Üç kez sürgün ettirildiği topraklarından vazgeçmedi

Köyleri yakıldıktan sonra topraklarına dönüşte ısrar eden Faike Bayram üç defa göç ettirildiği topraklarından vazgeçmedi. Yakılma, operasyon ve ölüm tehditlerine rağmen geldiği köyünde kendine yeni bir yaşam inşa etti.

MEDİNE MAMEDOĞLU

Amed- Kürdistan’ın her taşının, ağacının, köyünün ve kadının bir hikâyesi var. “Coğrafya kaderdir” sözüyle kırk yıldır yaşanılan bu hikâyeler tekerrür ederken, 90’lı yıllarda yaşanılan her olay yapılan her zulüm bugün herkesin hafızasında yerini koruyor. Köy yakılmalarından tutalım, koruculuk baskısına, köy meydanlarında yapılan işkencelere ve faili meçhul cinayetlere kadar her şey hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Bugün Lice, Kulp, Nusaybin kısacası Kürdistan’ın en derinliklerine kadar bu olaylara tanıklık etmiş ağaçlar, taşlar ve insanlar var. Her bir hikâyenin farklı yeri, anlamı varken bugün Kulp’ta devletin su ve elektrik dahi vermediği bir mezrada yaşayan bir Kürt kadının hikâyesini taşıyacağız.

Üç kez zorla çıkarıldığı köyünden vazgeçmedi!

Yıllarca sürgünlere, işkenceye ve zulme maruz bırakılan Faike Bayram’ın hikâyesi bugün bölgede yaşayan binlerce anneye tanıdık gelecek. “Köyümden geriye bir o günlere tanık olan ağaç kaldı, bir de bizler” diyerek sözlerine başlayan Faike Bayram’ın bahsettiği ağaç da “90’lı yıllardan bu yana ayakta kalan bir ağaç. Yakılmaya ve operasyonlara rağmen yıllarca birlikte yaşadığı komşularını bekleyen ağaç bugün yeniden köye dönenler için bir hafıza niteliği taşıyor.

Kürt kadınlarına tanıdık gelen bir hikâye...

Çok uzatmadan hepimize tanıdık gelecek olan Faike Bayram’ın hikâyesinden bahsetmek istiyorum. Pasûr(Kulp)’un Temiran(Demirli) köyüne bağlı Bırazeyna Mezrasında yaşayan Faike Bayram, 1994 yılından bu yana ‘Güvenlik’ gerekçesiyle üç defa köyünden sürgün edildi.  Köyleri 1994 yılında yakıldıktan sonra evlerini bırakmayan ancak asker zoruyla köyden çıkarılan Faike Bayram ailesiyle birlikte farklı tarihlerde iki kez döndüğü köyünden yeniden sürgün edildi. 1996 yılında kardeşi Mehmet Şirin Bayram’ın gözaltına alınmasıyla, kardeşinden bir daha haber alamayan Faike Bayram hikâyesinin sonunda,  “Halkın yaşadıkları karşısında bizim yaşadıklarımız hiçbir şey. Bu zulüm bitmeyecek ama bizler direnmeye devam edeceğiz” diyor.

‘Bir sabah ansızın köylerimiz, evlerimiz yakıldı’

“O kadar ağırdı ki ne yaşadığımızı anlatmak zor geliyor” diyerek konuşmaya başlayan Faike Bayramı dinlerken bende benzeri bir zorlanmayı yaşıyorum. Ama ben dinlemeliyim. Bugün topraklarımda sesi olmak istediğim her bir kadın ve çocuk için dinlemeliyim. Onların yaşadıklarını görmemiş ama buraya yazacak olan bir nesil olarak dinlemeli, unutmamalı ve unutturmamalıyım. Faike’nin anlattığı yaşanmışlıkla birlikte ikimizde 1994 yılının Sonbahar aylarına gidiyoruz. Bir gün sabahın 6’sında helikopter sesi duyarak çıktıkları evlerine bir daha giremediklerini söyleyen Faike Bayram o yıldan bugüne yaşadıklarına ilişkin şunları anlatıyor: “Her şey bir anda gözümüzün önüne geliyor. Karanlık, zulüm ve hakaretlerle geçen bir aydı. O gün öyle soğuk bir rüzgâr esiyordu ki biz kar yağıyor sanıyorduk. Sabah saat 6’da, daha güneş doğmadan etrafımızda ki bütün köylerin bir anda yandığını gördük. O yangını gördükten sonra evlerimize girip çocuklarımız için kıyafet, battaniye almaya başladık. O andan sonra evimizin ve köyümüzün de yakılacağını anladık. Sonra bir anda köyün etrafını sardılar. Hiçbir şeye elimizi atmamızı beklemeden ‘Ellerinizi kaldırın, kımıldamayın’ dediler. Çocuklarımız bir yerde ağlıyordu, hayvanlarımız dışarıdaydı. Askerler evlere girdikleri gibi her şeyi dağıtmaya başladılar. Onlar evleri yakınca biz söndürmek için su aradık. Ancak suyun olduğu tek yer köyün aşağısındaki kuyuydu, askerler o kuyuya gidip su almamıza izin vermedi.

‘O gün ağaçların, dağların, insanların çığlığı yükseliyordu’

Köyde ki bütün evleri yaktılar. O gün hepimiz yakılmayan tek ev olan amcamın evine gittik. Eve giderken duyduğumuz tek ses çığlık sesiydi. Her yeri yakmışlar insanlar bağırıyor, ormanlar yanıyor yine askerlerin sesleri geliyor. O ateşi gören bütün küçük çocuklar, ‘Su, su’ diye bağırıyorlardı. Hiç birimiz onlara su getiremiyorduk. O kadar büyük bir zulüm ve yangındı ki ne o günleri unutabiliriz ne de dille ifade edebiliriz. Nenem o gün askerlere ‘Evi yakmayın bu çocuklar susuzluktan öldü’ dedi, bunu dediği an askerler ‘Sesini çıkarmak yoksa sizi de bu eve atar üzerinize ateş atar giderim’ diyordu. O gün köyümüz yangı, kalmadı. Evi yakılan bir aile o gün yakılan evinin yanına çilolardan, tahtadan bir kulübe yaparak kalmaya başladı. Evleri yanan akrabalarımın hepsi Diyarbakır’a gitti. Ben ve kayınpederimin evi kaldı.  Biz köyde sadece bir aile kaldık. Yangından sonra o kışı köyde geçirdik. O zamanda haftada bir köye gelip kaldığımız eve operasyon düzenliyorlardı.

‘Bizi zorla evden çıkarıp Kulp’a götürdüler!’

1995 yılının Mart ayının başında kayınpederimi gözaltına aldılar. Üç gün boyunca ondan haber alamadık. Sonra evimize gelip bize, ‘Ya buradan çıkarsınız ya da köyünüze top atarız’ dediler. Ondan sonra da biz köyden çıkmadık. O tehditlerden sonra gelip hayvanlarımızı ve bizi bir arabaya bindirip yönümüzü merkeze verdiler. Yine kar ve yağmur vardı. Köyden çıktıktan sonra yakında bir köye gidip oturmamızla askerlerin evin etrafını sarması bir oldu. Hepimizi alıp karakola götürdüler. Eşyalarımızın hepsini çamurun içine attılar. O gün 6 aylık çocuğumun battaniyesini bile almama izin vermediler. O köyden de bizi kamyona bindirip Kulpa gönderdiler. Askerlere de haber göndermişler ‘Onları eve değil karakola götürün’ demişler. Kulpa vardığımız gibi önümüzü kesip karakol dediklerinde ben, ‘Eğer bizi karakola götürürseniz kendimizi traktörün önüne atarız’ dedim. Ondan sonra kalıp eve gittik. Askerlerin hepsi de o gün evin etrafında kaldı. Diğer gün yine korucuların işkencesi ile bizi o evden alıp başka eve götürdüler. Gittiğimiz evde aylarca kaldık, o günlerde her gün gelip kayınpederimi alıp gece 3’te evin önüne bırakıyorlardı. Her gün ona işkence yapıyorlardı. Aylarca bu şekilde yaşadık.

Erkek kardeşi Mehmet Şirin Bayram gözaltında kaybedildi!’

O günlerde de köye gelmek istediğimizde izin kâğıdı almak zorunda kalıyorduk.  Bir yıl Kulp’ta kaldıktan sonra oradan çıkıp kendi imkânlarımızla yeniden köye geldik. Operasyonlara ve baskılara rağmen burada kalmaya devam ettik. Ondan sonra biz köydeyken erkek kardeşim Mehmet Şirin Bayram önce bize geldi, ardından Temiran köyüne gitti. O köyde kardeşim gözaltına alındıktan sonra ondan bir daha haber alamadık. Yıllar geçti hala daha ne olduğunu, ona ne yapıldığını bilmiyoruz. Kardeşim kayıp edildikten sonra yeniden köyden çıktık ve bu sefer Diyarbakır’a taşındık. Orada da bir süre kaldıktan sonra 2006 yılında kayınpederim yeniden köye döndü. Ondan sonra biz de döndük. Buraya dönüp ev yaptık, yeni bir yaşam kurduk. Benim gibi çocuklarım da köyümde büyüyor.

‘Bir kadınlar bir de ağaçlar o günleri hiç unutmadı…’

Hiçbir alanda bizi rahat vermediler. Hala daha devletin zulmü üzerimizde, bizi üç defa köyden göç ettirdiler ama her 3 sefer ardından da yeniden döndük. Her şeye rağmen buradayız, kendi topraklarımızdan vazgeçmedik. Şimdi hepimiz yeniden köyümüze döndük, dönmeyenler de yavaş yavaş gelip ev yapıyor. Biz halkımızın yaşadıkları yanında hiçbir şey yaşamadık. Sur gibi Cizre gibi Nusaybin gibi olmadı ama zulüm yine zor ve hiç unutulmuyor. O günler gözümüzün önünden gitmiyor. O zulüm ve zorbalık var ama biz de hala direniyoruz. Ne desek boş, ben sana ne kadar anlatsam da bitmez. Burada ki bütün kadınlar o günleri hatırlıyor. Önce biz kadınlar, ardından bu ağaçlar her şey o günlerin her dakikasını hatırlıyor. Unutmayacağız da, ama o günlere rağmen direnmek ve burada olmak beni ayakta tutuyor.”