Dosya: İlk gözden çıkarılanlar: Kadınlar -3

Erkekler tarafından öldürülen kadınlar ve kendi yaşamlarını savunmak adına öldürmek zorunda kalan kadınların hukuki süreçlerini feminist avukat Diren Cevahir Şen’e sorduk. “Kadınlar devlet tarafından korunmuyor, şiddet anında aradıkları polis tarafından tutanak dahi tutulmadan evlerine geri gönderiliyor, adına ev denilen işkencehanelerde yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Hayatlarına sahip çıktıklarında ise bu kadınlara ne TCK 25 ne de TCK 27/2 uygulanıyor”

Kadın cinayetleri ve öz savunma davalarının hukuki süreçleri

ZEYNEP PEHLİVAN

Haber Merkezi- Türkiye’de son dönemlerde bariz bir şekilde artış gösteren kadın cinayetleri ya da kadına yönelik şiddet vakalarının ardında yatan nedenleri doğru şekilde analiz etmek, çözümün de ayrılmaz bir parçası olarak kabul görüyor! Bu nedenle söz konusu şiddet vakaları, Türkiye’de pek çok defa akademik araştırmaların, bilimsel makalelerin ya da anketlerin konusu olarak ele alınmakta. Farklı oluşumlar tarafından gerçekleştirilen araştırmalar neticesinde, kadın cinayetlerinin ya da kadına yönelik şiddetin temel nedenleri büyük ölçüde boşanma talebi, ekonomik şiddet ve ilişki reddine dayanıyor.

Daha genel bir pencereden baktığımızda ise; toplumsal cinsiyet rolleri, toplumsal zihniyet ve caydırıcı olmaktan uzak yasaların varlığı gibi görece daha köklü ve yerleşik nedenlerle karşılaşıyoruz. Özellikle de yasalardan kaynaklanan boşlukların, kadına yönelik şiddette bariz bir role sahip olduğu ortadadır.  Boşanmayı zorlaştıran yasaların varlığı ya da kadına yönelik şiddeti ortadan kaldırmaya yönelik yasaların eksikliği, sürecin en önemli ayaklarını oluşturmaktadır.

Öte yandan; kâğıt üzerinde yer alan bazı yasaların pratik düzeyde uygulanmaması, şiddetin faili olan erkeklere de ciddi ölçüde alan yaratabiliyor. Yasaların önemli bir bölümü, doğrudan kadını korumaktan öte, aile kurumunu korumaktan yana bir tavır alıyor. Nitekim Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden hukuksuz bir şekilde çıkması, bu konudaki endişelerin daha da büyümesine yol açmış durumda!

Dosyamızın üçüncü halkasında; kadın cinayetlerine ve kadına yönelik şiddet vakalarına ağırlıklı “hukuk” tarafından bakmaya çalışacağız. 2009 senesinden bu yana avukatlık yapan, özellikle ekoloji, kadına yönelik şiddet ve çocuk istismarı gibi alanlarda aktif biçimde pek çok çalışma yürüten, aynı şekilde bu alanlara ilişkin birçok davayı yakından takip eden Diren Cevahir Şen, sorularımızı içtenlikle yanıtladı.

*Türkiye’de kadınlar sizce neden korunamıyor? Hukuki olarak hangi yasalar uygulanmıyor veya yetersiz kalıyor?  Yerine getirilen yasalardaki eksiklikler neler?

Türkiye’de kadınlar korunmuyor” dersek, sanırım daha doğru olur. Zira İstanbul Sözleşmesi, 6284 sayılı yasa, CEDAW, TCK gibi sözleşme ve kanunlar yürürlükte olmasına rağmen her gün en az üç kadın, erkeklerce öldürülüyor, binlercesi tacize, tecavüze ve çoklu erkek şiddetine uğruyorsa; kadınlar bile isteye korunmuyor demektir. Şu haliyle mevcut yasa ve taraf olunan uluslararası sözleşmeler uygulansaydı, erkek şiddetinin failleri bu kadar rahat olamazlar ve kadınlar eşitçe yaşıyor olurlardı. Elbette yasa metinlerinin kadınlar bakımında daha eşit olması gerekir. Ancak bırakın saf eşitliği, mevcut hali ile ülkeyi yönetenler, bağlı oldukları yasayı resmen uygulamıyorlar. Kadınlar 6284 sayılı yasa gereği koruma/önleme talebinde bulunduklarında polislerce karakollardan, savcılarca adliyelerden geri gönderiliyorlar.

* Kadın cinayetlerinde, davalarının süreçleri genel anlamda nasıl ilerliyor? Kadınları öldüren erkeklere gerekli cezalar veriliyor mu?

Erkekler günde en az üç kadını öldürüyor. Bu nedenle hakim karşısına çıkan erkeklere hala takım elbise, yani erkeklik indirimleri verilebiliyor, erkekler haksız tahrik hükümleri gereği ceza indirimlerinden yararlanabiliyorlar. Resmen, erkek şiddeti ihya ediliyor. Yargılamalar sırasında çok ilginç savunmalarla karşılaşıyoruz. “Seviyordum, kıskanıyordum, gururuma dokundu, yemeğin tuzunu az koydu, tayt giydi, kahkaha attı, ciklet çiğnedi, bana kafa tuttu, az para getirdi, benden para sakladı, annesiyle çok görüştü, annemle az görüştü, istediklerimi yapmadı, boşanmak istedi, başkasıyla evlendi, çocukları bana göstermeyecekti” vs…

Bu kepaze savunmalar, yargılamayı yapan mahkemelerde erkeklerce gurur duyularak yapılırken, bir yandan kadın katili erkeklerin avukatlarınca da savunma sınırlarını fersah fersah aşacak ve erkek şiddetine uğrayan kadın yaşıyorsa o kadını, öldürüldü ise kadının ailesini defalarca tetikleyecek ve suçlayacak beyanlarda bulunuluyor maalesef. Heyetler buna çoğunlukla izin veriyor, suçtan zarar görenleri koruyacak ve gözetecek önlemi almıyorlar. Kadınlar, ana dillerinde tercüman gelmediği ve kendilerini yabancı bir dilde ifade edemedikleri için erkekler tarafından öldürülüyor. Fatma Altınmakas’ı unutmayalım. O, Muş’ta tecavüze uğrayıp, şikâyetçi olduktan sonra evli olduğu erkek tarafından öldürülen 6 çocuk annesi bir kadın. Fatma Altınmakas’ın, Türkçe bilmediği için jandarma karakolunda kendisini ifade edememişti.

Şüphesiz bu durum devletin genel politikası. Kadınlar erkek şiddetine boyun eğsin, erkek egemenliğine itiraz etmesin isteniyor. Muhafazakâr ve kadın düşmanı politikaların bir sonucu olarak da, erkekler başlarına bir şey gelmeyeceği bilerek kadınları öldürüyor yahut taciz ediyor, dövüyor ya da onlara tecavüz ediyorlar. Erkekler güçlerini iktidardan alıyor.

*Ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınların davalarının seyirleri nasıl ilerliyor?

Ölmemek için öldürmek zorunda kalan kadınların davaları ise aynı seyirle ilerlemiyor maalesef. Aslında bu iki olguyu açıkça değerlendirmek gerekiyor. Hiçbir kadın, ‘bugün acaba hangi erkeği taciz etsem, hangi erkeği öldürsem, kocama hangi eziyeti etsem’ diye düşünmüyor. Kadınlar sadece eşit, özgür ve adil bir hayat istiyor. Hayatları eziyetle geçen, adeta zindana dönmüş kadınlar devlet tarafından korunmuyor, şiddet anında aradıkları polis tarafından tutanak dahi tutulmadan evlerine geri gönderiliyor, adına ev denilen işkencehanelerde yaşamak zorunda bırakılıyorlar. Hayatlarına sahip çıktıklarında ise bu kadınlara ne TCK 25 ne de TCK 27/2 uygulanıyor.

Meşru Savunma ve Zorunluluk Hali başlığı ile hüküm altına alınan TCK Md. 25/1 şöyledir: Gerek kendisine ve gerek başkasına ait bir hakka yönelmiş, gerçekleşen, gerçekleşmesi veya tekrarı muhakkak olan haksız bir saldırıyı o anda hal ve koşullara göre saldırı ile orantılı biçimde defetmek zorunluluğu ile işlenen fiillerden dolayı faile ceza verilmez.

Görüldüğü üzere bu hüküm, herkesin anlayacağı kolaylık ve açıklıktadır. Hayatlarının her noktasında çoğu zaman erkek şiddeti tekrar etmiş kadınlar, canlarına kasteden ölümcül şiddeti elbette savuşturacaklardır. Ancak, onları korumayan irade ve idare, TCK 25’i uygulamaktan ısrarla imtina ederek, kadınları yıllarca hapsetmektedir. Kadınlardan istenen şey nedir? Erkek şiddetine dayanabildikleri kadar dayanmaları mı? Meşru müdafaa hükmü orada neden durmaktadır? Süs olsun diye mi? Kadın tacizcilerine ve tecavüzcülere serbest gezme hakkı tanıyan yargı ve devlet, neden hayatlarına sahip çıkan kadınları ilk günden itibaren tutuklayarak yıllarca hapis yatırmaktadır?

Hayatları boyunca konuşmalarına izin verilmeyen kadınlar, yargılamalar sırasında da çoğu zaman konuşmalarının önünde engeller ile karşılaşmaktadırlar. Kendileri güç bela ifade edebilen, anlatımı zaten çok zor ve tetikleyici olan şiddet hikâyesini anlatmak zorunda bırakılmakta, anlatırken de pek çok kez gergin muamele ile karşılaşmaktadırlar. Onları hapishane dışında korumayanlar, onlar hayatlarını korudular diye onları hapsetmektedir.

*Öz Savunma konusu, özellikle en son Melek İpek'in tahliyesiyle beraber yeniden gündemde. Meşru müdafaa hakkı TCK’de açıkça yer almasına rağmen tahliye kararlarına çok nadiren rastlıyoruz. Melek İpek’in tahliyesi gibi davalar bu anlamda bir emsal yaratıyor mu?

Yukarıda da izah etmeye çalıştığım gibi, meşru müdafaa ceza yasasında tanımlanmıştır; ancak kadınlara uygulanmamaktadır. Örneğin hayatı işkence ile geçen Name Öztürk, yıllarca hapis yatmıştır ve sonunda ceza almıştır. Cezasının zaten yatarını yatıp çıkmasına rağmen sonuç olarak Name’ye ceza verilmiştir. Yine Aylin Işık hayatına sahip çıktığı için hala hapishanededir.

Melek İpek kararı şüphesiz çok sevindirici bir karar. Ancak bu denli kamuoyu tepkisi ve Melek’in olay anındaki fotoğrafları olmasaydı Melek tutuklu kaldığı aylar sonra özgürlüğüne kavuşabilecek miydi? Ben pek sanmıyorum. Zaten Melek, TCK 25 hükmü gereği değil, TCK 27/2, yani, ‘savunmada sınırın aşılması mazur görülebilecek bir heyecan, korku veya telaştan ileri gelmiş ise faile ceza verilmez.’ hükmü gereği ve oy çokluğu ile serbest bırakılmıştır. Ben açıkçası tam olarak sevinemiyorum. Çünkü, kocası Ramazan İpek tarafından kelepçe takılarak çıplak şekilde saatlerce dövülen, işkence ve dayaktan gözleri şişen ve morluk oluşan, vücudunun her yeri yara bere içinde kalan Melek’i korumayan devletin yargı erki, bu işkenceden kurtulmak isteyen bir el ateş eden kadına hem sınırı aştın diyor, hem de oy birliği ile bu hükme varıyor. Bununla birlikte daha öncesinde iddianame savcısı da Melek’in cezalandırılmasını istiyor. Peki bu kadın ne yapsaydı? Ama her şeye rağmen bu durum, hayatı eziyetle geçip kendi canını kurtaran kadınlar için emsal olur.”

*Kadınların "ölmemek için öldürmek" zorunda kaldıkları bir hukuk düzeninde İstanbul Sözleşmesi'nin iptali, sizce süreci nasıl etkileyecektir?

Bizler İstanbul Sözleşmesi’nin uygulatılması için zaten inanılmaz çabalar gösteriyorduk. Yargıçlar, savcılar, karakollar, mülki idari amirler, sözleşmeyi uygulamakta oldukça zorluk çıkarıyorlardı. Çoğu zaman bilmediklerine, duymadıklarına da tanık oluyorduk. Ancak son dönemde siyasi iktidar tarafından desteklenen sözleşme aleyhi kampanyalar ve sözleşmeye yönelik sistematik saldırılar neticesinde sözleşmeyi daha geniş kitleler duydu. Fakat her şeye rağmen İstanbul Sözleşmesi’ne taraf olmak, kadınlar için çok büyük bir güvence demekti.

Sözleşmenin feshine yönelik Cumhurbaşkanı kararı açıkça Anayasa’ya aykırı olmakla birlikte, sözleşme hala yürürlüktedir. Ancak, fesih açıklamasının ardından, zaten sözleşmeyi ve ondan doğan 6284 Sayılı Yasa’yı uygulamaktan imtina eden polis ve jandarmanın, hatta kimi savcıların, kendilerine şiddet gördüğü için gelen, bazen kan revan içinde başvuran kadınları dahi karakollardan ve adliyelerden geri gönderdikleri, herhangi bir işlem yapmadıkları, yapsalar dahi şiddetin faili olan erkeğe uzaklaştırma vermediklerini görüyor yahut duyuyoruz. Bu açıkça yasaların kolluk ve yargı eliyle çiğnenmesidir. Korkarım ki bundan sonra kadınlar aleyhine çokça hak ihlali ile karşılaşacağız. Yasaları uygulamakla ve vatandaşını korumakla görevli ve yetkili kurumlar, bu görevlerini mevcut yasaları yok sayarak, yapmamaktalar. Kadınların artık ülkede kelle koltukta gezmeleri manasına geliyor bu da.

Sona erdi.