Şengal özgürleşti, Êzdalık bitmedi
“Şengal’in özgürleşmesinden bahsediyordu. Evin içinde mutluluktan tilili çektim. İlk defa gülmüştüm. İçim kıpır kıpır olmuştu. Sonra Ebu Ladin geldi ‘neden sevindin’ diye sordu. Ben de ‘Şengal siz IŞİD’in vahşetinden kurtuldu, her yer kurtulacak sizin sonunuz ölüm’ dedim. Birden bana saldırdı. Beni yere attı var gücüyle vurmaya başladı.”
“Şengal’in özgürleşmesinden bahsediyordu. Evin içinde mutluluktan tilili çektim. İlk defa gülmüştüm. İçim kıpır kıpır olmuştu. Sonra Ebu Ladin geldi ‘neden sevindin’ diye sordu. Ben de ‘Şengal siz IŞİD’in vahşetinden kurtuldu, her yer kurtulacak sizin sonunuz ölüm’ dedim. Birden bana saldırdı. Beni yere attı var gücüyle vurmaya başladı.”
ROJBİN DENİZ
Şengal- Şirin anlatmanın öfkesine serpilmiş su olduğunu düşünerek devam ediyor. Ayrıntıları düşünmüyor. O ayrıntılar ağzından dökülüyor. Hafızasına kazınmış her şeyi döküyor. Esir olan Şirin kaldığı evi, yaşadıklarını, özgürleşen Şengal haberine nasıl sevindiğini ve bu sevincin karşılığında vücudunda taşıyacağı işkenceyi anlatıyor.
“Kaldığım ev tamamlanmamış bir evdi ve ben üçüncü katında esirdim. Bütün kapı ve pencereleri demirdi, kalın parmaklıkları vardı. Ne yemek ne de su vardı. Evin salonunda bir eski televizyon vardı. Hangi kanalları olduğunu bilmiyordum ama hep IŞİD’in yaptığı saldırıları, işgal ettikleri ya da kaybettikleri yerlerin haberlerini veren programlar vardı. Ben televizyon izlemezdim. Sonra bir gün Şengal ile ilgili bir şeyler geçti. Hemen kulak kabarttım. Şengal’in özgürleşmesinden bahsediyordu. Evin içinde mutluluktan tilili çektim. İlk defa gülmüştüm. İçim kıpır kıpır olmuştu. Sonra Ebu Ladin geldi ‘neden sevindin’ diye sordu. Ben de ‘Şengal siz IŞİD’in vahşetinden kurtuldu, her yer kurtulacak sizin sonunuz ölüm’ dedim. Birden bana saldırdı. Beni yere attı var gücüyle vurmaya başladı. Ağzımdan kanlar akıyordu. Bir an oda kan gölüne dönmüştü. Burnumdan, ağzımdan durmadan kanlar akıyordu. Saçımdan sürükleyip tüm bedenimi duvara vuruyordu. Sonra saç örgümü eline doladı, beni o üçüncü kattan sürükleyerek aşağıya kadar indirdi. Bacağımda, kolumda, bileğimde çok kötü ağrılar vardı. O bana o işkenceyi yaparken, içimin derinliklerinde ben halayın başını tutmuş, durmadan oynuyordum. Şengal’in özgürleşmesi, Êzidîlerin yok olmadığı ve benimde bir gün geri döneceğim anlamına geliyordu. O bana vurdukça halay büyüyordu, tüm Êzidî kadınları ağız dolusu kahkahalarla halaya katılıyorlardı. Beni bir arabanın arkasına attı.”
30 gün Rakka çöllerinde tek başıma bırakıldım
Şirin bir arabaya bindirildiğini ve Rakka’da şehrin görünmediği ıssız bir noktada durduklarını anlatıyor.
“Bindirildiğim arabanın Rakka’nın içerinden gittiğini gördüm ama sonra tam olarak neresi olduğunu bilmediğim, ıssız bir yerde durduk. Şehir artık görünmüyordu. Her yer bomboştu. Çölde bir tek ev vardı. Beni tekrar aynı hışımla sürükleyerek o eve doğru götürdü. Evde bir oda ve ihtiyaç yeri vardı. Beni odanın ortasına attı. ‘Sen burada otuz gün kalacaksın, otuz gün sonra gelip seni kontrol edeceğim, eğer yaşıyorsan seni geri götüreceğim, yok eğer ölmüşsen zaten ölmüşsündür’ deyip kapıyı arkadan kapattı. Evin kapısı ve pencereleri demirdi. Pencereleri küçüktü ve yukardaydı. Zindan gibi bir yerdi. O dönemde koalisyon uçakları Rakka’nın etrafını uçaklarla vurmaya başlamışlardı. Her yerde uçak sesleri ve vuruş sesleri vardı. Hatta bazen kaldığım evin yakınları vuruluyordu. Zaten Ebu Ladin ‘eğer uçakların vuruşundan kurtulursan’ demişti. Demek beni getirdiği yer hedef olan bir yerdi. O da beni bilinçli getirmişti. Zaten IŞİD birçok yerde sivilleri öne sürerdi, sonra her yere siviller vuruluyor denilirdi. Biz Êzidîleri her tür kölelikte kullandıkları gibi kendilerine can simidi olarak da kullanıyorlardı.”
Mutluluğum korkumu bastırırdı
Şirin o evde günlerce tek başına kaldı.
“Neyse ki elbisemin cebinde fenerli bir çakmak vardı. Çakmak yanmıyordu ama feneri idare ediyordu. Her yerimin kırıldığını sandım, ağrılarım çoktu, üstüm başım kanlar içindeydi. Günlerce beni attığı odada, yere nasıl kapaklanmışsam öyle kaldım. Başımı hiç kaldırmadım. Dışardan gelen uçak sesleri, pencerenin demir parmaklıklarına çarpan rüzgarın sesini saatlerce dinliyordum. Sonra bileklerimi kontrol ettim neyse ki kırılmamış yerinden çıkmışlardı. Ayak ve kol bileklerimi ovarak, kendimi iyileştirmeye çalışıyordum. Odanın içerisinde bir bidon su ve bir poşet kuru ekmek vardı. 3. gün biraz kalkmaya çalıştım, ekmeği suya bandırıp öyle yiyordum. Sonra yüzümdeki kanları yıkadım. Birkaç gün içinde biraz toparlandım. Ama kaldığım yer çok ürkütücüydü, çok korkuyordum. Ay ışı çıktığında çok sevinmiştim. Ay ışığı pencereden odanın içine vuruyordu. O ışığın etrafında oturur, ağıtlar yakardım. Orada yaşadığım otuz gün benim için otuz yıl gibiydi. Orada yaşadığım korku o kadar büyüktü ki ama Şengal’in özgürleşmesini her hatırladığımda, yüzüme doğal bir tebessüm konardı. Mutluluğum korkumu bastırırdı.”
Otuz günün sonunda Ebu Ladin geldi. Kapıyı açtı. Ve tekrar esir tutulduğu eve götürüldü.
“Bana senin gibi köpekler demek öyle kolay ölmüyor’ dedi. Ben de ‘Allah’ın gücüne kulları bir şey yapamaz’ diye cevap verdim. Onun hakaretine cevap verirdim. Sonuçları ağır olsa da onun hakaretleri karşısında sessiz kalamıyordum. Beni alıp tekrar evine götürdü.”
Ebu Ladin öldü
Bir ay boyunca Rakka’da çölün ortasında bir evde kilitli kalmıştı ve o süre zarfında çocuklarını soruyoruz, Şirin bu süreci de paylaşıyor bizimle.
“Ben o çocukları hiç hissetmedim. Evet onların bir günahı yoktu ama onlar bana yapılan yüzlerce tecavüzün sonucu bu dünyaya geldiler. Bu dünyaya böyle gelmek onlarında hakkı değildi ama bir kere gelmişlerdi. Onlarda bu hayat nasıl geldiklerini öğrenirlerse, kesinlikle dünyaya geldiklerine sevinmeyeceklerdir. Ben bir türlü onları hazmedemedim. Ebu Ladin bana Sebiya (satılacak eşya) yani sen benim hakiki eşim değil satılacak bir kadınsın diyordu. Çocuklarımın bir tanesi 3, bir tanesi de 2 yaşındaydı ve bir tanesi de karnımdaydı. O arada Rakka savaşı başladı. Ebu Ladin savaşa gideceğini söyleyerek, beni Êzidî olan bir kadının yanına götürdü. O güne kadar hiç kimsenin yanına götürmemişti. Benim için bu bir ilkti. Beni oraya bıraktı, ‘ben savaşa gidiyorum, ölmezsem geri döneceğim’ dedi. Gittikten 2 gün sonra, onunda içinde olduğu IŞİD dolusu bir araba uçaklar tarafından vuruldu. Ebu Ladin orada öldü. Onun ölümüne çok sevindim. Sonra gelip beni Êzidî olan kadının yanından aldılar. Medafeye (ölen IŞİD’lilerin geride kalan kadınlarının tutulduğu ev) götürdüler. Orada her bir kadına bir oda veriyorlardı. Bana ve çocuklarıma da bir oda verdiler. Oradaki genel temizliği sırayla her kadın yapıyordu. Yemeği de herkes kendisi yapıyordu. Etrafımız tutuluyordu. Kimse tek başına dışarıya çıkamazdı. Onlara ‘ben ve çocuğum hastayım doktora gitmemiz gerek’ dedim. Aslında doğruya doğru hastaydım ama esas amacım bir yolunu bulup kaçmaktı. Sonra benim yanıma bir kadın daha verdiler. Ona bütün hikayemi anlattım. Kadın Halepçe Kürtlerindendi. Bana çok üzülüyordu. Ben ona yaşadıklarımı anlattığımda benimle hep ağlardı. Yol boyunca hep onunla konuşurduk. Bana ‘şimdiye kadar neden kaçmadın, neden yolunu bulmadın’ diye sordu. O kadın IŞİD’in esir aldığı bir kadın değildi ve üzüldüğüm yer de burası işte doğrudan kendisi IŞİD’e katılan bir kadındı. Ona yaşadıklarımı anlatıyordum ama güvenemiyordum. Bana ‘kaç, kurtul senin için elimden ne gelirse yaparım’ dedi. Ama ben ona güvenemedim ona ‘hayır ben kaçmak istemiyorum, hak olan din bu, ben buradan gitmek istemiyorum’ dedim. O da ‘onlar sana bu kadar çok şey yaptı, sen hala burada kalmak mı istiyorsun, seni anlamıyorum’ dedi. IŞİD’lilerin esas özelliği çok fazla yalan söylemeleriydi. Onların hiçbir şeyine güvenmemek gerekirdi. Çok sinsi ve sürekli insanları kandırırlardı. Onun için her konuştuğum kişiye güvenmiyordum.”
Kaçmanın yolunu buldu
Şirin burada kaçış hikayesine geçiyor. Hastalığı onun kaçmasının bir yolu olmuştu.
“Doktora gittim ve bana ‘git 10 gün sonra tekrar gel’ dedi. Bu benim için bir fırsattı. Yani tekrar dışarı çıkabilecektim ve kaçış yolunu bulmak için bana bir avantaj yaratıyordu. Ayrıca doktor bana iğne vermişti ve iğneyi benim kaldığım eve komşu olan bir Arap kadını ancak yapmayı biliyordu. Her gün yanıma geliyordu. Bana ve çocuğuma iğne yapıyordu. Birkaç gün geldikten sonra benimle yavaş yavaş sohbet etmeye başladı. Sürekli soru soruyordu. ‘Arapçan iyi değil sen buralı değilsin. Sen bunlardan değilsin, bana doğruyu söyle, sana zarar vermem aksine yardımcı olurum’ diyordu. Kadının yaklaşımı bana samimi geldi ve ona güvendim. Şengalli olduğumu IŞİD’in beni esir aldığını ve bana yaptıkları işkenceleri anlattım. ‘Seni satın alan IŞİD’li nerede’ diye sordu, bende ona ‘o öldü’ dedim. Kadın bana git buradan, kendini kurtar, bunlar vahşi seni gelip alırlar. Sonra bana, ‘ailene ait telefon numarası, bir adres yok mu’ diye sordu. Ben de ‘yanımda hiç bir şey yok. Bütün ailemin IŞİD tarafından kaçırıldığını, bir tek benden büyük abimin kurtulduğunu duydum onun da doğru olup olmadığını bilmiyorum’ dedim. ‘Ben sana yardımcı olacağım ama bu aramızda sır olarak kalacak. Senin doktora gideceğin gün, muharıb (insan kaçaklığı yapan kişilere verilen isim) seni hastanenin aşağı sokağından alacak’ dedi ve telefonun da muharıbın fotosunu gösterdi. Doktora, benimle ilk gelen Halepçeli kadın geldi. Ona durumu anlattım ve bana söz verdi, kimseye söylemeyecekti. ‘Sana yardımcı olacağım, biz birlikte hastaneye girdik, o içeri girdi, ben onu iki saat boyunca bekledim, sonra onu aradım ve onu bulamadım' diyeceğim dedi. Hastanenin önünde muharıb bekliyordu. Bana ‘sen Umseyar mısın’ diye sordu, ben de ‘evet benim’ dedim. ‘Arkamdan gel, ben bir sokakta seni bekleyeceğim, seni bir tek oradan alabilirim’ dedi. O gitti bende onun arkasından gittim.”
Bereketini sunan güneşe hep dua ediyor
Şirin devam ediyor:
“Ben muharıba ulaştım ve arkasından motora bindim. Beni bir köye, ailesinin evine götürdü. Bana ‘seni evdekilere yeni eşim olarak tanıtacağım. Eğer evdekiler şüphelenirlerse, mecbur akşam seninle aynı odada kalırım fakat sana söz veriyorum, sana el süremeyeceğim’ dedi. Benim de ona güvenmekten başka çarem yoktu. Eve ulaştığımda babası hemen şüphelendi. Bu çocuklu kadın kim? Muharıbın eşi yanıma oturdu sorular sormaya başladı. Her ne sorduysa ben ona ‘muharıbın yeni eşiyim dedim.”
Şirin, kendini IŞİD’in vahşetinden kurtarmak için tüm yolları deniyor. Kaldığı evde kendini İslama adamış bir kadın gibi göstermeye çalışırken bir yandan da yaptığından ötürü Tawusê Melek’e hep dua ediyor. Güneşe yüzünü her döndüğünde dualarını ancak içinden yapıyor.
Şirin, muharıbın evinde en fazla üç gün kalabiliyor, ailenin şüphelenmesi üzerine motora atlayıp yollara düşüyorlar. Birçok farklı evde farklı zaman dilimlerinde kalarak yavaş yavaş IŞİD’in kontrolündeki alanlardan uzaklaşmaya başlıyorlar. Şirin, gittiği her evde ona kötü davranıldığını, hatta bazı ailelerin onu tekrardan satmak istediğini söylüyor ve devam ediyor anlatmaya.
“Uzun ve zorlu bir yolculuktan sonra IŞİD’in olmadığı bir bölgeye geldik. Muharıb bizi bir eve götürdü. Koşullar çok zordu. Ben yanımdaki çocuklar çamurun içinde yatıyorduk. Saklandığımız yer çok kötüydü. Orada dokuz gün kaldık. Hamilelik bana çok ağır geliyordu. Ve ayrıca yanımdaki çocuklardan küçük olanı da hastaydı. Oradan Şeddade’ye Muharıbın bir akrabasının evine gittik. Evin koşulları çok iyiydi. Bana çok iyi davrandılar. Bana yardımcı olacaklarını söylediler. Evlerinde internet vardı. Ve ben internet üzerinden abime ulaşabilirdim. Onun ismini bir tek facebookta araya biliyorlardı. Abimin ismini yazdıkları gibi çıktı. Ve sayfası açıktı. Onun fotoğrafını görünce gözlerimden yaşlar aktı. Yürekten bir nefes aldım, kendi kendime ‘oh abim kurtulmuş ve eğer o kurtulmuşsa, benim artık Şengal’de bir ailem var’ dedim. Sonra ona yazdık. O da hemen cevap verdi.”
Savaşçılarla buluştu
Rojava’da Şirin’i savaşçılar karşıladı.
“Bana kim olduğumu sordular. Bende kendimle ilgili her şeyi anlattım. Yıllardır içimde büyüttüğüm korkum da benimle gelmişti. O da IŞİD’den kurtulmak istercesine, yüreğimin bir köşesine saklanarak, Rojava’ya kadar gelmişti. Ben şervanları tanımıyordum. İlk defa görüyordum. Onlardan da korktum. Benimle çok ilgilendiler, ‘korkma İŞİD’den kurtuldun, burası güvenlikli alanlar’ diyorlardı ama yine de korkuyordum. Beni Qamışlo’ya getirdiler, orada ailemle konuştum. Annem, annemin yanında kalan kız kardeşim, abim IŞİD’in elinden kurtulmuştu. Onların haberlerini almak ve telefonda onlarla konuşmak çok başka bir şeydi. Yeni doğan bir çocuk gibiydim. Kanatlarım olsa uçardım. Şervanlara karşı korkum gitmişti, onlara karşı bir güven duygusu gelişti ve artık güvende olduğumu biliyordum. Benimle gelen korku beni orada terk etti. Karnımdaki bebek dışında hafiflemiştim...”
Şirin’in Êzdalığa geri dönüşü
Şirin adım adım ailesine yakınlaşıyordur artık, tüm yaşadıklarının ağır yükünü de kendisiyle birlikte taşıyarak üstelik. Uzun uğraşlar sonucunda ailesine kavuşan Şirin, ailesinin Şengal’de bulunan evine gidemiyor çünkü IŞİD saldırıları nedeniyle evden geriye hiçbir şeyin kalmamış olduğunu öğreniyor. Rojava’dan Federal Kürdistan Bölgesi’ne bağlı Duhok’ta bir Êzidî kampında olan ailesinin yanına yerleşiyor Şirin. Bunu yaparken dünyaya getirdiği çocukları ise yanında alamıyor... Êzidî toplumunun uymak zorunda oldukları katı kurallardan biri de Êzidî olmayan birisiyle evlenemeyeceği, çocuk dünyaya getiremeyeceğidir. Günah sayılan bu fiili işleyenler topluma kabul edilmediği gibi Êzidî de olamaz. Onlarca ferman boyunca kaçırılan, köleleştirilen Êzidî kadınları ve dünyaya getirdikleri çocukları son soykırıma kadar da kabul edilmemiştir. 3 Ağustos 2014 soykırımında ise Baba Şêx’in toplumun önde gelenleri ile aldığı karar ile çocuk ve kadınların zorla bu fiile zorlandıkları ve tekrar kabul edilmeleri yönünde olmuştur. İşte Şirin, böylelikle tekrar ailesine ve topraklarına dönebilir. Fakat çocuklarını kendisiyle birlikte götüremez ancak bir de karnında taşıdığı bebeği vardır... Duhok’ta ailesinin yanında kaldığı zaman boyunca büyüyen karnı yüzünden dışarıya çıkamaz Şirin, sezdirmeden bir hastaneye giderek bebeğini dünyaya getirir. Yaşadığı bu anları ise gözyaşları içerisinde anlatır.
“Bebeğim bu dünyaya geldiğinde çok ağladım. Gelmesini istemiyordum. O, bana ve binlerce Êzidî kadınına karşı işlenen günahın bir ızdırap göstergesiydi. O nasıl bu dünyayı yaşayacaktı. Döllendiği rahmin, sadece onun taşıyıcısı olduğunu, esasında annesi olmadığını öğrendiğinde, nasıl yaşayacaktı” derken hemşirelerin bebeğini görmek isteyip istemediğini sormaları üzerine, “görmek istemediğimi’ söyledim” diyor.
Aylarca karnında taşıdığı ve dünyaya getirdiği bebeğini görmez Şirin, cinsiyetini dahi merak edip sormak istemez. “Sadece uzaktan sesini duydum” der. Ve hastaneden çıkarken bebeğini orada bıraktığını anlatır...
“Bir kadının rahminden düşen her can o kadının bir parçasıdır”
Şirin’e, “bütün kimliklerin ötesinde, sadece annelik duyguları üzerinden çocuklarını özlüyor musun? diye sorunca, “Benim bağlı olduğum inanç ne gerektiriyorsa ben onu yaparım” diyor. “Peki ya annelik?” diye üsteleyince, Şirin kaçamak cevaplar vermeye devam ediyor ve en sonunda kucağında tuttuğu bebeğini göstererek şunları söylüyor bize;
“Bir kadının rahminden düşen her can o kadının bir parçasıdır. Ne olursa olsun onu asla unutamaz. Ben de annelik duygularımı, elimde sıkıca tutuyorum, aman diyorum yüreğime yayılmasın, yoksa kimse tutamaz. Bir anne evladını bir tek son nefesini verdikten sonra unutabilir. Ben yaşadıklarımı unutmadım ve yaşadıklarımı hatırladıkça asla geride bıraktığım çocuklarıma bakmayacağım. Döndükten sonra evlendim benim şuan bir kızım var. Onunla çok mutluyum. Benim için artık yaşam, hayata tutunacağım umudum var. Bu dünyadan tek isteğim IŞİD’in elinde olan ailemden kalan ferdlerinde bir an önce kurtarılmasıdır. Tabi sadece benim ailem değil tüm Êzidî aileri özellikle de Êzidî kadınlarının kurtarılmasını istiyorum” diyor.
Şirin ve Şirin gibi binlece Êzidi kadını bir biçimde IŞİD’in elinden kurtuluyor. Şirin’in üç kız kardeşi ve binlerce Êzidî kadını hala IŞİD’in elinde. Hala köle pazarlarında satılığa çıkarılarak, elden ele satılıyorlar. IŞİD onları çocuk doğurma makinaları gibi kullanıyor ve IŞİD’liler soylarını sürdürmek için, bir Êzidî kadının bedeninden, ruhundan bir parça can kopararak, bir kez daha öldürüyorlar. IŞİD’in işgal ettiği tüm topraklarda Êzidî kadınlarının acılarını taşıyan yığınca mezar taşları birikti. Bu coğrafya bu kadar mezarı kaldırabilir mi?
BİTTİ