Barış süreçleri ve masanın tarafı kadınlar- 1
Çatışmalı süreçlerde en çok zarar gören kadınlar ve çocuklar. Yaşanan onca acıya rağmen taraf olarak görmezden gelinen kadınlar, bugüne kadar nasıl deneyimler yaşadılar? Bu deneyimler Türkiye’deki süreç için hangi ip uçlarını veriyor?

SARYA DENİZ
Haber Merkezi- Kürt sorununun çözümü çok uzun yıllardır Türkiye’nin gündeminde. Sorunun çözümsüz bırakılması ülkede ekonomiden sağlığa, güvenlikten kültüre kadar birçok alanı etkiliyor. Son birkaç ay içinde gelişen adımlar İmralı F Tipi Yüksek Güvenlikli Kapalı Cezaevi'nde Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile gerçekleştirilen görüşmeler ve bu görüşmelerle ilgili yapılan açıklamalar sorunun çözümüne ilişkin umut yaratırken aynı zamanda kimi endişeleri de beraberinde getiriyor. Yaşanan derin krizden ne şekilde çıkılacağı nasıl bir yol izleneceği konusunda soru işaretleri var.
Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat günü ilettiği “Barış ve Demokratik Toplum” başlıklı çağrısının ardından PKK Yürütme Komitesi açıklamasında çağrıya katıldıklarını ve gereklerini yerine getireceklerini belirterek, ateşkes ilan etti. PKK, kongrenin toplanabilmesi için güvenlikli ortamın oluşturulması ve Abdullah Öcalan’ın bizzat kongreyi yürütmesi gerektiğini vurguladı.
İki önemli adım
Henüz adı konulmamış bu süreç dünyada yaşanan örneklerinden farklı bir biçimde ilerliyor. Karşılıklı atılması gereken adımlar üzerinden tarif edilen sürecin tüm çağrılara karşın yasal bir çerçevesi de yok. Abdullah Öcalan ve PKK’nin açıklamalarının ardından sürecin demokratik ve hukuki boyutunun tanınması barışın yanında duran herkes tarafından dile getiriliyor. Yasal zeminin oluşturulmasında Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne çağrılar yapılırken, en birincil taleplerden biri de süreç için çalışan Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması.
Sürecin anahtarı kadınlar
Tüm dünyada çatışma süreçlerinde en çok kadınların zarar gördüğü belirtiliyor. Yapılan araştırmalar ve ortaya konan istatistikler bu yönde. Ancak buna rağmen kadınların yaşadıkları görünmez kılınırken, çatışmaların çözümü için kurulan masalarda kadınlara yer verilmiyor. Kadınlar bir yandan da süreçlerin gelişimi ve barışın, barışın toplumsallaşmasının bir anahtarı olarak görülüyor. Birleşmiş Milletler 1325 Nolu kararı barışın inşasının müzakereler de dahil her aşamasında kadınların eşit temsil edilmesinin sağlanması gerektiğini belirtiyor. Bu küresel taahhüt aynı zamanda çatışmanın tüm taraflarını, özellikle cinsel ve cinsiyete dayalı şiddet olmak üzere, silahlı çatışmalarda kadınları ve kız çocuklarını şiddetten korumak için özel önlemler almaya çağırıyor. Türkiye de bu kararı 2000 yılında imzaladı. Sadece sayısal olarak bile bakıldığında toplumun yarısını oluşturan kadınlar için bu süreçlere dahil olmak ekmek ve su gibi önemli.
Sürece dahil olunması varlık sorunu
Yıllardır yaşanan çatışmalı süreçte kadınlar direkt şiddetin hedefi haline geldiler. Sıcak çatışmaların yanı sıra Kürt halkına yönelik geliştirilen özel savaş politikalarında özellikle politik kadınlar hedeflendiler. Eğitim hakları engellenen, sağlık hizmetlerinden yararlanamayan kadınlar, tutuklandılar, işkence gördüler, katledildiler, taciz ve tecavüze maruz kaldılar, intihara sürüklendiler. Faillerin cezasızlıkla sonuçlandığı yargılamalarda kadınlar bedenleri ve yaşamlarıyla tehdit edildiler. Evleri yakılan, çocukları katledilen, köyleri boşaltılan, göç etmek zorunda kalan kadınlar, derin bir yoksullukla baş başa kaldılar.
Dünyanın 34 ülkesinde hakikat ve yüzleşme süreçleri işletildi ancak bunların hiçbirinde kadınlar aktif yer alamadı. Türkiye’de bir önceki çözüm sürecinde kadınların sürece dahil edilmesi Abdullah Öcalan’ın çabası ile kısmen mümkün olabilmişti. Bugün de kadınların toplumsal sürecin merkezine yerleştirilmesinin ve barışın inşasında yer almaları kritik ve önemli bir adım olarak tarif ediliyor. Özce kadınların sürece dahil olmaları ve sahiplenmeleri öncelikli bir varlık sorunu.
Dikkat çeken örnekler
Dünya tarihinde çatışmalı zamanların sonunda birçok süreç geliştirildi. Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları ile süreçler ilerletilmeye çalışıldı. Dünyadaki Hakikat ve Uzlaşma Komisyonları’nın önemli bir bölümü 1980’ler ve 1990’lı yıllarda kuruldu. Komisyonlar, yoğun hak ihlallerinin yaşandığı dönemlerdeki kayıp, işkence, ölüm, yerinden edilme, cinsel şiddet gibi olaylara odaklandı. Önde gelen komisyonlar Arjantin, Brezilya, El Salvador, Guatemala, Kenya, Peru, Filipinler, Güney Kore, Sri Lanka, Doğu Timor ve Uganda’da kuruldu. Uganda'da da tarihin ilk hakikat komisyonu oluşturuldu. Bu tüm dünya için ilk deneyimdi.
Günay Afrika komisyonu
Güney Amerika’dan Asya’ya birçok örneği bulunan bu komisyonların en dikkat çekeni 1948-1994 yılları arasında ırk ayrımcılığına dayalı apartheid rejiminden sonra Güney Afrika’da kurulan komisyondu. Güney Afrika’daki komisyonun özelliği bir af komisyonunun olmasıydı. Buna göre bir kişi gelip komisyona işlediği suçu açık olarak anlatıp itiraf ederse bu kişi hapis cezasından muaf tutulabiliyordu. 1996 ve 1998 yılları arasında komisyona yaklaşık 21 bin kişi başvurdu. Bu başvuruların 19 bini mağdurlara aitken 2 binden fazla kişi kamuya açık yapılan oturumlarda yaşadıkları hak ihlallerini anlattı. Komisyona yapılan 7 binin üzerindeki af başvurusundan 849’u kabul edildi. Komisyona yaşananlarla ilgili yapılan anlatımlar canlı olarak yayınlandı.
Kadınların aktif katılımı
Kadınlarda sürece aktif katıldı. Güney Afrikalı kadınlar sivil alanda, eşitlik ve özgürlük mücadelesinde her zaman önemli bir rol oynadı. Hem ırk hem cinsiyetinden dolayı ihlallere maruz kalan kadınlar, sadece kadınlara açık olan duruşmalar oluşturmayı başardı. Bu duruşmalara kadınlar yoğun katıldı ve ırkçı nefretin kadınlara nasıl yöneldiğini dile getirdi. Hakikat komisyonunun son toplantısında açıklanan verilere göre; katılanların yüzde 56'sı kadındı. Apartheid döneminde işkence ve benzer suçlara maruz kalan kişilere tazminat verildi ama siyahi kadınların gündelik hayatında ırkçı ve cinsiyetçi zihniyetten dolayı yaşadıkları cinsel şiddet ve ekonomik sömürü tazminat politikasına uygun bulunmadı. Güney Afrika'da, kadınlar hala mücadele ediyor.
İrlanda modeli
İrlanda modeli de dünyada etnik temelli çatışmaların çözümü noktasında başarılı bir barış modeli olarak örneklendiriliyor. Türkiye’deki çatışma sürecinin sonlandırılmasıyla ilgili tartışmalarda İrlanda sık sık öne çıkıyor. Uzmanlar ise her ülkenin kendine has siyasal koşulları olduğunu belirterek, modelin doğrudan Türkiye’ye uymayacağı yönünde görüş veriyor. Dönemin Başbakanı John Major’un çatışan taraflarla görüşme çağrısı üzerine IRA 1994’te ateşkes ilan etti. 1994, barış sürecinin başlangıcı olarak kabul edildi. 1997’de taraflar görüştü ve 1998’de Belfast Anlaşması imzalandı. IRA 2005’te silah bıraktı ve yaklaşık 3600 kişinin canını yitirdiği çatışma süreci resmen sona ermiş oldu. IRA silahları bağımsız bir komisyonun denetiminde imha edildi. Uzmanların tümü, Kuzey İrlanda’dan çıkarılacak derslerin başında, bu tür çatışmaların ancak müzakere yöntemiyle çözüleceği anlayışının bulunduğunu dile getiriyor. Müzakerelerin uluslararası komisyonlarla çözüme kavuşturulması, kimi ön koşulların dayatılmaması, masada eşit olarak yer alınması ve görevdeki hükümetlerin de temsili önemli.
Kadınlar dışta bırakıldı
Uzlaşmayı amaçlayan ilk hakikat komisyonu, Şili'de 1973 yılından 1990’a kadar uzanan faşist Pinochet dönemindeki vahşeti araştırmak için altı erkek ve iki kadından ibaret olan Rettig Komisyonu'ydu. Daha sonra da farklı isimlerde komisyonlar kuruldu. Komisyonun Valech Raporu'yla beraber on binlerce işkenceye uğramış kişi ve öldürülenlerin yakınlarına maddi destek verildi. İşkencecilerin isimleri de 50 yıl için mühürlü kalması kararı alındı. Burada da kadınlar yeterince gündeme getirilmedi. Üstelik işkence görenlerin çoğunluğunu kadınlar oluşturuyordu. Yaşadıkları tecavüz işkence gibi olayların ayrıntılarını anlatmak istemeyen kadınlar da görmezden gelindi. Kadınlara yönelik işlenen suçlar adeta kapsam dışı tutuldu.
Tecavüz savaş suçu sayıldı
1993 yılında Eski Yugoslavya'nın dağılmasıyla gelişen savaşta da en büyük acıyı yine kadınlar yaşadı. Uluslararası Ceza Mahkemesi 1993 yılında ilk defa Bosna'da tecavüzü sistemli bir savaş suçu olarak tanıdı. Bosna savaşında 50 bin kadın Sırp askerleri tarafından "tecavüz kampları" gibi yerlerde cinsel işkenceye maruz kaldı. Tecavüzün savaş suçu sayılmasıyla kadınlar harekete geçti. Bu suçların araştırılması için mahkemeler kuruldu. Bu mahkemelerde başkanların çoğu erkekti ve çoğu kadın yaşadıklarını anlatamadı. Kadınlar daha sonra Lahey Savaş Suçları Mahkemesi'ne başvurdu. Ancak buradan da istenen sonuç alınamadı.
Srebrenica Anneleri’nin mücadelesi
Kadınların uluslararası mahkemelerdeki mücadelesi tecavüze uğrayanlarla sınırlı kalmadı. Srebrenica mağdurlarının yakınlarından oluşan Srebrenica Anneleri, Batı Avrupalı ülkelerin katliamlardaki rolünü deşifre etti ve Srebrenica katliamı için adalet talebiyle Hollanda devletine karşı dava açtı. Bu dava kazanıldı. Anneler, uzun süren dava sürecinin ardından Hollanda'nın 7 bin mağdurun sadece 300'ünün ölümü için suçlanmasını kınadı.
2001'de Sırbistan ve Karadağ için Hakikat ve Uzlaşma Komisyonu kuruldu. Bosnalı kadınlar uzlaşma ve barış sürecinden dışlanırken tecavüzün sessiz mağdurları olarak gösterildi. Birçok kadın tecavüz sonucu çocuklarını doğurmak zorunda bırakıldı.
Arjantin ve anneler
Diktatörlük döneminde yaklaşık 30 bin kişinin güvenlik güçlerinin ellerinde kaybedildiği Arjantin'de devlet kaynaklı kadına yönelik şiddet ise özel bir politikaydı. Arjantin örneği dünyanın ilk başarılı hakikat komisyon tecrübelerinden biri olarak anıldı. Arjantin'de hakikat ve yüzleşme mücadelesinin aktif öznesi kayıp yakınlarının oluşturduğu Plaza de Mayo Anneleri’ydi. Kayıpların bulunması ve faillerin yargılanması için mücadele eden annelerin etkisi, Arjantin'de hakikat komisyonun kurulmasında çok büyük rol oynadı.
Arjantin’de işkence kamplarında 30 binde fazla insanın katledildiği ve bunlardan 12 bininin kadın 500'ünün ise çocuk olduğu tahmin ediliyor. Rakamlar böyleyken kadınlar, yine dışlanan taraf oldu. Kadınlar her şeye rağmen adalet arayışlarını sürdürüyor.
Hakikat süreci işletilmedi
Vietnam'da 5 milyonu aşkın kişinin yaşamını yitirdiği 1955'ten 1975'e kadar süren savaşta ABD'nin işlediği insanlığa karşı suçlar konusunda kadınlar arka planda kaldı. ABD güçleri, çoğu kadın olan 504 Vietnamlı sivilin katledildiği ve grup tecavüzün gerçekleştirildiği My Lai katliamı gibi olayları örtbas etmek için çabaladı. My Lai katliamı sonrasında sadece bir asker suçlanarak, üç yıl ev hapsi aldı. Suçları işleyen ülke dünyanın en önemli emperyalist gücü olduğu için, hakikat ve adalet için herhangi bir mekanizma olmadı. Ancak biri Avrupa, biri ABD'de iki hakikat soruşturması kurulu oluşturuldu. Filozof Jean Paul Sartre, Kübalı kadın diplomat Melba Hernandez ve Tunuslu feminist Gisèle Halimi'nin aralarında bulunduğu dünya barış aktivistlerinin düzenlediği Russell Yargıç Kürsüsü 1967'de İsveç’in başkenti Stockholm'da düzenlendi. Sol kadın aktivisti Jane Fonda'nın savaşa karşı olan askerlerle beraber organize ettiği Kış Asker Soruşturması ise 1971'de ABD'nin Detroit kentinde düzenlendi. Her iki etkinlikte de Amerikalı askerler savaş suçları hakkında konuştu. Bugüne kadar kapsamlı bir hakikat komisyonu ya da yargılama süreci oluşturulmadı. Vietnam savaşında kadınlar, sömürgecilikten sonraki sosyalist rejimde kazandığı özgürlüklerin işgal sonrası zorla elinden alınmasına şahit oldu. Kadınlar, Amerikalı askerlerin "moralli" olmaları uğruna tecavüz, zorla kaçırılma ve fuhuşa itilme gibi acı savaş politikalarıyla yüz yüze kaldı.
Ortadoğu’da yüzleşme
Ortadoğu'da hakikat komisyonları modeline örnek olabilecek ilk örnek Fas'ta 2004'te Kral VI. Muhammed'in emriyle kuruldu. Eşitlik ve Uzlaşma Komisyonu 1960'tan 1980 yılları arasında Kral II. Hasan'ın iktidarda olduğu "Kurşun Yılları"nda meydana gelen hak ihlallerine odaklandı. Bu yıllarda gözaltında kayıplar ve ölümler, işkence kamplarında cinsel şiddet ve kadınların polis tarafından fuhuşa zorlandırılması gibi ağır insan hakları ihlalleri yaşandı. 2005 yılında araştırmalarını sonuçlandıran komisyonun 16 üyesinden biri kadındı. Komisyon önünde 22 bin kişi dinlendi bunlardan sadece 400'ü kadındı. Kralın emriyle hiçbir üst düzey işkencecinin yargılanmadığı bir komisyon olarak Fas'taki deneyim başarısızlıkla sonuçlandı.
Tunus’taki deneyim
Tunus'ta 2014 yılında Hakikat ve Onur Komisyonu kuruldu. Komisyon 60 yılda işlenen devlet suçlarının açığa çıkarılmasını hedefledi. Sivil toplum grupları ve insan hakları avukatlarının katılım ve önerileriyle oluşturulan komisyonun başkanı bir kadındı. Komisyonun hazırlıkları süresinde kadın sivil hakları örgütleri için hakikat ve uzlaşma konusunda eğitim ve tartışmalar gerçekleştirildi. Kadınlar az da olsa sürecin bir parçası haline geldi.
Türkiye’de kadınlar neler yaşadı?
Tüm bu yaşananlar elbette dünyada ve Türkiye’de yaşanan ya da yaşanabilecek süreçler için önemli deneyimler sunuyor. Bu deneyimlerin daha fazlasını incelemek mümkün. Barış ve çözüm süreçlerinde kadınların katkıları ve neler yapabilecekleri konuşulurken herkesin ortak görüşü kadınların bu süreçlerdeki rolünün daha güçlü olduğu yönünde.
Yarın: Türkiye’de kadınlar çatışmalı yıllarda neler yaşadı? Aralıklarla yaşanan ‘çözüm süreci’ dönemlerinde kim nasıl tavır aldı?