İranlı kadınlar tarihte büyük bir direniş gösterdi (14)

Rejim baskısına rağmen sanata yön veren kadınlar

İran rejimi kadınların hafızasıyla şekillenen sanatı yıkmaya çalışsa da kadın sanatçılar her dönemde üretmekten vazgeçmedi.

MALVA MİHEMED

Haber Merkezi- İranlı kadınlar sinema, tiyatro ve müzikte ülkede belirgin bir ize sahip. Yüzleri ne kadar kapatılmaya çalışılırsa çalışılsın, sesleri ne kadar kısılmaya çalışılırsa çalışılsın halklarının duyan kulağı, gören gözü olmaya çalışan İranlı sanatçı kadınlar, rejimin tüm baskı, tutuklama ve işkencelerine rağmen sarıldıkları sanattan bugüne kadar asla vazgeçmedi. Rejimden gördükleri tüm baskılara rağmen dünyaya örnek sanat ve sanatçı figürleri ortaya çıkardılar. Üstelik bunu hem kamera önünde hem de arkasında gerçekleştirdiler. Gerçekçi sinemadan, tiyatroya, etnik müzikten evrensel müziğe, dansa hem ülkedeki varlıklarını kanıtladılar hem de dünyayı etkilediler.

İlkokullardaki eğitim kitaplarında yer alan kadın resimlerinin dahi çıkarıldığı bir ülkede sanatı ile var olan, sahnede olmaya çalışan kadınları ve bu kadınların mücadelelerini gözlerinizin önüne getirmeye çalışın... Müzik, tiyatro, sinemada uygulanan sansür yine rejim baskısıyla birlikte gelişen kadına yönelik taciz, cinsel saldırıların yoğun yaşandığı ülkede kadın sanatçılar çok yönlü saldırı cenderesi altında kalmaya mahkum olmalarına rağmen sanatlarını icra etmekten vazgeçmedi-vazgeçmiyor.

Değişim yazarlarla başladı

20’nci yüzyılın ortalarından itibaren İranlı kadın yazarlar ülkelerindeki erkek egemen yaklaşımları edebiyata taşımaya çalıştılar. Kadın yazarlarının bu etkisi İran sahnelerinde de kendisini göstermeye başladı. Kadın yazarların etkisi aynı zamanda kadın bakış açışı ile tiyatro oyunlarının sergilenmesi, sinemada kadın özgürlükçü yaklaşımları da yoğun olarak beraberinde getirdi.

Kameranın gelişi ve sinema

İran’da sinemanın başlangıcı ‘Muzafferüddin Şah’ın Avrupa ülkelerine çıktığı seyahatinde tanıştığı kamerayı ülkesine götürmesinin ardından başladı’ denilebilir. 1871-1915 yıllarına tekabül eden bu süreçte Şah’ın bu ziyaretini kemaraya alan, belgeleyen ardından da Tahran’da ve sarayda çekimler yapan Mirza İbrahim Han Akkabaşı ismi çıkıyor karşımıza. Önce saray çevresine giren sinema ve fotoğrafçılık, Şeyh Fazlullah Nuri’nin sinemayı “kafirlikle eş değer kılması” elbette gelişimini engelliyor ama Mehdi Rusi, Erdeşir Han, Mirza Kafkası, Ali Vekili gibi isimler buna rağmen ilk sinema salonlarını açıyor. Bu sinemalarda topluma hitap etmeyen ve İran toplumu ile uzaktan yakından ilgisi olmayan temalar dışarıdan getirilerek gösteriliyor.

İlk filmler ve gelen ilk sansür

İran’da profesyonel film laboratuvarı 1930 yılında Abi Rabi tarafından kurulmuş. Bu isim aynı zamanda İran’da ilk uzun metrajlı filme de imza atmış ve İran tarihini de kayıt altına almıştır. İran sinemasının ilk konulu filmi “Kardeşin İntikamı” (1930) adını taşıyor. Bunun hemen ardından “Açgözlü” (1933) filmini çeken İbrahim Muradi’dir.  İran tarihi ve edebiyatı üzerine çeşitli çalışmaları bulunan, İran’ın ilk sesli filmi “Lor Kızı” (1933), İran’da sansürlenmiş ilk film olma özelliğini taşıyor. “Firdevsi” (1934), ardından “Ferhat ile Şirin” (1935), “Siyah Gözler/Lahor’un Fethi” (1936), “Leyla ile Mecnun” (1937) filmlerini çeken Abdulhüseyin Sepenta adı önümüze sıklıkla çıkıyor.

Sinemacıların odak noktası SSCB oluyor

1900’ler sonrasında İran sinemasında bir durak ile karşı karşıya kalınıyor. Bundan sonra sınırlı sayıda örnekler karşımıza çıkıyor ve ülkede yaygınlaşmaya başlayan sinemada, ülke dışından getirilen filmlerin etkisinin ağırlıkta olduğunu görüyoruz. Dönemin siyasi karakteri çift kutuplu olduğundan da yola çıkacak olursak ABD ve SSCB gibi farklı sinemaların etkileri yadsınamaz. Ancak İranlı sinemacıların odak noktası SSCB oluyor. Sovyet Rusya’da sinema eğitim alarak ülkelerine dönmeleri, 1939’da “Güzel Sanatlar İdaresi/İdare-i Honerha-yi Ziba” kurulması sonrasında Sovyet etkisi bariz şekilde kendisini ortaya koyuyor.

Ülkede sinema sektöründe etki gösteren bir diğer husus ise İran ile ABD arasında yapılan sözleşme. İran-ABD arasında 1950’de imzalanan sözleşmeyle ABD Enformasyon Dairesi gözetiminde (Syracuse Üniversitesi) 120 sinemacıdan oluşan ABD’li bir ekip belgesel ve eğitim filmleri için teknik ekipmaları ile İran’a götürülüyor; 1959’a kadar 403 haber filmi, 22 belgesel çekiliyor.

Dünyaya örnek tablo

İran sinemasında bugün kadınların oyunculuktan, yönetmenliğe etkisi dünyaya örnek bir tabloyu ortaya koyuyor. İran sinemasında kadınların varlığına göz atıtğımızda önümüze ilk çıkan durak isim ise Shahla Riahi oluyor. 1927-2019 yılları arasında yaşamını sürdüren İranlı oyuncu ve film yönetmeni Shahla Riahi, Tahran'da doğdu, 1944 yılında tiyatro oyunculuğuna başladı ve sinemaya ilk olarak “Altın Düşler'de adım attı. 1956'da “Marjan” ile bir filmi yöneten ilk İranlı kadın oldu. Shahla Riahi, aynı zamanda 72’den fazla filmde rol aldı.

 Sinema salonları kapatıldı

1970’lerin ortalarından itibaren İran’da başgöstermeye başlayan toplumsal olaylar ve ardından Şah rejimine karşı başlayan ayaklanmalar sırasında İran sinemasında ciddi bir kırılmanın da başlangıcı yaşandı. 1978 yılına gelindiğinde sadece Tahran’da 108 sinema salonu kapatıldı. “Geyikler” isimli film gösterimi sırasında yakılan sinema salonunda 370 kişi yaşamını yitirdi ve aynı yıl 25 sinema salonu Tahran’da aynı yöntemle yakıldı. Ülkede 524 sinema salonundan 313’ü kapatıldı. İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra ise ABD filmleri ülkede yasaklandı; sinemaya devlet resmi şekilde el koydu ve sinema ile uğraşan çok sayıda insan yargılandı. 

Hafıza yerle bir edildi

Rejim değişikliğinin ardından ülkedeki sinema hafızası da adeta yakıldı, sansür, baskı büyük ölçüde arttı. Şah rejiminin molla rejimine geçişi döneminde tüm zorbalıklara rağmen İranlı sinemacılar üretmekten yine de vazgeçmedi; 1300 film çekildi. 1979 yılının ardından günümüze ise sinema alanında farklı evrimleşme süreceçlerine ve duraklarına tanık oluyoruz.

Kadınların yönettiği filmler

İran sinemasında ilk durağımız olan Shahla Riahi demiştik şimdi ise Ortadoğu ve belki de dünya ülkeleri arasında kadın sinemacıların en fazla olduğu ülke sinemasındaki kadınların varlığına inmeye çalşıcağız. Füruğ Ferruhzad, Pouran Derakhshandeh, Rahşan Beni İtimad, Tahmineh Milani, Niki Kerimi, Semira ve Hana Makhmalbaf isimleri ilk akla gelenlerin başında yer alıyorlar. İran sinemasında kadınların yönetmen koltuğunda toplumun, kadınların sorunlarına eğildiğine şahitlik ediyoruz.

“Kara Ev” (Khaneh siah ast) filmi ile bir çok ödüle de sahip olan şair ve sinemacı Füruğ Ferruhzad, 22 dakikalık bu kısa filmi ile halen adından söz ettiriyor. 1962 yılında biten film “şiirsel” olarak tanımlanırken Tebriz’de cüzzam hastalarının yereştirildiği bir bölgeye odaklanıyor.

Pouran Derakhshandeh

Kirmanşahlı Pouran Derakhshandeh, 1951 yılında dünyaya geldi. 1975 yılında Tahran’da Televizyon ve Sinema Üniversitesi’nden mezun oldu bir süre televizyonda çalıştıktan sonra Tarhan’da televizyon kanalları için belgeseller yapmaya başladı. Pouran Derakhshandeh, ilk uzun metrajlı filmini ise 1986 yılında “Rabate” ile verdi. Son filmi “Şşş! Kızlar Bağırmaz!” uluslararası bir çok festivale katıldı; Fecir Film Festivali’nde İzleyici ve En İyi Film, Bağımsız Kadın Filmleri Festivali’nde En İyi Kadın Oyuncu ve En İyi Film ödülleri yanı sıra çok sayıda ödül aldı.

Rahşan Beni İtimad

Rahşan Beni İtimad, Tahran’da 1954 yılında dünyaya geldi. Yönetmenlik, senaristlik yaptı; oyunculuk ile uğraştı. Tiyatro eğitimi alan Rahşan Beni İtimad, üniversiteyi bitirdikten sonra IRIB (İslam Cumhuriyeti Radyo ve Televizyonu) bünyesinde belgesel yapımlarında yönetmen olarak çalışmaya başladı. İran'ın toplumsal ve ekonomik sorunlarına değinen belgeseller çekti ancak uzun rejim baskıları nedeniyle televizyondan ayrılarak yönünü sinemaya verdi. Erişim Dışı (1987), Döviz (1989), Nergis (1991), Mavi Çarşaf (1994), Ordibeheşt Hanımı (1997), Şehrin Derisinin Altında (2000), Gilane (2004) ve Masallar (2014) gibi birçok toplumsal içerikli filme imza attı. 1992 yılında “Nergis” filmi ile Uluslararası Fecr Film Festivali’nde, en iyi yönetmen seçilerek Kristal Simurg ödülünü kazandı.

Ferial Behzad

1955 yılında dünyaya gelen Ferial Behzad, Boston Üniversitesi’nde eğitim gördü. 1990’da çektiği “Kakoli” filmiyle adını duyurdu. Sırasıyla 1991’de “Darre-ye shaparakha”, 1996’da “Roozi ke Khastegar Amad” ve 2001’de “The Swallows in Love” filmlerinde yönetmen koltuğuna oturdu.

Tahmineh Milani

Aslında Tahmineh Milani için sadece ‘sinemacı’ demek yanlış olur çünkü feminist bir aktivist, mimar, aktör ve yapımcılık gibi alanlarda başarılı çalışmalara imza atmıştır. 1960 Tebriz doğumlu Tahmineh Milani, İran toplumunda kadınların yaşadıkları politik dönüşümleri beyaz perdeye taşımaya çalışmıştır. 1999’da çektiği “Do Zan” (iki Kadın) ve 2001 yapımı “Saklı Yarı” (Nimeh-ye penhan) filmlerinin yanı sıra “Bach'che'hā-ye Talāgh-1989”, “Digeh che khabar?” 1992, “Kakadu”, “Nimeh-ye Penhan”  2001, “Vakonesh Panjom” 2003,  Zan-e Ziadi, 2005, Atash Bas” 2006, “Tasvie Hesab”2007, “Süperstar” , 2008, “Yeki Az Ma Do Nafar” 2011, “Mali Va Rah Haye Narafte Kül” 2018 filmlerinde de imzası vardır. Tahmineh Milani, sinemasında ülkesinde gördüğü baskılara rağmen çalışmalarını yürütmeye ve toplumsal mesajlar içeren İranlı kadınların sorunlarını beyaz perdeye aktarmaya devam ediyor. Ayırca imza attığı çalışmaları bir çok ulusal ve uluslaraası ödüle de layık görülmüştür.

Niki Kerimi

1971 Tahran doğumludur ve 1990 yılında oyunculuk yaptığı “Vesvese” filmiyle adından söz ettirmeye, İran sinemasında yerini almaya başladı. Bugüne kadar 50’den fazla filmde rol aldı. 2005 yılında “Bir Gece” isimli filmi ile yönetmen koltuğuna oturdu. Ardından ise farklı yapımlarda yönetmen olarak çalışmalar üretmeye devam etti. 2011’de “Final Whistle” ve 2015’te “Night Shift” filmlerini de çekti. Kadınları çalışmalarının merkezine koyan sinemacı daha çok ayakları üzerinde duran güçlü kadın karakterleri yansıtmıştır. Popüler İranlı kadın sinemacı yüzlerinden biri olan Niki Kerimi, oyunculuk, yönetmenlik yapmanın yanı sıra sinema eğitimleri de veriyor ve öğrenciler yetiştiriyor.

Ida Panahandeh

1979 doğumlu Ida Panahandeh 2005’ten beri çok sayıda kısa film ve belgeseller yaparak çalışmalarını geliştirdi ve 2015’te ilk uzun metraj kurgu çalışması “Nahid’i çekti. Yönetmen Cannes Film Festivali’nin Belli Bir Bakış bölümünde yarışmış ve Avenir ödülünü almıştır. “Nahid”, filminde boşanmış kadınların sorunları, bizzat devlet tarafından kadınların önüne konulan yasal engeller ve çocuklarının velayetini alabilmek için verdikleri mücadele beyaz perdeye yansıtılmıştır.

Marziya, Samira ve Hana Makhmalbaf

Marziye Meşkini Makhmalbaf, Makhmalbaf Film Evi’nde sinemaya adım attı. 2000 yapımı “Kadın Olduğum Gün” filminde ilk yönetmenlik denemesini gerçekleştirdi.Yönetmen, İran’ın farklı dönem ve yaşlarından kadınların yaşadıklarına odaklanır. Farklı sosyal sınıflardan kadınların resmedildiği filmde, İran’da yaşamın kadın tarafını gözler önüne serer. Marziya Meşkini, sadece İran değil aynı zamanda Afganistan’da da filmler yapmıştır; “Şaşkın Köpekler” (2004) filmi buna örnektir. Aynı aileden gelen Semira Makhmalbaf, 8 yaşında ailesinin yönetmenliği yaptığı filmlerde oyunculuk yaparak sinemaya adım atmıştır. ilk filmini 17 yaşında “Elma” filmi ile çekimştir. İlk filmiyle Cannes Film Festivali’ne kabul edilen yönetmen, Cannes’a katılan en genç yönetmen unvanını almış ardından filmi 30 ülkede vizyona girmiştir. Samira Makhmalbaf, ikinci filmi “Kara Tahta’yı” 1999 yılında çekmiştir ve Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü kazanmıştır. Üçüncü filmi olan İki Bacaklı At’ı babasıyla birlikte Afganistan’da çekti. Film Taliban sonrası Afganistan’da çekilen ilk kurmaca filmlerden biri oldu. Bu film ile Cannes Film Festivali’nde Jüri Özel Ödülü’nü ikinci kez kazandı. Filmde ayakları olmayan bir çocuğu sırtında taşıma işini kabul eden başka bir çocuğun başına gelenler anlatılıyordu.

Hana Makhmalbaf 1988 yılında sinemacı bir ailede gözlerini dünyaya açtı ve çocukluğunu sinema setlerinde geçirdi. Makhmalbaf Film Evi’nde sinema eğitimi aldı. Ablası Samira’nın birçok filminde ona asistanlık yaptı. İlk filmi Afganistan’da 2007’de çekilen “Utanç”tır. 2009 İran cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde yaşananları kadın ve gençlerin gözünden aktardığı “Yeşil Günler” (Ruzhaye sabz) filmi ülkede yasaklanmıştır. Aile bu sürecin ardından İran’ı terk etmek zorunda kalmıştır.

Kadınlar baskılara karşın üretmeye devam ediyor

1979 yılı sonrası İran’ında molla rejimi sinemayı ve sahne sanatlarını aslında bilhassa kadınlar için “ahlaksız” bulmuş ve kadını her daim ötelemeye çalışmıştır. Kadınların film çekmemesi için lisanslarını almaları önünde engeller, başrollerinde kadınların yer aldığı filmleri özellikle yasaklamalar belki de en bariz ve görülür yasaklar arasında yer aldı. Kadın yönetmenlerin toplumcu filmlerinin belki de şimdi sayılamayacak kadar çok sahnesi filmlerden kesilmiştir. İranlı kadın sinemacılar ise halen üretmeye ve toplumsal sorunlardan, ülkelerinde yaşanan politik gelişmelere, kadın sorunlarından, savaşın tesirine beyaz perdeye aktarmaya ve sinema da da belli bir örgütlenme ivmesi yakalamaya devam ediyorlar.

Devam edecek...