Asırlık ömrüne 6 ferman sığdıran Dayê Rewşê: Bu dağlar bizim vermeyiz

Asırlık ömrüne 6 ferman sığdıran 111 yaşındaki Dayê Rewşê, “Bu son ferman çok ağırdı, öncekilere benzemiyordu” diyor. Hayatını Şengal dağlarında geçirmiş olan Dayê Rewşê, her ne kadar “Ferman yıktı beni, acısı hasta etti” dese de, “Bizden Şengal’i istiyorlar, dağlarımızı istiyorlar. Dağlar Êzidîlerin, Êzidîler dağlarını vermez” diyerek direniş ruhundan da bir şey kaybetmediğini gösteriyor.

ROJBİN DENİZ

Şengal - Kendine has bir yaşam biçimi var Êzidîlerin… “Önce insan ol” denir ya… İşte tam da Êzidîler için söylenmiş bir söz. Her sabah kuşlarla birlikte Güneş’i selamlarlar, dualar ederler, ruhlarını doğanın akışına bırakırlar. Hesap-kitap bilmezler, her varlığın canlı olduğuna inanırlar ve o yüzden doğadaki her nesneye anlam biçerler. Şengal’e attığın adımda ilk dikkatini çeken şey, yaşam diliyle bütünlük sağlamış olan Êzidîlik inancının etrafına bıraktığı gizem oluyor. Öyle ki bıraktığı izler seni çekiyor. Merak ediyorsun, etkileniyorsun, kendini o inancın derinliklerinde hissediyorsun,  sana aitlik duygusu, derinlerde saklı kalanların hatırlanması hissini veriyor. Olan biten her şey ve her konuşma seni çekiyor. Bu izlerin peşinden giderken bir asır yıl önce dünyaya gelen 111 yaşındaki Dayê Rewşê Murad ile karşılaşıyoruz. Dayê Rewşê, tüm hayatını Şengal dağlarında ve eteklerinde geçirmiş. Ömrünün bir yarısını Şengal dağlarında, diğer yarısını da Şilo Vadisi’nde geçiriyor.

Asırlık yaşına rağmen halen dinç ve güçlü

Şengal’in Sinunê kasabasına bağlı Guhbel köyünde yaşayan Dayê Rewşê asırlık bir çınar gibi. Öyle sıcak ve kucaklayıcı. Gülerek karşılıyor bizi, hala çok dinç ve güçlü. Çaya davet ediyor, oturuyoruz yanına.

Şengal’in Sinunê Kasabasına bağlı Guhbele köyünde yaşıyor Dayê Rewşê. Annesi ve babasını çocukken kaybediyor ve 9 yaşına kadar yengesi ile birlikte kalıyor ve şu sözlerle başlıyor hayat hikayesini anlatmaya:

“Bu topraklarda yalnız yaşadım; ne annem, ne babam, ne de kardeşlerim vardı. Yengemin yanında kalıyordum. O bana iyi davranmıyordu ve bir gün beni evden kovdu. Şilo Vadisi hem dağlara hem de ovaya açılan bir vadi. Dağlara vurdum kendimi. Uzak bir mesafeyi yürüyerek, Berçema’ya kadar geldim.  Berçema’da iki yıl kaldım. Yaşım çok küçüktü. Kimsesizdim, bana bakacak kimse yoktu. Bir süre öyle yaşadım. Sonra evlenmek zorunda kaldım. Çok yer gezdim. Çidale, Werde, Heyalê, Sikîne, Sîme Heste ve son olarak da buraya, Guhbele’ye geldim.”

“Mağaralarda yaşıyorduk”

Dayê Rewşê eski günleri yad ediyor, mağralarda bir arada yaşadıkları zamanları; dayanışmanın, barışın hüküm sürdüğü, herkesin birbirine kol kanat gerdiği ve mutlu olduğu zamanları...

“Daha önce mağaralarda yaşıyorduk. Dağlara giden tüm vadilerde mağaralarımız vardı. Bazılarında iki aile, bazılarında da 3 yada 4 aile kalırdı, hatta bazılarında 10 aile bile kalıyordu. Aynı zamanda hayvanlarımız da kalıyordu. Mağaralarımız büyüktü, hem bize hem de hayvanlarımıza yetiyordu. Her şeyi orada yapardık, düğünlerimizi, yaslarımızı ve her şeyimizi… Her ailenin koyunları vardı. Çobanlık yapardık, koyunları sağardık, meşk (yayık) yapardık, keşk yapardık, ekmek yapardık. Mağaralarımıza en yakın çeşmeye de günlük olarak su almaya giderdik. Mağaralarda yaşamak çok güzeldi, benim için öyleydi. Koyunlara çobanlık yaptığımızda dağların birçok yerini geziyorduk. Tüm vadilere iniyorduk, kenger toplardık ve daha başka birçok ot toplardık, dağda yetişen ne varsa toplamaya giderdik. Kadınlarla birlikte topladığımız odunları da Şengal merkezde satardık.”

 “Dağları çok özlüyorum”

Merkezi Irak Hükümeti ovalarda köyler kurmaya başlar ve Dayê Rewşê gibi dağlı insanları ovaya taşımayı planlar. Herkes gidince o da ovada bir köye yerleşmek zorunda kalır ama dağlarda bulduğu mutluluğu bir daha bulamaz. Sonraki yaşamı hep dağlara, dağlarda geçen yaşama olan özlemle geçer Dayê Rewşê’nin.

“Sonra Irak devleti küme küme evler yapmaya başladı. Ovalarda köyler oluştu. İsimlerimizi yazdılar ve her birimize bir parça verdiler. Bize ‘mağaralarda kalacağınıza gelin burada yaşayın’ dediler. Biz de öyle her şeyimizi hayvanlarımıza yükleyerek ovalara indik. Benim için mağaralarda yaşamak güzeldi. Mağaraların bize bahşettiği yaşam buralardakinden çok daha güzel ve bizi mutlu ediyordu. Mağaralarımız güzeldi ne savaş, ne korku; birbirine karşı kızgınlıklar yoktu. Aramızda dayanışma vardı. Herkes kendi işindeydi ve mutluydu. Dağları çok özlüyorum, dağlar güzeldi. Fermanda yaşadıklarımız çok acıydı...”

 “DAİŞ evimi yıktı, emeklerimi yıktı”

Dayê Rewşê için sadece rakamlara sığdırdığı bir zaman yok. Onun için zaman içine yerleştirdiği mutluluk kadar, zulmün yarattığı keder ve acı. Bu yüzden anlattığı hiçbir anı için tarih vermiyor, ama kendisinin de tanımladığı gibi ‘son ferman’  yani 3 Ağustos 2014’ü hiç unutmuyor. Sonrasında yaşanan yıkım onun için hala daha dünmüş gibi. Bizi de tanıklığına, yaşadıklarına ortak etmek istiyor ve IŞİD’in bir harabeye dönüştürdüğü evinin önüne götürerek anlatmaya devam ediyor:

“Bu gördüğünüz yıkıntı benim evim. DAİŞ buralara saldırdığında benim evimi, emeklerimi yıktı. Tüm evleri yıktı. Burayı ben yaptım, tüm kerpiçlerini ellerimle kestim. Eşim o dönem vefat etmişti ve çocuklarım ağır işlerde çalışmayacak kadar küçüklerdi, köyün erkekleri ustalık yaptılar ben de diğer tüm işleri yaptım. Fermandan sonra geri döndüğümüzde başımızı sokacağımız hiçbir yerimiz yoktu.  Önce dışarda kaldık, bir süre sonra da çadırlara geçtik.”

 “Ferman yıktı beni, acısı hasta etti”

Acının ağırlığını, öfkeyi bazen beden bile taşıyamıyor. Yıkılan ve bir harabeye dönüşen evinin önünde çömeliyor, ara ara gözlerini ufka, Şengal dağlarına dikiyor Dayê Rewşê. Sessizce söylenmeye başlıyor “Ferman yıktı beni, acısı hasta etti” diyor ve tekrar derin bir sessizliğe gömülüyor. Dışarısı bahar, güneşli güzel bir gün. Hafif bir rüzgar esiyor, rüzgarın sesi Şengal dağlarından gelen bir kavalın ezgisi gibi. Ayağa kalkıyor Dayê Rewşê çömeldiği yerden. Bana tutuyor, birlikte yürümeye devam ediyoruz.  Dönüyoruz, şimdi kaldığı evinin önüne geliyoruz. Dayê Rewşê “Ben 6 ferman gördüm, ama hiçbiri bu son yaşadığımız kadar ağır değildi” diyor ve devam ediyor kaldığı yerden anlatmaya:

 “Son ferman çok ağırdı, öncekiler gibi değildi”

“Gördüğüm fermanları çok hatırlamıyorum. O dönem ben çocuktum, çok fazla anlamıyordum. Abdul Kerim, Abdullah Qasım, Abdullah Selam, Saddam, Tavra Şeva ve bu son yaşadığımızla ben 6 ferman yaşadım. Gördüklerim arasında  en ağır ferman bu son yaşadığımız fermandı. Yaşadığımız yerleri bıraktık, zorlu yollardan geçtik, yol boyunca birçok insanımızı kaybettik. Avrupa’ya göç edenler oldu ve birçok insan kamplara, çadır yaşamına mahkum oldu. Biz de kamplardaydık, oralarda yaşayamadık ve kendi topraklarımıza geri döndük.”

“Êzidîler dağlarını vermez”

Son yaşananlar onun da gündeminde. Kendi topraklarında huzurlu bir sonsuz uykuya yatmadan, bir daha göçmekten korkuyor. Merkezi Irak Hükümeti ile Federal Kürdistan Bölge Hükümeti arasında yaşanan anlaşmaya sözü getiriyor; “Bizden Şengal’i istiyorlar, dağlarımızı istiyorlar. Dağlar Êzidîlerin, Êzidîler dağlarını vermez.”diyor ahd eder gibi.    

Güneşe Duası...

Dayê Rewşê güneşe dönüyor yüzünü, ibadete hazırlanıyor... Bir ferman daha yaşanmasın, başka acılara tanıklık etmesin ve güneşin kollarında huzura erişsin diye başlıyor duasını etmeye:

“Tanrım sen büyüksün, sen bağışlayansın, rahman ve kerim olansın; ahvalimizi sor, sensin çaremiz. Ya Şeyh Şems, ya Tavusê Melek... Ya Şerefeddin sen dinimizsin, Sultan Êzid ya havar ocağına düştük. Ya kadınların olan Çilmêra ahvalimizi sor, ocağına düştük...”