“Ben Şirin 15 yaşında IŞİD beni esir aldı”

Duyduğumuz tüm hikayelerin toplamına doğru gidiyoruz. Yukarı ve aşağı pazara, dağlara giden yola, seni dağlara taşıyan yolun hemen yamacına ve zikzakların aşağısında şehre açılan yolun ağzındayız. Daha yeni tanıştığımız Şirin ve ailesi de işte tam da burada IŞİD’in eline geçiyor. “Benden bir şey mi gitti. Dönüp arkama babama bakmak istedim. Ama dönemedim. Dönecek gücü kendimde göremedim. Belki de babam hala orada dizüstü oturuyordu. O gün ve sonrasında hiç dönüp babama bakamadım.”

ROJBİN DENİZ

Şengal- Şengal’de dağlara açılan tüm yollar, kadın hikayelerini kendilerine patika yapar. Kadınların alınıp götürüldükleri yerlere ulaşıldığında, yedi yıl önce oradan alınıp götürülen kadınlar sana elini uzatır, sende onların elini tutar ve kadın hikayelerinden örülü patikaya adımını atarsın. Attığın her adım seni apayrı bir hikayeye doğru götürür. Êzidîler, ‘bu topraklardan zorla koparılarak götürülen insanların ruhları, buradan, dağların yamaçlarından ve vadilerinden hiç ayrılmaz’ derler. Adımını  attığın her vadi, gidenlerin hikayesine uzanan yola klavuzluk yapar.  Anlıyoruz ki bu topraklar, Êzdalıkla birlikte gelen doğal toplumun kalıntılarını taşıyor. Her şey canlı. Sadece duymak ve hissetmek yeterli. Doğal toplumda yaşayan insanlar doğanın canlılığına ve doğanın insanı koruyan ve kollayan yanına çok güvenirlermiş. Ayrıca insan ve doğa bileşeninden oluşan enerjiyi, buradaki insanlar, özellikle Êzidî anneleri derinden hissediyor; bu besbelli... Êzidi anneleri yaşamın bilgeleri ve doğadan akan enerjiyi eteklerinde toplayanlar. Doğal toplumun ana tanrıçaları ile benzer özellikler taşıyorlar kanımızca. Annelik öncelikle toprağı  ve bu topraktan alınıp götürülenleri hissetmekten geçer. Her kadın öncelikle bastığı toprağın anasıdır. Biz de Şengal’de IŞİD’in soykırım yaptığı gün, bu coğrafyanın onuruna yapılan kırımın geçtiği mekanlara doğru gidiyoruz. Bunlardan bir tanesi de Şengal’in yukarıları oluyor yani dağlara doğru giden yol. IŞİD o yollarda, patikalarda Êzidî kadınlarını avlamaya hazır,  yırtıcı bir hayvan gibi sinsice beklemiş. Oraya ulaşan her Êzidî kadını, IŞİD’in önlerinde kurduğu pususundan kurtulamamış.

Duyduğumuz tüm hikayelerin toplamına gidiyoruz

Şengal’den dağlara uzanan vadinin girişine ulaştığımızda, kendimizi harabe olmuş bir şehrin ortasında bulduk. Dokunduğumuz  her yıkıntıda bir Êzidî kadının izi vardı. Kadınlar oradan zorla götürülmüşlerdi.  O zamana kadar duyduğumuz tüm hikayelerin toplamındaydık. Hepsinin götürüldüğü yerdeydik. Her bir kadın bir biçimde burada İŞİD’in eline geçiyor. Eski Şengal diyolar buraya. Yukarı ve aşağı Pazara, dağlara giden yola, seni dağlara taşıyan Kandil’in hemen yamacına ve zikzakların aşağısında şehre açılan yolun ağzındayız. Daha yeni tanıştığımız Şirin ve ailesi de işte tam da burada IŞİD’in eline geçiyor.

“İnsan ne yapsa ne etse de yaşadıklarından gidemiyor”

Şirin, kucağında yedi aylık bebeğiyle bizi karşılıyor. Gür, kendinden emin ses tonuyla “hoşgeldiniz” diyor. Orta boylarda, hafif kilolu, güzel bir Êzidî kadını. Onunla tanışırken bize “Ben Şirin yüreği yanan Şirin, ama şimdi yaşadıklarımın mutluluğuyla, ismim gibi Şirin olan ben” diyor. Şirin, gerçekten de isimi gibi şirin ve güler yüzlü, sempatik bir kadın. Kendine duyduğu güvenle bize çok içten yaklaştığını hissediyoruz. Onun hayatı ve yaşamını şekillendiren bilcümle herşey soykırım ile kucağında çırpınarak biçim alıyor. Şirin, “Ben IŞİD’in elinden kurtulduktan sonra, kendime bir hayat kurdum, ne yaptıysam da kurduğum yeni hayatla, gideni silemedim.  Gidenle hep yaşamak değil ama onun öfkesiyle inadına yaşamak diyorum.  Bir tanesini yıkıp onun yerine yenisini kuramıyorsun. Kurduğun yeni hayat senden gidenlerin kalıntıları üzerine kuruluyor. İnsan ne yapsa da yaşadıklarından gidemez” diye konuşuyor.

Şirin, biz daha konuya girmeden, ferman günü olanları kesit kesit anlatmaya başlıyor. Üstelik kendi yaşadıklarını bütün Êzidi kadınlarının yaşadıklarıyla birleştirerek, bütünleştirerek, parçalamadan, ayrı görmeden, bir hikayenin tüm hikayelerin de toplamı olabileceğinden yola çıkarak anlatıyor sanki “Benim hala 3 kız kardeşim IŞİD’in elinde. Onları düşünmediğim tek bir anım yok. Onların orada ne yaşadığını bir tek ben bilirim” diyor.

“Size Rakka’da bıraktığımız mezar taşları için konuşacağım”

Şirin, aslında konuşkan, sohbet etmeyi seven bir kadın. Anlattıkça sağalıyor, anlattıkça yüreğinde taşıdığı tüm ağırlıklardan kurtuluyor sanki. Ya da bize öyle geliyor... Yaşadıklarını tarif etmesini iyi biliyor. Onunla başladığımız sohbete etrafımızda bizi dinleyen diğer kadınlarda eşlik ediyor.  Sohbetimizin tek konusu var oda ‘ferman’. Hepimizden çok Şirin anlatıyor. Soykırmın yakın tanığı o. Hepimiz onu can kulağıyla dinliyoruz. Sonra konuşmasına ara verdiği bir anda, araya girerek “Senin anlattıkların genel ferman konusu. Ferman, binlerce Êzidî kadını ve erkeğine yapılan zulmün toplamı. Biz de bu topraklarda, fermanın kollarına atılan binlerce Êzidî kadından biri olan senin yaşadıklarını,  ömrünün bir kesitine yapılan fermanın hikayesini öğrenmek istiyoruz” diyoruz. Şirin net ve keskin bir dille “Asla! Ben yaşadıklarımı anlatmayacağım” diyor. Şirin’in net bir dille bizi reddetmesi, bizi onun hikayesini öğrenmekten alı koymuyor. Israrımıza devam ediyoruz.

Şirin’in yaşadıklarının anlattıkça, paylaştıkça hafifleyeceğini düşünüyor, acılarına kulak vermek ve ortak olmak istiyoruz. Dudaklarını kemiriyor, elleri belli berlirsiz hareketler yapıyor, bakışları bir bizde bir yerde bir şeyleri arar gibi geziniyor. Bakışlarından anlıyoruz ki Şirin yanımızda değil, derin derin dalıp gitmiş. Bir süre öyle bırakıyoruz Şirin’i kendi haline. O’nu incitmeden, duygularını zorlamadan hikayesine ortak olmak istiyoruz. Düşünüyor ve bize bakıyor ve anlatmak istediği her halinden belli oluyor. Êzidî kadınlarının yaşadıklarını anlatmaları büyük bir güç istiyor, bunu biliyoruz. O gücün Êzidî kadınlarında olduğunu da iyi biliyoruz. Anlatmak sadece başından geçenleri paylaşmak değil, geçmişten hesap sorma, iradelerini, inançlarını koruma hali... Bir direniş ifadesi. Şirin’in her halinden dirençli, inançlı ve iradeli bir kadın olduğu anlaşılıyor. Biraz bizim onu ikna eden sözlerimizden, daha çok da öfkesinden, başlarına gelenlerin tüm kadınlar tarafından bilinmesini istemesinden dolayı konuşacak gibi oluyor. O kısa ama geçmişi bir çırpıda duygularının önünden geçiren haliyle konuşma için kelimelerin, hislerin biriktiğini anlıyoruz. 

Şirin, konuşması sırasında bir ara, “Rakka’da ömrümün bir kesitine ferman yapıldı” diye bir ifade kullanmıştı. Sonra “Rakka’da bıraktığımız mezar taşları için konuşacağım” diyor ve hikayesine başlıyor Şirin...

15 yaşında IŞİD esir aldı

“Ben Şirin Şengalliyim ve 23 yaşındayım. IŞİD’in eline 15 yaşında düştüm.  Evdeydik yedi kız kardeştik. Üç erkek kardeşim vardı. Kardeşlerim okula giderdi. Biz büyüklerde bahçe işine giderdik. Biz kız kardeşler arkadaş gibiydik. Her yere birlikte giderdik. Hepimiz çalışırdık. Genelde bahçe ve ev işleri yapardık. Annem bize elinden gelen her şeyi öğretirdi. ‘Eğer bir gün bir eve gelin giderseniz, herkes sizin güzelliğinizden ve becerikliliğinizden bahsetsin’ derdi. Bizim için kurduğu hayal ancak bu kadardı. O zamana kadar IŞİD’in adını hiç duymamıştım. Şengal’de ihrap diyorlardı. IŞİD, Musul’a girdiğinde Şengal’de de herkes IŞİD’i konuşmaya başlamıştı. Televizyonda Musul’da ki görüntüler çıktığında korkmuştum.  Ama IŞİD’in  Şengal’e saldıracağını aklımın ucundan bile geçirmedim. Devletler arası savaş sandık.  IŞİD’in bir tek devletlere karşı savaşacağını düşünüyordum. Musul, Telafer ve sonra yönlerini Şengal’e doğru verdiler. Bir sabah 08.00’de Şengal’e girdiler. İnsanların büyük bir bölümü o günün sabahı, öğlene kadar kendini dağlara vurdu. Biz aile olarak Şengal’de kaldık. IŞİD’in biz Êzidîler için gelmediğini düşünüyorduk. Hatta gidenlere ‘Gitmeyin bize bir şey yapmazlar, biz onlara ne yapttık?’ diyorduk.  Biz kaldık ama Şengal halkının hemen hemen yüzde doksanı çıkmıştı. Biz ve bizim bulunduğumuz sokakta oturan birkaç aile daha kalmıştı. Ferman günüydü öğle vakti gelip kapımızı çaldılar ve bizden ekmek istediler. Bizde onlara ekmek verdik. Bize ‘Korkmayın size bir şey yapmayacağız, bir yere gitmeyin’ dediler. Bizde onlara inandık. Gitmedik. Sonra akşam bir çok Êzidî kadının kaçırıldığını, tecavüze uğradığını, erkeklerin öldürüldüğünü duyunca korkmaya başladık. Ailece karar verdik ve sabah erken biz ve bizim sokağımızda olan diğer aileler babamın traktörüne bindik ve çıktık.”

Dağların yamaçlarında IŞİD’le savaşanlar

Şirin çıkış hikayesini şu sözlerle anlatıyor:

“Evimizden yüz metre daha uzaklaşmadan IŞİD önümüzü kesti. Biz aile olarak 12 kişiydik, büyük annem, babamın akrabaları, bir kısım komşu toplamda 40’a yakın kişiydik. Hepimiz traktörün arkasına binmiştik. Bir  IŞİD’li arabasıyla önümüzde durdu ve ‘geri dönün Şengal’de ki kontrol noktasına gidin’ dedi. Babam ‘biz evimize gidiyoruz bırakın geçelim’ dedi. O IŞİD’li babama ‘dönmezsen seni ve arkandakileri vururum’ deyince babam mecburen yönünü kontrol noktasına doğru değiştirdi. O bir kişiydi biz de kırk kişiydik. Her birimiz bir taş bile atsak belki de yolumuzu açabilirdik. Hiçbir birimiz yapamadık. Kontrol noktasına  ulaştığımızda orada bir sürü IŞİD’li vardı. O kadar çoklardı ki iğne atsan yere düşmezdi.  Hepimizi traktörlerden indirdiler. Babamı ve onunla birlikte yanımızda olan 3 erkeği bizden ayırdılar. Erkek kardeşlerimi ve abimi almadılar. Hepimizin yüzünü duvara çevirdiler. Babam ve beraberinde amca çocuklarım, toplam yedi erkeklerdi. Onları önce ters çevirdiler, sonra   diz üstü oturttular. Bizimde yüzümüzü duvara çevirdiler. Birbirimizi görmemize izin vermediler. O ara her yerden mermi sesleri geliyordu. Özellikle dağların yamacından.  Sanki dağların eteklerinde savaş vardı. Yukarıdan, dağlardan IŞİD’e ateş ediliyordu, onlarda karşılık veriyordu. Şengal’in her yerinde silah sesleri vardı. Bir gün içerisinde değişmişti Şengal. ‘Bizi Êzdalığımızla taşıyan bu şehre ne oldu?’ diye içimizden soruyorduk. Mermi sesleri ve korkumuz iç içe geçmişti. Yüzüm duvarda, nefesim yüzümü yapıştırdığım taş duvara çarpıp, bana geri dönüyordu.  Kalp atışlarım nefesime, nefesim duvara, duvar da bana çarpıyordu. Baskın gelen mermi sesleri o esnada duvarla sağladığım ahengi bozuyordu. Ama çok geçmeden o seslerin uyumunu korkumda dizginleyebildim. Uzaktan, yakından mermi sesleri geliyordu. Bazıları öyle yakındı ki bana, kalbime sıkılıyor gibiydi. İçim titredi bir an. Ne olduğunu anlayamadım. Benden bir şey mi gitti. Dönüp arkama babama bakmak istedim. Ama dönemedim. Dönecek gücü kendimde göremedim. Belki de babam hala orada dizüstü oturuyordu. O gün ve sonrasında hiç dönüp babama bakamadım, onu bir daha hiç görmedim.”

Şirin babasına ne olduğunu hala bilmiyor. “IŞİD tarafından mı vuruldu?” diye soruyoruz, gözleri doluyor ve babasının yaşadığını düşünmek istediğini söylüyor ve anlatmaya devam ediyor öyküsünü...

YARIN: “Mekteba Sor mahşer yeri oldu”