Benim hikayem Çiyayê Şengal -2

Leyle Celal, mezarların hemen yanında arafta “Yol boyunca yüreğimizde taşıdığımız acının yükü ve yolun zorlukları bizi ölümle yaşam arasında araf çizgisinde tutuyordu. Biz anneler yol boyunca acının yükü altında ezildik, sınıra acılarımızla birlikte ulaştık.”

Leyle Celal, mezarların hemen yanında arafta

“Yol boyunca yüreğimizde taşıdığımız acının yükü ve yolun zorlukları bizi ölümle yaşam arasında araf çizgisinde tutuyordu. Biz anneler yol boyunca acının yükü altında ezildik, sınıra acılarımızla birlikte ulaştık.”

ROJBİN DENİZ

Şengal- Hardan köyünde Êzidî annelerden Leyle Celal’in evinin damındayız. Bize oradan çocuklarının ve tüm Hardan’ın yıkılmış evlerini gösteriyor. Sonra yüzünü dağlara dönüyor. Gösterdiği dağlar onun için en büyük koruyucu. 

Kulakları sağır eden bir sessizliğin içinde Leyle’nin anlattıklarını sanki aklında ve yüreğinden gelen o çığlık sesleri ile birlikte dinlemeye başlıyoruz.

“Ben Leyle Celal’im. Hardan köyündenim. Kırk yıldır Hardan köyünde yaşıyorum. Ben aslen Zorava’lıyım. Evlendikten sonra Hardan’a geldim. Eskiden hayat çok zordu. Yaşam koşulları çok zorlayıcıydı fakat ilişkiler, paylaşımlar o zamanlar daha güzeldi. Biz yedi kız kardeştik ve birbirimize yakın arkadaşlar gibiydik. Ben hepsinden büyüktüm. Onun için hepsine ben baktım. Annem çalışmaya gidiyordu. Annem dağlara çalı çırpı, tezek toplamaya giderdi. Bende en büyük çocuk olduğum için, kardeşlerime bakardım. Şuan IŞİD’in elinde rehin olan kız kardeşim de beni annesi, ablası görürdü. Her bir kardeşimin bendeki yeri ayrıydı. Bizim hayatımız hep dağlarda geçti. Koşulları zordu ama paylaşımlarımız kendimizi mutlu ve huzurlu hissetmemize yol açıyordu. Hardan’da yaşam zordu. Hepimiz çalışırdık. Ekim yapardık, buğdayları öğütürdük, bazen günde yüz kerpiç yapardık, el arabasıyla toprak çekerdik, gider vadiden su getirirdik ve biz kadınlar aynı zamanda anneydik ve çocuklarımızı büyütürdük. Biz kadınlar için yaşam daha zordu. Sonra o zor koşullarda bin bir emekle büyüttüğümüz çocuklarımızı IŞİD bir gün içerisinde bizden aldı.”

“Onların ihanet edeceğini aklımızın ucun bile geçirmedik”

Leyle, köylerinde ortak bir yaşam anlayışı olduğunu vurgulayarak devam ediyor anlatmaya,

“Hardan köyünde ortak bir yaşam anlayışı vardı. Herkes birbirini düşünürdü. Zaten hemen hemen hepimiz akrabayız.  Komşu köylerle de aramız çok iyiydi. O köylerin hepsi Arap’tı. Onlar bizim bayramlarımıza, yaslarımıza, düğünlerimize gelirler biz de onlarınkine giderdik. Onların çocukları Hardan’daki okula gelip okuyorlardı. Biz onların bize ihanet edeceğini aklımızın ucun bile geçirmedik. IŞİD Qiblet’e ilk saldırdığında komşu köyler bize ‘korkmayın size bir şey olmayacak bir yere gitmeyin’ dediler. Bizde inandık.  Hardan köyünün güneyinde Fera Lina köyü, doğumuzda Heci Fadil köyü, kuzeyimizde de Gir Şebek köyü vardı. Gir Şebek köyü, Hardan köyünün çıkışında yani yolumuzun üzerindeydi. IŞİD saldırdığında hepsi IŞİD’in tarafına geçti.” 

‘Ferman sabahına uyandığımızda Peşmergeler gitmişti’

Fermandan önce köyün girişinde, KDP Peşmergeleri’nin olduğu, bir kontrol noktası bulunduğunu aktaran Leyle, bu noktanın ferman sabahı boşaltıldığını ifade ediyor.

“Bize Qiblet tarafından telefonlar geliyordu. ‘Peşmergeler bizi bırakıp, kaçtılar. Bize, kaçın canınızı kurtarın, Araplar’ın içinden çıkın, onlar burada bize ihanet etti, orada da yaparlar’ diyorlardı. Qiblet tarafı doğru söylüyordu. Biz sabah kalktığımızda Peşmergeler yerlerinde yoktu ve bize hiçbir şey söylemeden gitmişlerdi. Bizim köyde Peşmergeler ile çalışan bir sürü insan vardı, onlara da söylemediler. Sadece bazılarını arayıp onlara, ‘bir yere gitmeyin güç gelecek’ dediler. Önce Koço köyüne saldırdılar sonra bizim köye geldiler, bizim çevremizdeki köylerle birlikte bize saldırdılar. Öğlen köye geldiler, bize ‘evlerinize beyaz bezler bağlayın size bir şey yapmayacağız’  dediler ve gittiler. Sonra Qiblet tarafından gelen telefon trafiği sıklaştı. Gelen her telefonda kadınların ve kızların götürüldüğünü ve erkeklerin öldürüldüğünü söylüyorlardı. Bizde bu telefonlar üzerinden kaçmak için hazırlandık. Benimde içinde olduğum, 60-70’e yakın insanın içinde olduğu büyük bir kamyona bindik, kalanlar da arabalarla arkamızdan geliyorlardı. Köyün çıkışına doğru yola çıktık. Gir Şebek köyüne yakınlaştığımızda IŞİD’liler önümüzü kesti.”

Leyle, yaşadıklarının ayrıntılarını hatırlamaya çalışıyor ve devam ediyor:

“Hardan’ın etrafında olan diğer Arap köyleri de diğer taraflardan geldi ve bizi çembere aldılar. Bir tek Zorava tarafı açıktı.  O tarafa da araba yolu gitmiyordu, yine de bazı köylüler bir yere kadar arabalarıyla gitmiş, sonrasını da yürümüşlerdi. Bizim içinde olduğumuz kamyon hiç durmadı. Biz geçtikten sonra yolu kestiler. Çok sayıda IŞİD’li gelmişti. Arabalarının üzerine büyük silahları koymuşlardı. Bizden sonra gelen otuza yakın arabayı durduruyorlar. Sonra onları köyden çıkartıp, ana caddeye getiriyorlar. Orada hepsini arabalardan indirip kadınları, çocukları, erkekleri ve yaşlıları birbirinden ayırıyorlar. Üzerlerinde ne varsa hepsini alıyorlar. Komşu köyler olduğu için, bizi iyi tanıyorlar ve kimin üzerinde daha fazla altın ya da para olur onu iyi biliyorlar. Bazılarına ‘senin paran fazla, söyle nereye sakladın’ diye baskı uyguluyorlar. Köyün yüzde kırkı IŞİD’in eline geçti. 480 insandı. Orada, ana caddede büyük bir grubu katlediyorlar. Yolun kenarında açtıkları çukurlara atıyorlar ve üzerlerini kapatıyorlar. Geri kalanları da arabalara doldurarak Tilafer’e götürüyorlar.” 

Annelerin bakışları Hardan’da yaşanan fermanda asılı kalıyor

Geride bıraktıkları çocuklarına ne olduğunu bilmeden, öyle belirsizce bir süre yol gidiyorlar. Aslında onlar olay yerinden hızla uzaklaştıklarında, bütün anneler kamyon deliklerinden, geride bıraktıkları çocuklarına bakıyorlar.  Anaların bakışları, orada yaşanan fermanda asılı kalıyor. Onların ruhları ve yürekleri çocuklarını hiç yalnız bırakmıyor. Bedenleri de onları bir tek dağların koruyacağını bilerek, yönlerini dağlara veriyorlar. Herkes, telefonlarına sarılıyor, geride kalanları arıyorlar. Telefonlara IŞİD’liler cevap veriyor. Bu durum geride kalanların IŞİD’in eline geçtiğini onlara söylüyor. İşte o zaman kurtulmuş olmanın bir değeri kalmıyor gözlerinde.

Dağları bir süre yürüdükten sonra yönlerini ovaya Rabia’ya veriyorlar. Uzun ve zorlu bir yürüyüş oluyor. Rabia’dan Rojava’ya geçiyorlar. Leyle, gözlerimizin içine bakarak, sözlerine devam ediyor.

“Yol boyunca yüreğimizde taşıdığımız acının yükü ve yolun zorlukları bizi ölümle yaşam arasında araf çizgisinde tutuyordu. Biz anneler yol boyunca acının yükü altında ezildik, sınıra acılarımızla birlikte ulaştık. Bize bir tek hevaller yardım etti. Hevaller önümüze geldiler, bize yardımcı oldular. Aç ve susuzduk, günlerce yürümüştük, çok yorgunduk. Bize yer verdiler, bize yüreklerini açtılar. Onların bizim için yaptıklarını asla unutmayacağız. Bize sahip çıktılar. İki gün yanlarında kaldık, sonra Başur Kürdistan’a geçtik, orada da 3 yıl kaldık.”

“Acılarımızın düğüm noktası köylerimize geri döndük”

Leyle’nin iki oğlu IŞİD’in eline geçer ve o ferman gününden sonra, çocuklarından hiç haber alamaz. Başur’dayken çocuklarından uzaklaştığını düşünür.  Şengal’in özgürleştirilmesinden sonra, yönünü Şengal’e, Hardan köyüne verir. Köyüne varmasının, toprağıyla buluşmasının onda yarattığı mutluluk ne kadar acılarının altında ezilse de, toprağında olmanın sağaltıcı yanlarına sığındığı görülebiliyor. Kısıyor gözlerini ve sözcükleri, tüm Êzidîlerin yasının yanında toprağına bağlılığını anlatıyor.

“İnsanın kendi köyü ve evi gibisi yoktur. Ben köyümde kendi acılarımla yaşamayı tercih ediyorum. Hardan’da her kadının bir ya da birçok parçası IŞİD’in elinde rehin. Benim de iki oğlum hala ellerinde.  Burada çocuklarımıza daha yakın olduğumuzu hissediyoruz. ‘Ya bir gün onlar geri döner de bizi evde bulamazlar’ diye düşündük ve çocuklarımız için, acılarımızın düğüm noktası olan köyümüze geri dönük.  Birçoğu bana ‘gitme orada yapamazsın, o evde senin çocuklarınla bir sürü anın var, orada nasıl yaşarsın’ dediler ama ben kimseyi dinlemedim ve köyüme geri geldim. Ben çocuklarımın anısına yakın yaşamak istiyorum. Bizim yaşadıklarımız zor değil mi? Sadece kendi çocuklarım değil, bütün köyün çocukları geri gelsin istiyorum. Biz anneler her gün dua ediyoruz. Bütün çocuklarımıza umut istiyoruz.”

“Toplu mezarlarda kemiklerimiz çürüyor”

Fermanın üzerinden yedi yıl geçmesine rağmen, hala Şengal’ de açılmayı bekleyen 80 toplu ve onlarca tek mezar var. Hardan’ın girişinde olan toplu mezarlar, Hardan’daki anaların en derin yarası. Her biri ‘ya benim çocuğumun kemikleri içindeyse’ korkusunu yaşıyor. Ama aynı zamanda yaşadıkları belirsizlikten kurtulmak istiyorlar.

Leyle konuştukça yaşanılanların bilinmesine, kendilerine reva görülen, dünyanın en aşağılık uygulamalarının insanlığın hafızasına yerleşmesine vesile olacağını biliyor.

“Her yere haykırdık, sesimizi duysunlar, gelip köyün girişindeki toplu mezarları açsınlar diye ama kimse sesimizi duymadı. O zaman soruyoruz, çocuklarımıza ne oldu? Açlar mı, susuzlar mı, yıkandılar mı, uyuyacak yerleri var mı? Hiçbirini bilmiyoruz. Eğer ölmüşlerse, en azından çocuklarımızın bir mezarı olsun. Gidip o mezarlarına başımızı yaslayalım, gözyaşlarımızla toprağını sulayalım ki belki bir nebze rahatlayalım.  Biz kimseden bir şey istemiyoruz. Tek isteğimiz, gelip toplu mezarları açsınlar. Toplu mezar, yolumuzun üzerinde, oradan her gidip geldiğimizde yüreğimiz kan ağlıyor.  Ben oraya bakamıyorum.  Oradan geçerken ciğerim yanıyor, bir anne için yanından geçtiği bir toplu mezarda, çocuklarının kemiklerinin olup olmadığı ihtimalini düşünmek, ne kadar ağır biliyor musunuz?” 

Leyle’nin kız kardeşi de IŞİD’in elinde

Leyle, fermanda yaşadıklarını anlatırken hiç ara vermiyor.  Yorulmuyor ve “bu kadar yeter” demiyor. Ara ara duruyor, hafızasını kurcalıyor, ‘aman ha unutacağım bir şeyler olmasın’ diyor besbelli. Sonra bize dönüp, bir süre bakıyor, “Biliyor musunuz benim kız kardeşimi de götürdüler? O bizim kıymetlimizdi. Ben ona baktım. Ben onun hem annesi hem de ablası gibiydim.  İlk dönemler bizi gizlice arardı sonra hiç aramadı. Ona ne oldu hiç bilmiyoruz” diyor.

Sözcükler dilinden acı ve yas içinde dökülürken, elleri sürekli dizlerine gidiyor. Tüm bedeniyle kırılmış bir geçmişi döküyor önümüze. Hareketleri acının rengine, fermanın görüntülerine bürünmüş. Sözleri anlatmasa bile gözümüze çarpanlardan anlıyoruz yaşadıklarını. Sadece o anı hafızasında saklı olan tüm sızıları anlatıyor gibi. Ellerimizden, yüreğimizden ve gözlerimizden tutup, mazinin acıdan kurulmuş uçurumlarında gezdiriyor bizi. Anlatacak o kadar çok şeyi var ki. Sözcüklerin, dünyanın tüm yazılarının yeterli gelemeyeceği anlatılacaklar. Ellerini dizlerine götürürken ve dizlerini avuçlarının içine alırken izliyoruz onu ve cümlelerine, sözlerine tanıklık ediyoruz.

“Fermandan bu yana dizlerim iyileşmedi. Dizlerimi o kadar dövüyorum ki dizlerimde morluklar hiç geçmedi. Biz Êzidî kadınları, anaları içimizdeki acıyı dizlerimize vurarak, yüreğimizin yükünü hafifletiyoruz ve bir nebzede olsa rahatlıyoruz. Ben fermanda esir düşenlerin yasını tutmaktan yorulmuyorum. Ben çocuklarını, ailesini kaybetmiş her ana ile ağlıyorum, hepsi için yas tutuyorum.”

IŞİD’lilerle birleşen çevre köylerini geri getirdiler

Leyle, “Yedi yıl önce bize yapılan ferman bir tek bizi yaktı, kimse bizim için bir şey yapmadı. Bugün IŞİD olup saldıran köyler, tekrar yerlerine geri döndü. Şimdi biz IŞİD ile birleşen köylerle tekrar komşuyuz. Bu doğru mu? Bu bize hak mıdır? Bize bunu nasıl yaptılar?  Iraklılar’ın himayesinde getirdiler. Hala ölülerimizin kemikleri kaldırılmadı. Bizi öldüren, parçalayan IŞİD’i öyle hiçbir şey olmamış gibi yamacımıza getirdiler.  Yolumuzun üstündeler, oradan geçerken fermanı hatırlıyorum ve bize tekrar yeni fermanlar yaşatacaklarını düşünmeden edemiyorum” diyerek, geleceğe ilişkin kaygılarının, geçmişte yaşadıklarından edindiklerinin sonucu olduğunu anlatıyor. Kendi halinde kimseye zarar vermeden yaşayan insanların başına gelenlerin nedenine ilişkin de gözlerinin gördüğünü, kulaklarının duyduğunu söylüyor. Ne bir eksik ne bir fazlası.

“Bize fermanı devletler değil, komşu köylerimiz yaptı. Devletler yapmış olsaydı bu kadar olmazdı. Komşularımız bizi tanıyordu ve bize nasıl saldıracaklarını biliyorlardı. Onun için seçerek saldırıyorlardı. Êzidîlerin bir günahı yoktu. Fermanlarla bizi bitire bitire bir avuç kaldık” diyor.

“Türkiye, Şengal’in göklerinde uçaklarıyla gezerek korku salıyor”

Leyle, IŞİD’in bıraktığı yerden fermanı Türkiye devletinin tamamlamak istediğini düşünüyor.

“Fermandan sonra Türkiye’de her gün gidip Şengal’e saldıracağım diyor. Dağlarımıza uçaklarıyla vuruyorlar. Şengal’in göklerinde uçaklarıyla gezip üzerimize ferman korkusu salıyorlar. Türkiye bizden elini çeksin. Zaten tüm fermanları onlar yaptı.  Musul’a saldırdıklarında buraya da olacağını bilmiyorduk. Biz ‘müslümanların kendi aralarındaki savaşıdır bizi ilgilendirmez” dedik. Bize böyle saldıracaklarını bilseydik çok önceden dağlara kaçardık.  Öyle bir şey yaptılar ki Êzidî kadınlarını bir paket sigaraya sattılar, annelere çocuklarının bedenlerini kaynatarak yedirdiler. Türkiye fermandan kurtulan bir avuç Êzidî’yi de yok etmek istiyor.”

“Êzidîler de dostunu düşmanını tanıdı”

Leyle ile konuşurken, bilge kadınların doğayı, toplumu, yaşanılanları yorumlarken ağzından çıkan sözcüklerine tanıklık ediyoruz. Geçmişini, toplumunu, kültürünü, folklorunu bilen ve bunu hayatının her anında yaşatan kadınlığın, bir toplumsallığın kökleriyle bağını en canlı tutan hücreler olduğunu anlıyoruz. Onun da köklerinden gelen inançla ayakta durduğunu, yaşamını bunun üzerinden sürdürdüğünü biliyoruz.

“Êzdalık güven demek. Êzdalıkta herkes birbirine güvenir. Biz Allah’a inanıyoruz ve Allah’ın bizi koruyup kollayacağına inanıyoruz. Temizlik-içtenlilk, ittifak - dayanışma, canlıları korumak, yaşamı sevmek ve yaratmak demektir. Helal Ezdalık budur. Bir ağaç ekersin, bakarsın, su verirsin, kuru yapraklarını temizlersin, güzel bir bakımla onu büyütürsün. İşte böyle bir şey. Her canlıya yaşam hakkı tanır ve kullarından her canlıyı koruyup, kollanması istenir.  IŞİD, Êzdalık nedir bilmiyordu. Hiçbir din Êzdalığı tanımıyor. Bilmiş olsalardı böyle saldırmazlardı. Biz Êzidîler bu fermanla dostumuzu ve düşmanımızı tanıdık.  Êzidîlere düşman olan herkes IŞİD’tir. Yaşamı sevmeyen, Êzdalığa düşman olan herkes IŞİD’tir.” diye sözlerini tamamlıyor Leyle.

Güneş Duası

Leyle ile sohbetimiz güneşin yavaş yavaş çekilmeye yüz tuttuğu akşam vaktine doğru bitiyor. Leyle oturduğu yerden kalktı ve biraz öteye giderek orada yönünü güneş duasını okumak için güneşe verdi.  Güneş duası, güneşin doğuşunda,  güneşin dünyaya dik yansıdığı öğlen vaktinde ve güneşin batışında güneşin huzurunda eller kaldırılarak ve secdeye durularak yapılıyor. Leyle güneş duasını okuduğunda bizde kameralarımızla ona eşlik ediyoruz.

“Ya Güneş’in sahibi, bize çocuklarımızı bahşet, bizi fermanlardan koru. Ya Güneş’in sahibi Allah, bizi günahlarımız için affet, bizi bu dünyada yalnız bırakma...”

Leyle güneş duasını bitirdikten sonra bize döndü ve vedalaşmak için bize doğru yürüdü. Her birimize içten sarıldı. Kapısı olmayan bahçesinin eşiğine kadar bizimle yürüdü. Bizde Leyle’den, Hardan köyünden ayrılmak için ağır hareketlerle ilerliyoruz.  Leyle’yi ve Hardan köyünün gözü yaşlı annelerini öyle arkamızdan bırakmak bize ağır geliyor. Onların bahsettiği toplu mezarın önünden geçerken Leyle’nin bize anlattıkları geliyor aklımıza,  o yolları sessizce geçiyoruz. Şengal’in genelinde açılmamış olan 81 toplu mezarın bir an önce açılması yüreği kan ağlayan Êzidî annelerinin yüreğine bir nebzede olsa su serpecektir.      

YARIN: “Bu dünya günahkar, bu dünya bize yapılanlardan sorumlu”