Benim hikayem Çiyayê Şengal -4

Tüm insanlığa tecavüz ettiler “O odada, biz Êzidî kadınlarına yapılan işkence ve tecavüzler karşısında, tüm insanlık sınıfta kaldı. Ben bu dünyanın bir vicdanı olduğuna inanmıyorum.”

Tüm insanlığa tecavüz ettiler

“O odada, biz Êzidî kadınlarına yapılan işkence ve tecavüzler karşısında, tüm insanlık sınıfta kaldı. Ben bu dünyanın bir vicdanı olduğuna inanmıyorum.”

ROJBİN DENİZ

Şengal- O, 13 yaşında bir çocuktu. Şimdi öfkeli ve 20 yaşında. Annesinden koparılıp dipsiz bir karanlığa atıldı adeta. “Bu dünyanın bir vicdanının olduğunu düşünmüyorum” diyor Ezda, çünkü yaşadıkları hafızasında yüreğine oturan kocaman bir kaya.

Ezda bize yaşadıklarını parça parça anlatmaya başlıyor. Üzerine giydiği siyah elbiselerle bu topraklarda giden canların yasını tutuyor sanki. Büyük ela gözleri öyle canlı ve güzel ki tüm bedenine komutları o veriyor ve onun yol göstericisi gibi. Gözünde gözlükleri var. Fermandan sonra takmış, o güzel ve derin bakan gözlerine belli ki çok yüklenmiş. Ama yine o gözlüklerin altıda duran gözlerinin güzelliğini görmemek mümkün değil. Kaşları onu hafif asabi kılıyor. Aslında gözleriyle çok uyumlu. Sanki dersin kalemle çizilmiş. Kumral saçlarını arkadan hafif bir topuz yapmış. Önlerden yüzüne vuran saçları, güneş ışıklarının çarpmasıyla, hafif sarılığa vuruyor. Üstten saçları güneş yanığı. Yazın sokaklarda oynayan çocukların, güneşten kızıllaşan ya da sarılaşan saçları için kullanılan ‘Kêje’ sözcüğü Ezda’nın saçlarında belirmiş gibi. Ortalama bir boyu ve normal bir kilosu var. Konuşurken rahat konuşuyor, heyecanlanmıyor, sadece ara ara öfke yerleşiyor sözcüklerine. Öfkelendiğinde oturma pozisyonunu değiştiriyor. 20 yaşında asi ve gururlu bir kadın.   

“Saatlerce korkudan ağladım”

Kulaklarımızı Ezda’ya veriyoruz kulaklarımızı ve tüm yüreğimizi.

“Şengal’in çıkışın da zikzaklara (lofalar) giderken IŞİD’liler önümüzü kesti. Ben o güne kadar IŞİD’lileri görmemiş ve duymamıştım. Biz normal sıradan bir aileydik. Ben 13 yaşında bir çocuktum. Kardeşlerimle okula gider, sokakta oyunlar oynardık. Acıktığımızda annemin üzerine çullanır ‘bize yemek ver, bize yemek ver’ diye bağırırdık. Annem yemek hazır olamadığında bizim bağırmalarımıza kızar, mutfakta panik olurdu, sonra ayağından terliğini çıkartır, bize fırlatırdı. Biz çocuklar sokağın sonuna kadar koşardık. Annemin kızması bizi eğlendirirdi. Öyle mutlu bir aileydik ve aslında her kes mutluydu. Biz çocuktuk bir şey yapmamıştık, bir günahımız yoktu. Êzidîler’in de bir günahı yoktu, normal yaşamımızda olan insanlardık. Bu dünya niye bize bunu yaptı? Her güne uyandığımda, bugün arkadaşlarımla, kardeşlerimle ne oyunlar oynayacağımın hayalini kurardım ve bir gün, yine aynı hayalle uyandığımda, gittiğim okul, oyunlar oynadığımız sokaklar değişmişti. Her şey ve herkes çok başka bir şey olmuştu. Sokaklarda çığlık, ölüm, bağrışmalar, kaçan insan toplulukları, ayakkabının tekini almaya dahi zaman bulamayan, can havliyle kaçan kadınlar, yalın ayaklı çocukların oyunları vardı. Önce olanları algılayamamıştım.  Gördüklerim karşısında şok olmuştum. İçim ürpermişti, çok korktuğumu hiç unutmuyorum. Saatlerce korkudan ağladım.”

“Anneme silahın dipçiğiyle vurdular”

Ezda anlatmaya devam ediyor hızla dökülüyor ağzından sözcükler.

“Biz bütün aile bir arabadaydık, hepimizin önümüzü kestiler. Benden büyük iki ablam, üç erkek kardeşim, üç abim, annem, babam ve nenemdik. Hepimizi aldılar. Bizi önce Telafer’deki bir okula götürdüler. Orada üç gün tutulduk, daha sonra hepimizi Baduş zindanına götürdüler. Orada da 12 gün tutulduk. Sonra bizi tekrar Telafer’de bir okula getirdiler. Bizi orada ayırdılar. O güne kadar hep birlikteydik. O gün bizi ayırdılar. Erkekleri ayrı bir yere götürdüler. Biz kadınları da ayırdılar. Biz üç kız kardeşi götürmek istediler. Biz kız kardeşler annemin elini sıkıca tutmuştuk. ‘Annemiz bizi korur, ne yapıp edip onlara vermez’ diyorduk. Annem, IŞİD’liler bizi kendilerine doğru çektikçe çığlıklar atıyordu, onların üzerine yürüyordu, ‘benim kızlarımı benden alamazsınız’ diyordu.  Onlara bağırıyordu, beddualar okuyordu, küfrediyordu. IŞİD’liler, bizim için çırpınan anneme, silahın dipçiğiyle vurdular, onu yere attılar. Bende o hınçla, bir IŞİD’linin elini var gücümle ısırdım sonra, o da bana vurmaya başladı. O esnada annemin acısı, benim acıma baskın geliyordu. Annem yerdeyken de sımsıkı tuttuğu ellerimizi bırakmadı.” 

“O oda insanlığın onuruna tecavüzlerin yapıldığı yerdi”

Ezda “kopmam” dediği annesinden zorla koparıldı ve dipsiz bir karanlığa bırakıldı.

“IŞİD’liler elimize kelepçe vurdular. Sonra, beni ve iki ablamı saçlarımızdan sürükleyerek götürdüler. Annem arkadan ağıtlar yakmaya başladı. Ben ve ablamı aynı yere götürdüler. Diğer ablamı da başka yere götürdüler ve onu bir daha görmedim. Bizi annemden ayırdıktan sonra başka bir yere götürdüler. Bir odaya attılar bizi. Orada başka Êzidî kızları da vardı. Sonra odaya IŞİD’liler doluştu. Her biri kendisine bir kız seçiyordu, pazardan koyun seçer gibi. Beni ve ablamı da seçtiler. Bizi başka yere götüreceklerini sandık. Öyle olmadı, orada bize, hepimize tecavüz ettiler. Ben daha 13 yaşındayım. Bedenim körpeydi, bu beden çocuk oyunları dışında başka bir şey görmemişti. IŞİD’liler bana dokunduğunda tiksindim. Tüm dünyadan nefret ettim. Ruhumu sıkıca tuttum. O binanın tüm duvarlarına bizim çığlıklarımız çarpıyordu. Saatlerce bize tecavüz ettiler. Hayvanlar gibi diyeceğim ama hayvanlara hakaret olacak. İnsanlık o gün vicdan sınavından geçemedi. O odada, biz Êzidî kadınlarına yapılan işkence ve tecavüzler karşısında, tüm insanlık sınıfta kaldı. Ben bu dünyanın bir vicdanı olduğuna inanmıyorum.

Bizi kaç gün orada tuttular. O oda mezbaha, işkence ve insanlığın onuruna tecavüzlerin yapıldığı yerdi.  Orada ben ve ablam birlikteydik. Benim için tek iyi olan şey oydu. Ablam benim için bir teselliydi. İkimiz sürekli konuşuyorduk. Bize ne olacağını ve belki de hiç kurtulamayacağımızı konuşuyorduk.  ‘Bize tecavüz ederek bizi kırmak istiyorlar, ama biz hiç kırılmayacağız’ derdik. Ben ve ablam orada birbirimize söz verdik; ne olursa olsun ruhumuzu, onurumuzu kırmalarına izin vermeyeceğiz.”

“Musullu bir IŞİD’liye satıldım”

Ezda hayatının en ağır dönemecini yaşamıştı. Onu daha ağır günlerin beklediğini biliyordu. Ne olursa olsun boyun eğmeyecekti. Bedeni param parça yapılsa bile boyun eğmeyecek, ona yapılacak her şey zor sopasının gölgesinde olacaktı. Ezda ölmekle kalmak arasında durduğu çizgide bir seçim yapmıştı. Ezda için yaşamak da ölmek de direnerek olacaktı. O da öyle yapıyor ve hayatının tek gerekçesi olan direncine sarılıyor.

“Beni ve ablamı aslen Musullu olan IŞİD’lilere sattılar. Beni sattıkları IŞİD’li beni yanında kısa tuttu ve sonra beni bir başka Musullu IŞİD’liye sattı. Ablamı da sattıkları IŞİD’linin evi benim ikinci satıldığım eve yakın bir yerdeydi. Onu bir kere tesadüfen görmüştüm. Onun dışında hiç görmedim, ama yakınımda olmasını bilmek bana iyi geliyordu. Yalnız olmadığım hissini veriyordu. Beni sattıkları IŞİD’linin ismi Garaj’dı. İki eşi vardı. Beni de hem hizmetçi hem de cariye olarak kendine götürmüştü. Aslında ben onların elinde rehineydim. Evlerinde tutuklu gibiydim. Dışarı çıkmam yasaktı, etraftan birileriyle konuşmam yasaktı. Dışarı çıktığımda birilerini yanıma veriyorlardı ve üzerime Xisap, yani kara çarşaf giydiriyorlardı. Evdeki diğer IŞİD’li kadınlar ve Garaj bana şiddet uyguluyordu. Bana ve diğer tüm Êzidîler’e dayattıkları inancımızı değiştirmemizdi. Bana Kuran okumayı, namaz kılmayı ve oruç tutmayı dayatıyorlardı, ama ben hiçbirini kabul etmedim. Kabul etmediğim için bana her şeyi yapıyorlardı. Bedenimde hala o işkencelerden kalma izler var.” 

“Bu dünyayı bir cehennemi yaşar gibiyim”

Ezda, elbisesinin uzandığı yeri sıyırıyor ve bileğindeki izleri gösteriyor. Bileklerine kelepçeleri öyle sıkı bağlamışlar ki derisi yüzülmüş, kelepçenin altında olan etleri erimiş, bileğinde kelepçelerin demir halkalarından izler kalmış.

Ezda, bütün bunları anlatırken direncinden hiçbir şey kaybetmemişti. Zalimlere, tecavüzcülere inat ayakta kalmış, hiç boynunu eğmemiş. Gözlerimizin içine bakarak devam ediyor:

“İşkence yaparlardı ama ben direnirdim. Onlar bana vurduklarında bende onlara vururdum. Bana ara sıra telefon veriyorlardı, ailenle konuş diyorlardı. Ailemden, ferman öncesi evlenen ablam kalmıştı, onu arıyordum. Ben Kurmanci konuşuyordum, onlarda sesimi kaydediyorlardı, sonra ne konuştuğumu anlamak için çeviriyorlardı. Birkaç kez telefon verdiler. Hep kaçmak için çabaladım. Ama hiçbir yol bulamadım. Kaldığım evde iki kadın ve bir erkek IŞİD’li vardı ve onların yoğun baskısı altındaydım. Nefes almama bile izin vermiyorlardı. Bana en çok Garaj ve Maha adındaki IŞİD’li kadın işkence yapardı. Adam eşlerinin gözü önünde bana tecavüz ediyordu. O IŞİD’li kadınlar bunu çok normal görüyordu. Garaj canı her istediğine bana tecavüz ediyordu. Orada her günüm cehennem gibiydi. Bu dünyayı bir cehennemi yaşar gibi yaşıyordum.”

“İnancımıza sıkıca sarılarak yaşadık”

İnancını bırakmayan, her anında onu yaşatan Ezda, IŞİD’in elinde inancına öyle sarılıyor ki, inancı onu hiç yalnız bırakmıyor.

“Ben inancımı bıraksaydım o zaman bir kadın olarak yaşayamazdım. Benim kadın ruhum ve duygum gücünü inancımdan alıyor. Üç yıl boyunca, orada yaşadığım her şeye rağmen, beni ayakta tutan inancımdı. Biz Êzidîler 74 ferman yaşadık, bizden kopanlar oldu, ama biz özümüzden kopmadık. Yıllarca inancımıza sıkıca sarılarak yaşadık. 74. Ferman’ı yaşadığımda, kendimi Êzidîler’in yaşamış olduğu tüm fermanların içinde buldum. IŞİD’liler İslamiyet’i kendi emelleri için kullandı ve biz Êzidî kadınları artık İslamiyet’e başka bir gözle bakıyoruz. Beni götürdükleri yerde IŞİD’liler kardeşinin eşine, kız kardeşine, bir aile bağı olsa bile tecavüz ediyorlardı. İslamiyet eğer buysa, o zaman bu İslamiyet’i yaşayanların çivisi çıkmıştır. Hiçbir dinde bir insan zorla inancından koparılmaz. Hiçbir inanç, ‘git günahsız insanları öldür’ demez. IŞİD’liler bu dünyayı cehenneme dönüştürenlerdi. Onlarda kendi aralarında konuşurken öyle güçlü bir inanca sahip değillerdi. Çok fazla yalan söylüyorlardı. Doğru olmadığını bilmelerine rağmen, birbirlerinin gözlerinin içine bakarak yalan söylüyorlardı.

Bize eğitim vermek istediler. Bizi zorla Müslüman yapmak istediler. Ben İslamiyet’i merak ettim, bir din nasıl bu kadar acımasız olur, aklım almıyordu. Orada gördüğüm bir Şex’e İslamiyet’i sordum, ‘bana anlatır mısın’ dedim. Anlattığı tek şey ‘İslamiyet’ten olmayanların kafası kesilmeli, İslamiyet’e inanmayanlar kafirdir, bu dünyada kafirler ölüme mahkûm edilir’ cümleleriydi. Bana yaptıkları bütün zora rağmen Kuran’ı, namazı ve oruç tutmayı öğrenmedim. Ezdalığa sıkıca sarıldım. İnancım olmadan bir saniye yaşamadım. Beni ayakta tutan o oldu.” 

Ezda yaralı bir halde IŞİD’in elinden kurtulur

Musul’da üç yılın sonunda Iraklı güçler Musul’a bir operasyon başlattılar. Ezda nasıl kurtulduğunu da anlattı.

“Ben buna çok sevindim. Kurtulmamız için bir umuttu. Her yer bombalanıyordu. Mermi sesleri, çatışmalar çok yoğundu. IŞİD’liler bizi, rehin alınan tüm Êzidî kadınlarını evlerde bıraktılar. Bize bomba verdiler ve ‘kendinizde patlatın’ dediler. Uçaklar benim kaldığım evi vurdu. Ev üzerime yıkıldı. Göğsümden yaralandım. Sonra yaralı halimle çıktım. Benim kaldığım yan evlerde de iki Êzidî kızı vardı. Onları da aldım. Üzerimizdeki çarşafları attım. Sonra iki kızın elini tutarak Iraklı güçlere doğru yürüdük. Bize suikast silahı ile ateş ediyorlardı. Etrafta IŞİD’li kadınlar da vardı. O yol güzergahında çok kişiydik. Ama dağınık gidiyorduk.  Onlara ‘biz Êzidî kızlarıyız bizi vurmayın’ diye bağırıyorduk. Sonra yakınımızda olan IŞİD’li bir kadın vuruldu. Daha yüksek sesle bağırmaya başladık. Neyse ki en son sesimizi duydular. Ve ateş etmeyi kestiler. Onlara ulaştığımızda artık IŞİD’lilerin olmadığını bilmek apayrı bir duyguydu. Bizi önce bir sorgudan geçirdiler. Sonra bize ‘sizi ailelerinize vereceğiz’ dediler. Ben 3 yıl boyunca bir ablam dışında kimseden haber almamıştım. ‘Seni ailene götüreceğiz’ dediklerinde tuhaf olmuştum. ‘Ama ailemden kimse kalmadı’ dedim. Onlarda ‘biz bilmiyoruz, seni kampa götüreceğiz, orada bir akraban vardır, onların yanına gidersin’ dediler. Oraya gittiğim de iki ablam oradaydı. Bir ablam sadece kırk gün kalmıştı. Götürdükleri evin balkonundan atlayıp kaçmıştı. Diğer ablam da Iraklıların Musul’a olan operasyonunda kurtulmuştu. Ben kurtulduktan üç ay sonra annem de kurtuldu. Küçük olan iki erkek kardeşimi IŞİD’lilerden fidye karşılığında aldık.  Dört abim, babam, nenem, geniş ailemden onlarca kişi hala IŞİD’lilerin elinde rehin.”

“Ezdalık yok edilmeye çalışılıyor”

“Ben IŞİD’in elinden kurtulduktan sonra, Başur Kürdistan’da KDP’nin himayesindeki kamplarda, bir süre kaldım. Orada yardım kuruluşları kampta kalan Êzidîlere eğitim veriyorlardı. Bende o eğitimlere birkaç gün gittim” diyen Ezda, sonra nasıl yaşama tutunmaya çalıştığını ifade etmeye çalışıyor.

“Eğitim konuları ağırlıkta inanç ve din üzerineydi. İlk günler fark etmedim, fakat daha sonra anladım ki bize her gün Hristiyanlığı anlatıyorlardı. İslamiyet kötü, Hristiyanlık iyi diyorlardı. Bize anlatılanların arasında Êzdalık yoktu. Biz Êzidîler olarak değil de başka bir dine yamalanması gereken topluluklar olarak görülüyoruz. Êzdalık yok edilmeye çalışılıyor. O yardım kuruluşunun kampta yaptığı buydu ve bir gün dayanamadım karşı çıktım. ‘Bizi IŞİD kaçırdı, her gün işkenceler yaparak, bizi kendi dinine geçirmeye çalıştı. Biz direndik inancımızı bırakmadık. Şimdi siz gelmişsiniz tatlı bir dille bize gelin Hristiyan olun diyorsunuz. Ben siz ve IŞİD’in yaklaşımında bir fark göremiyorum. İkisi de inancımızı yok etmek isteyen yaklaşımlar’ dedim ve eğitimlerinden çıktım. Bir daha da o kampta hiçbir eğitime katılmadım. Anladım ki tüm dünya bizim yok olmamızın kararını vermişti.”

“Bize bunları yaşatanlar esas suçlular”

Ezda ile onun hikayesinin sonuna geliyoruz. Ezda bize dönerek, “en son beni konuşturdunuz” diyor. Ezda yaşadıklarını öyle sade, öyle can alıcı anlattı ki etkisinden kurtulamadık. Binlerce sayfa kitap da yazılsa, yüzlerce dökümanter de oluşturulsa yine de Ezda’nın yüreğinden dökülen sözlerin akıcılığını karşılayamaz. Direnci, inancı, inadı, özgürlük tutkusu ve köklerine bağlılığı Ezda’yı zulüm ve işkence tezgahlarından başı mağrur çıkarmıştı. Şimdi o Ezda karşımızda bin yıl yaşamış gibi bilgece, mantıklı ve soğukkanlı bir biçimde bize direnç ve hayat dersi veriyordu. Anlatmış olmasından dolayı seviniyoruz. O da anlatmanın, konuşmanın değerini biliyor. Bütün olanların herkese ulaşmak zorunda olduğunu anlıyor. Ezda yaşadıklarını, bölgenin, dünyanın durumundan kopuk ele almıyor. Tavırları çok etkileyici… Başı dik, asil bir duruşu var. Ezda’ya bize hikayesini anlattığı için teşekkür ediyoruz. Ezda ve Dayê Koçer bizi kapıya kadar geçiriyorlar. Dayê Koçer’in ellerinden öpüyoruz ve sonra Ezda’ya sıkıca sarılıyoruz. Seninle bugün başlayan arkadaşlığımız devam etsin istiyoruz. “Asil kadın Ezda” diyoruz ona. Hafifçe utanıyor. Oradan uzaklaşıyoruz. Ezda ile sohbetimiz boyunca hep, “Ben yaşadıklarım için kendimi suçlamıyorum. Bize bunları yaşatanlar esas suçlular” diyordu. Ezda inancına ve toprağına öyle bağlı ki… Ezda gibi Êzidî kadınları var oldukça, Êzdalık inancının ve topraklarının asla kimsesiz kalmayacağına inanıyoruz.  Êzidî kadınları, varlıklarıyla IŞİD’e ‘inadına yaşayacağız, inadına Êzdalığı en saf haliyle yaşayacağız’ dediler.

“Bedenime her şeyi yapabilirler, ama ruhuma asla”

“Bütün dünya bizi yok etmek için birleşse de üzerimize IŞİD’e benzer bir değil, onlarca çete gurupları salınsa da, bizi kaçırıp lime lime etseler de biz inancımızdan asla vazgeçmeyiz. Bedenime her şey yapabilirler ama ruhuma, duygularıma hiçbir şey yapamazlar. Onların elinde olduğum 3 yıl içerisinde ruhumda büyüttüğüm inancım, bir saniye bile tereddüt yaşamadı. Ben bunun için çok mutluyum” diyen Ezda’nın son cümleleri cesaret, direnç, bağlılık, inanç ve yurtseverlik taşıyordu.

Yarın: 

“Ben Şirin 15 yaşında IŞİD beni esir aldı”