerine, yaşamın her alanından dağlara kadar sisteme, erkek egemenliğine ve onun polisine, ordusuna, dinci-milliyetçi araçlarına, tarikatına, ajanına, hainine, kadın simsarlarına karşı cephe alması gerekiyor. Kaotik durum erkek egemenlikli sistemin en zayıf anı demektir, saldırıyor çünkü kaybedeceğinden korkuyor. O halde ona toparlanma imkanı vermeyelim, kendi hayatını kadınların, halkların katliamı temelinde sürdürmesine geçit sunmayalım. Yani büyük bir birikim ve tecrübe var, ciddi bir kadın örgütü ve öncülüğü var, sadece bu yelpazeye dahil olmak ve sorumluluğuna sahip çıkmak lazım. Şimdi 8 yaşındaki bir kızı Hizbulkontranın maskeleştirdiği dincilikle örtünmüş katliamına sessiz mi kalınacak? Kürdistan’ı, Ortadoğu’yu yakıp yıkanlara ses çıkarılmayacak mı, arkasına devletin kolluk kuvvetlerini alıp tecavüzü geleneğe dönüştürenlere baş kaldırılmayacak mı, dilini, halayını yasaklayanların elleri kırılmayacak mı, ülkesini düşmana peşkeş çeken hainlerin yüzüne tükürülmeyecek mi, ağaçlarımızı kesip yaşamı çölleştirenlerin kollarına balta vurulmayacak mı, siyaseti katliamın meşruiyetine dönüştürenlerin lafı ağzına tıkılmayacak mı, halkları, insanları hiçe sayarak politik arenada coğrafyamızı birbirine peşkeş çekenlerin haddi bildirilmeyecek mi, 70 yaşındaki analarımızı ‘terörist’ yaftasıyla zindanlarda ölüme terk edenlerin sistemi başlarına yıkılmayacak mı? Tüm bunlar yaşama, kendimize, onurumuza sahip çıkmanın ve kadın devrimini gerçekleştirmenin gereğidir.
Örgütsüzlük öldürür, sorumsuzluk öldürür
Şimdi örgütsüzlük öldürür, sinmişlik, cesaretsizlik, basiretsizlik, sorumsuzluk öldürür. Başta genç kadınlar olmak üzere herkes savunma araçlarını kuşanabilmeli. Reddetmekte savunmaktır, sokaklarda eylemsel güç haline gelmekte, düşmanın örgütlenme ağını etkisiz kılmakta. En küçük birimden en kitlesel çokluğa kadar kadınlar savunma perspektifiyle hareket etmezse kimse adına bir gelecek olamayacak. Yani öz savunmayı uygulayarak eylemsel güç haline gelinmeli. Düşman, halktan, kadınlardan daha küçüktür. Bunu bileceğiz. Devletten çare beklenmez, çünkü kendisi kötülük kaynağıdır. Şimdi öz savunma ilkesiyle örgütlenmiş bir kadın birimi neden sokağındaki, köyündeki, kasabasındaki, şehrindeki, okulundaki düşman uygulamalarını boşa çıkaracak bir eylem ortaya koymasın ki? Tecavüz MİT örgütlenmesinin özel savaş politikası olarak uygulanıyor. Bunu açığa çıkaralım, deşifre edelim, kitlesel karşı koyuş geliştirelim ama bu suçu işleyenleri de cezasız bırakmayalım. Neden örgütlü bir kadın birimi tecavüzcüye hak ettiği cezayı vermesin ki. Bu hiç zor değil.
Derinleşen savaşa öz savunma ile cevap verilmeli
Öz savunma yaşam hakkıdır, kafamızı kuma gömerek ya da doğruya sempatizan olup ama gereğini başkasından bekleyerek devrim yapılmaz, kadın özgürleşmez, toplum özgürleşmez. Bir ilçede birbirinden bağımsız da olsa örgütlenmiş birkaç öz savunma birimi orada düşmanı, özel savaş birimlerini, tecavüzcüyü, haini, ajanı hareket edemez duruma getirir. Dolayısıyla derinleşen savaşa yaygınlaşmış öz savunmayla cevap verilirse kurtuluş mümkün olabilir. Yine dağlarda tüm kadınlar adına savaşan bir kadın ordusu var ve en fedakar en radikal, en fedai tarzda katılıyor. Öz savunma bunu büyütmeyi, çoğaltmayı, şehitlerimizin silahlarını kuşanmayı gerektirir. Modernitenin, bireyci arayışların kadının götüreceği bir gelecek yok. O nedenle genç kadınların bu sorumlulukla gerillaya katılması ve kadın ordusunu daha etkili kılacak bir gücü yaratmayı hedeflemesi gerekir. Bugün ülkede yaşanan kadın özgürlük mücadelesi bölgemizi, Dünyamızı önemli oranda etkilemiştir. 21’inci Yüzyılın hem kadın hem halklar mücadelesi ‘Jin jiyan azadî’yi merkez slogan, dolayısıyla ideolojik doğrultu olarak belirlemiştir. Bu hem ciddi bir ideolojik etkinlik hem de mücadelenin yaygınlaşma zemini anlamında oluşmuş koşullardır. Yürütülme biçimi farklılık içerse de amacı aynı olan bir dünya savaşı içerisindeyiz. Savaş gerçeği içinde kendine sahip çıkamayanlar, savaşma gücünü gösteremeyenler bu savaşın kurbanı olurlar. Bu açıdan ‘Jin Jiyan Azadi’ şemsiyesi altında savaşta bir taraf olduğunu bilmek ve gereğini yerine getirmek herkesin sorumluluğudur. Yapmamak insanlık ahlakından geriye düşmek olur ki sonucu fiziksel katliama kadar götürür. Dağlarında ağaçları kesiliyor, suları baraj adı altında askeri projelere alet ediliyor, yaylası sermayeye peşkeş çekiliyor, çocuklarına tecavüz ediliyor, hainler pervasızca sokaklarda geziyor, kolluk kuvvetleri zindanları ve sokakları işkence alanına dönüştürüyor, ciğeri beş para etmezler tüm imkanların üzerine çörekleniyorken hiçbir şey olmamış gibi yaşamını sürdürmeye çalışmak insan olmamaktır, yaşamamaktır. Bunu bilmek durumundayız.
Öncü rolünü oynamalı ama çatışma çoklu ve geniş alanlarda yaşanıyorsa herkes sürece dahildir ve herkes sorumluluğunu yapmak durumundadır. Gerçekten gelinen noktada Rêber APO’nun “Dünyayı Kadınlar Kurtaracak” belirlemesi her zamankinden daha fazla anlaşılırdır, hayatidir. Bu tabloda kadın mücadelesi ancak toplumsal gücü oluşturarak dünyayı kurtaracak bir etkinliği geliştirebilir. Bunun imkanları var ve bu bize onur veriyor, moral veriyor, baş eğmezliği emrediyor. O halde yıldızlardan başka tepemizde egemenliğin zerresini kabul etmeyecek, anlamlı yaşamın bu olduğunu bilerek, kendimize güvenerek, harekete geçecek ve kadın iradesini devrime taşıyacağız. Bêrîtan yoldaşımız son anını nasıl yaşamın doğurganlığı temelinde zılgıtlarla amacını hainin, düşmanın yüzüne haykırdıysa ve bir insanın onurlu olabilmesi için ölçüleri netleştirdiyse aynı tutumu çoğaltacak, yaşam ve mücadele gücüne dönüştüreceğiz. Kendimize, kadınlara, cesur analara güveniyoruz, bunu mutlaka başaracağız. Bunları belirtiyor, bu inanç ve kararlılıkla sizleri ve tüm kadınları sevgi ve saygıyla selamlıyor, kadın ordulaşmamızın 31’inci yılını kutluyor, şehitlerimizin anısına bağlılık yaşam gerekçemizdir diyoruz.
Bitti…