“Serêkanîyê'ye dönmekte ısrar ediyoruz”

Türkiye’nin Serêkanîyê’yi işgalinden sonra Waşokanî Kampı’na göç etmek zorunda bırakılan Serêkanîyêli kadınlar, topraklarına dönmek istediklerini belirtti.

RONÎDA HACÎ

Hesekê – Demokratik Suriye Güçleri (QSD), Kuzey ve Doğu Suriye’de IŞİD’e karşı tarihi bir direniş sergilerken, IŞİD’in yenilgisine tahammül edemeyen Türk devleti ise bölgeye yönelik özel savaş politikalarını devreye soktu. Bu kapsamda ABD-Türkiye arasında da 7 Ağustos 2019 tarihinde bir anlaşma yapıldı. Anlaşmaya göre, ‘güvenli bölge’ oluşturulacak, her iki taraf için ortak operasyon odası kurulacak, Serêkanîyê ile Girê Spî arasındaki 5-9 km derinliğindeki bölgede ABD-Türkiye ortak devriyeleri kurulacak. Anlaşma 8 Eylül 2019'da yürürlüğe girdi ve Girê Spî'nin kuzeydoğu kırsalında ABD ve Türk ordusuna ait 12 askeri aracın katılımıyla ilk ortak devriye gerçekleştirildi.

Saldırılarda kimyasal silah kullanıldı

Türkiye 9 Ekim 2019'da, Kuzey ve Doğu Suriye'nin farklı bölgelerine kapsamlı bir saldırı gerçekleştirdi. Saldırılarda sivil halka karşı her türlü ağır silahlar kullanıldı. Kimyasal silah kullanan Türkiye’ye karşı QSD savaşçıları büyük bir direniş gösterdi ancak Serêkanîyê ve Girê Spî işgal edildi. Bu iki şehirde yaşayan binlerce yurttaş güvenliğini sağlamak amacıyla göç etmek zorunda kaldı. Özerk Yönetim göç eden yurttaşlar için Serêkanîyê ve Girê Spî Kamp’ı kurdu. Waşokanî Kamp sakinleri konuyla ilgili ajansımıza açıklamalarda bulundu.

“Serêkaniyê’ye dönme hayaliyle yaşıyoruz”

Serêkanîyê göçmenlerinden biri olan Melika Mehmûd Dawûd, Türkiye’nin bölgenin huzurunu hedef aldığını belirterek, “Göç etmeden önce hayatımız çok güzeldi, güvenli bir yaşamımız vardı. Ancak işgalci Türk devletinin şehrimize yaptığı saldırılardan sonra göç etmek zorunda kaldık. Türk devletinin tank ve uçaklarından kendimizi kurtarmayı başardık. Özerk Yönetim göçmenler için bir kamp kurdu, kampa taşındık ve şimdi orada yaşıyoruz. Bir gün Serêkanîyê’ye dönme hayaliyle yaşıyoruz” dedi.

“Üzüntüden hastalandım”

Yerinden yurdundan göç ettikten sonra üzüntüden dolayı hastalandığını belirten Melika Mehmûd Dawûd, “Göç ettikten sonra kahırdan hastalandım. Mide kanserine yakalandım. Sağlığımın bozulmasından Türk devleti sorumludur. Bir insanın evinden, mahallesinden ve şehrinden uzaklaşması kolay değildir. Büyüklerimizin binlerce yıllık eseri zorla elimizden alındı. İnsan örgütlerine sesleniyorum, hiçbir şey istemiyoruz, sadece yurdumuza dönmek istiyoruz. İnsani yardım kuruluşları tüm dünyayı önümüze de serseler mutlu olmayız, barışımız topraklarımızdadır” şeklinde konuştu.

“Dayanışma ile güçleniyoruz”

Waşokanî Kamp sakini Serêkanîyê’de verilen mücadeleye dikkat çekerek, “Şehrimize çok emek verdik, elimizdeki keleşler emeğimizin şahididir. Bugün Türk devleti hangi hakla evimizi ve şehrimizi işgal ediyor. Arazinin sahibi biziz, bu topraklarda emek verdik, bugün Türk devleti bizi zorla buradan çıkarmak istiyor. İnsan hakları diyorlar, hani nerde insan hakları? Biz bunu göremiyoruz. Bu çadırlardaki yaşama bir gün topraklarımıza dönme umuduyla katlanıyoruz. Bir gün topraklarımıza dönmekte ısrarlıyız. Biz birliğimizle ve dayanışma ile güçlenen bir halkız ve bizim gücümüzün karşısında kimse duramaz" şeklinde konuştu.

“İşgali yenene kadar direneceğiz”

İnsani kuruluşların işlenen savaş suçları karşısında tepkisiz kaldığını sözlerine ekleyen Hesna Xidir Beqara, "İşgalin üzerinden üç yıl geçti ve insani yardım kuruluşlarını her zaman haklarımızı savunmaya ve Türk devletinden hesap sormaya çağırıyoruz. Ama ne yazık ki kimse sesimizi dinlemiyor.  Sessizlikleri desteklerini gösteriyor. Ama herkes bilsin ki bugün kampta yaşayan binlerce insan var ve acımız aynı olduğu için tek bir ruhla savaşıyoruz. İşgali yenene kadar direneceğiz" diye belirtti.