İki fotoğraf ve 29 yıllık bekleyişin yükü!

Türkiye ve dünyanın en uzun soluklu vicdan eylemlerinden biri gözaltında kaybedilen ve “faili meçhul” cinayete kurban gidenlerin ailelerinin eylemi. Her Cumartesi kucağında taşıdığı iki fotoğrafla kayıplarının peşinden koşan 67 yaşındaki İffet Mutaş, 29 yıldır kardeşleri Mehmet Tekdağ’ın faillerini, Ali Tekdağ’ın ise kemiklerini arıyor.

PINAR URAL 
Amed- Cumartesi İnsanları ya da Cumartesi Anneleri İstanbul ve Amed’de kayıplarının akıbetini sormaktan vazgeçmedi. Her Cumartesi günü İstanbul ve Amed’de aileler, bir mezar taşının başında yas tutabilmek için çocuklarının, kardeşlerinin ve babalarının kemiklerini istiyorlar. Ancak bunun için ailelerin önlerindeki iki büyük engelin kaldırılması gerekiyor; birincisi “devlet sırrı” hukukuna son verilmesi, diğeri Birleşmiş Milletler “Zorla Kaybedilmelerin Önlemesi Sözleşmesi”nin imzalanması.
Türkiye Kayıplar Sözleşmesi’ni hala imzalamıyor
Türkiye, Birleşmiş Milletler’in (BM) 20 Aralık 2006 tarihinde kabul ve ilan ettiği Bütün Kişileri Zorla Kaybedilmeden Korumak İçin Uluslararası Sözleşme’nin tarafı değil. 91 ülkenin imzaladığı 18 ülkenin de taraf olduğu BM’nin “Hiçbir devlet zorla kayıp edilmeyi uygulayamaz, izin veremez ya da hoş göremez” sözleriyle başlayan ve devlet sırrı ile devletin dokunulmazlığını ortadan kaldıran Bütün Kişileri Zorla Kaybettirilmeden Korumak için Uluslararası Sözleşme’yi tüm ısrarlara karşın imzalamıyor.
Yıllardır cevapsız bırakılan sorular!
Yıllarca karakol kapılarında, adliye koridorlarında yakınlarının akıbetinin açığa çıkartılması için yasal olarak mücadele eden aileler, istedikleri bir sonuca ulaşamamalarından dolayı mücadelelerini kamusal alana taşıyarak daha etkin bir yol arayışına girdiler. Birçok kez polisin gaz bombalı ve coplu şiddetine maruz kalan kayıp yakınları için bu mücadelenin en önemli ayağı şüphesiz her hafta Cumartesi günü kesintisiz bir şekilde düzenlenen oturma eylemi oldu. Yıllardır “kayıplar nerede” sorusuna bir yanıt bekleyen kayıp yakınları ve İHD öncülüğünde Amed’de gerçekleştirilen oturma eylemi 31 Ocak 2009 tarihinde Koşuyolu Parkı Yaşam Hakkı Anıtı Önünde başladı. Kayıp yakınlarının bu eylemi Yaşam Hakkı Anıtı önünde başlatmalarının ve burada sürdürmelerinin sembolik bir de önemi vardı. Çünkü kent halkı için ayrıca bir hafıza olan bu mekanda, 2006 yılında gerçekleştirilen bombalı bir saldırıda çocuklar ve masum insanlar yitirildi. Haliyle hakikat ve adalet talepli bir eylemi burada sürdürmek ayrı bir önem atfediyor. 
İstanbul’daki eylemler ilan edilen Olağanüstü Hal’de de (OHAL) sürdürülebilirken, Amed’deki kayıp yakınları 100 hafta boyunca kapalı bir mekanda, İHD Diyarbakır Şubesi’nin salonunda bir araya geldiler. 2 yılın ardından yeniden Koşuyolu Parkı’na taşınan eylem, bu kez 499’uncu haftasında Diyarbakır Valiliği tarafından “kamu güvenliği” gerekçesiyle yasaklandı ancak ailelerin vazgeçmediği adalet mücadelesi, 54 hafta sonra bir kez daha dört duvar arasından sokağa taşındı. 
Hem evlat hem kardeş acısı!
Devletin gayri resmi verilerinde 17 binlerle ifade edilen bu kayıpların 500’den fazlası evde ve sokakta gözaltına alınıp bir daha kendilerinden haber alınamayanlar. Yakınlarını gömme hakkı için yıllardır mücadele yürütenlerden biri de 67 yaşındaki İffet Mutaş.  Bir kardeşi gözaltında kaybedilen ve bir kardeşi de “faili meçhul” cinayete kurban giden İffet Mutaş, İHD ve kayıp yakınlarının her hafta düzenlediği oturma eylemine katılarak kardeşlerinin faillerini arıyor. Bir oğlunun hastanede yapılan bayat iğne sonucu yaşamını yitirdiğini anlatan İffet Mutaş, PKK’de yaşamını yitiren kızının cenazesini ise uzun uğraşlar sonucu alabildiğini söylüyor. Babası da JİTEM elemanları tarafından dipçikle dövülmesinden kısa bir süre sonra yaşamını yitiren İffet Mutaş, “Babamlara gece saat 03.00’da baskın düzenlendi. Babamı dipçiklerle dövdüler, hastanelik oldu. Sonunda aldığı o darbeler sonucu birkaç ay sonra babam da öldü. Biz bu dertleri bu ıstırapları nasıl unutacağız, unutulur mu?” diye soruyor.
İki fotoğrafla her Cumartesi kayıp eyleminde
Lice ilçesine bağlı Kabakaya (Entax) köyünde 1994 yılında maruz kaldığı baskı nedeniyle ailesiyle Amed’e  göç etmek zorunda bırakılan İffet Mutaş’ın kardeşi Mehmet Tekdağ, 1993 yılında işlettiği pastaneye gittiği sırada uğradığı “faili meçhul” saldırı sonucu katlediliyor; abisi Ali Tekdağ ise, 13 Kasım 1994 tarihinde eşiyle alışverişe gittiği Dağkapı çarşı merkezinde gözaltına alındıktan sonra kaybediliyor. 6 kardeş olduklarını ve erkek kardeşlerinin yok edildiğini şimdi 4 kız kardeş kaldıklarını belirten İffet Mutaş, yokluklarının kendisini çok incittiğini ifade ediyor. Abisi Ali Tekdağ ile arkadaş gibi büyüdüklerini anlatan İffet Mutaş, diğer kardeşi Mehmet Tekdağ’ı ise beşikte sallayarak büyüttüğünü dile getiriyor. Şimdi iki kardeşinin resmini boynunda taşıyan İffet Mutaş’ın tek isteği abisinin kemiklerinin bulunması ve faillerin yargılanması.“Mehmet’in cenazesini gördük fakat Ali’nin cenazesini göremediğim için bu hep içimde kaldı” diyen İffet Mutaş, ilerleyen yaşından dolayı yaşadığı rahatsızlıklara rağmen her Cumartesi kardeşlerinin fotoğraflarıyla eylemdeki yerini alıyor.
Ameliyatı engellendi
1993 yılında kardeşi Mehmet Tekdağ’ın öğleden sonra işyerine gittiği sırada silahlı saldırıya uğradığını ve yaralı olarak götürüldüğü hastanede polis tarafından ameliyatının engellendiğini bu yüzden yaşamını yitirdiğini söyleyen İffet Mutaş, şöyle devam ediyor: “Bağlar Dörtyol’daki pastanesine giderken sokak arasında arkadan ateşe ederek öldürdüler. Hastaneye kaldırdık. Ankara’ya sevki yapıldı ancak sisli havayı bahane ederek uçak tahsis etmediler.” 
JİTEM’in itirafı var
İffet Mutaş, abisi Ali Tekdağ’ın ise 19 kez gözaltına alınıp serbest bırakıldığını belirtiyor ve ekliyor: 
“Ali 1980’lerden 1994’e kadar 19 defa gözaltına alındı. Gözaltına alınıp bırakıldığında gördüğü işkenceler yüzünden tanınmaz haldeydi. Bu gözaltılar sistematik olarak devam ederken 94 yılının 13 Kasımında tekrar alındı ve ondan sonra bir daha göremedik. Evden eşiyle birlikte çıkan Ali, Dağkapı Şekerbank’a kadar gider. ‘5 dakikalık bir işim var döneceğim sen bekle’ dedikten yaklaşık 15 dakika sonra döndüğü eşinin yanında durmayarak geçer ve eşine de eliyle ‘git’ işareti yapar. Köşeyi tam dönmek üzereyken sivil silahlı 3-4 kişi arkasından ateş etmeye başlar ve aynı kişiler montunu kafasına geçirip orada bulunan bir binanın içine sokarlar. 10 dakika sonra ise olay yerine gelen beyaz bir minibüse bindirilip götürülür. Annemle çok aradık, hastanelere gittik fakat tek bir haber alamadık. Birçok yere dilekçe verdik fakat bize herhangi bir dönüş yapılmadı. Ertesi gün Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin (DGM) savcılığına dilekçe ile başvuruldu ‘bizde değil’ yanıtı verildi. O günden beri sürekli dilekçe yazıyoruz ve bize Ali’nin akıbeti için bir şey söylenmesini istiyoruz. Biz Ali’nin kaybolmasını araştırırken gazete de bir gün bir haber çıktı. Diyarbakır Cezaevi’nde tutuklu bulunan Seyfettin Demir, Özgür Gündem gazetesine ‘Ben Ali Tekdağ ile birlikte gözaltındaydım. Ali ‘beni öldürecekler aileme söyleyin diye bağırıyordu’ şeklinde bir açıklama yapmıştı. Bunun üzerine tekrar savcıya gidildi. Ancak ‘Burada Seyfettin Demir’in dosyası var ama Ali Tekdağ diye birine ait dosya yok’ yanıtı verildi. Kardeşim 6 ay boyunca ellerinde kaldı. Etmedikleri işkence kalmıyor. En sonunda Silvan-Diyarbakır karayolunda bir yerde ateş ederek öldürüyorlar. Ardından tanınmaması için ateşe veriyorlar. Bunları bir JİTEM üyesinin 1996’da yaptığı itiraflardan öğrendik.” 
‘En azından bir mezarının olmasını istiyoruz’
Açılan davaların hala devam ettiğini belirten İffet Mutaş,“Bizler bunun açığa çıkmasını istiyoruz en azından aile olarak Ali’nin bir mezarının olmasını ve onu ziyaret etmek istiyoruz. Devletin işkencelerini hiçbir zaman unutmayacağız. Her gün düzenli olarak evimize gelirlerdi ve hepimize işkence ederlerdi. 6 ay boyunca devlet resmen evimizde karakol kurmuştu. Her gelişlerinde ‘Ali Tekdağ nerede?’ diyorlardı. Yapılan baskılar yüzünden çocuklarımla göç yoluna düşmek zorunda kaldık. Artık bizlere yaşamı yaşanmayacak hale getirmişlerdi. Ben onların büyük ablasıyım bu olanlara hepsine tanıklık ettim. Her an her dakika gözlerimin önündeler bu yüzden bu olanları hiç unutamıyorum. Ölene kadar kardeşimin kemiklerini bulmak için mücadele edeceğim. Bulunana kadar da hep bu alanlarda olacağım ve hesabını soracağım.” diyor.
1980’den itibaren 1353 kişi kaybedildi 
Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin Türkiye’de 1980’den itibaren gerçekleşen “gözaltında kayıplar”ı inceleyen raporuna göre, devletle bağlantılı güçler tarafından kaybedilen 1353 kişiden 262’si İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) başvuruları ve kaybetme davalarına dair belgeler aracılığıyla kesinleşti. Kaybetmelerin en yoğun yaşandığı kentlerin başında 382 kişiyle Amed gelirken, kaybetme uygulamaları en sık Tansu Çiller’in Başbakan olduğu 1994 yılında yaşandı. Verilere göre, 1994’te zorla kaybedilenlerin sayısı 511. Amed’i 211 kişiyle Şırnak izlerken, 82 kişi ile İstanbul üçüncü oldu. Hazırlanan rapora göre, kaybedilenlerin yüzde 99’u erkek, yüzde 1’i kadın. Kaybedilenlerin akıbetine ilişkin verilerde de kişilerden yüzde 67’sinin bedeninin bulunmadığı, yüzde 8’sinin bedeninin bulunmasına rağmen ailelerine teslim edilmediği, sadece yüzde 25’inin bedenlerinin bulunarak ailelerine teslim edildiği belirtildi. 
Dosyalar sürümcemede kaldı
Kaybedilenlerin yüzde 51’i ateşli silahla, yüzde 21’i işkenceyle, yüzde 9’u öldürülme sonrası helikopterden atılmayla, yüzde 6’sı boğularak, yüzde 5’i yakılarak, yüzde 5’i başı kesilerek, yüzde 3’ü ise patlatılarak öldürüldü. İç hukuk sürecinde başlatılan soruşturmaların yüzde 75’i sürüncemede kaldı. Açılan davaların yüzde 8’i takipsizlik, yüzde 6’sı zamanaşımı, yüzde 2’si beraat ve yüzde 1’i mahkumiyetle sonuçlandı. 227 kayba ait hukuki veriden 102’si AİHM’e gitti ve yüzde 78’inde Türkiye mahkum oldu; yüzde 10’ununda devlet sorumluluğunu kabul ettiği için dostane çözüme gidildi, yüzde 10’u başvuru eksikliği nedeniyle reddedildi, yüzde 2’si Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) gitti.