HDP Parlamento Grubu: Kürtlere karşı suç işleyenleri asla unutmayacağız

Sokağa çıkma yasaklarının yıldönümüne ilişkin açıklama yapan HDP Parlamento Grubu, 14 Aralık'ın bir halkın topyekûn yok edilmeye karşı direnişinin tarihi olduğunu belirterek, “Kürtlere karşı suç işleyenleri asla unutmayacağız. Bu suçların hesabı elbet bir gün siyaset ve uluslararası hukuk nezdinde sorulacaktır. Bunun mücadelesini HDP olarak hayatını yitirenlerin aileleriyle birlikte her yerde yükselteceğiz” dedi.

Ankara– Halkların Demokratik Partisi (HDP) Parlamento Grubu, sokağa çıkma yasakları ve ablukaların 6’ncı yıldönümüne ilişkin Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Milletvekilleri, açıklamada Cizre’de yakılarak katledilenler ile Silopi’de polis tarafından katledilerek cenazesi bir hafta boyunca sokak ortasında bırakılan Taybet İnan ve katledilen Kürt kadın siyasetçiler Sêvê Demir, Pakize Nayır ve Fatma Uyar’ın fotoğraflarını taşıdı. HDP Parlamento Grubu adına açıklamayı, Muş Milletvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit yaptı.

“HDP’nin yüksek oy aldığı kentler hedef haline getirildi”

Kent ablukaları döneminde yaşanan vahşeti lanetlemek ve o dönem yaşananları değerlendirmek için toplantıyı düzenlediklerini belirten Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Özellikle 7 Haziran sürecinde HDP’nin başarısına tahammül edemeyen AKP iktidarı, HDP’nin en yüksek oy aldığı yerleri hedef haline getirmiştir. Öz yönetim ilanları bahane edilerek 16 Ağustos 2015’te Muş Varto’da başlatılan sokağa çıkma yasakları kent ablukalarına dönüşmüştür. Ablukaya alınan kentler Şırnak, Cizre, Silopi, İdil, Derik, Nusaybin, Yüksekova, Varto, Silvan, Sur ve Dargeçit’tir” dedi.

“1 milyon 809 kişinin özgürlük, güvenlik ve yaşam hakkı ihlal edildi”

Yaşanan ihlalleri sıralayan Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Diyarbakır’da 159, Mardin’de 48, Hakkâri’de 23, Şırnak’ta 13, Bitlis’te 14, Muş’ta 7, Bingöl’de 7, Tunceli’de 6, Batman’da 6, Elazığ’da 2 ve Siirt’te 4 kez ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından en az 1 milyon 809 bin kişi etkilenmiştir. Bu kişilerin özgürlük ve güvenlik hakkı, özel ve aile hayatına saygı hakkı, toplanma özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü, din özgürlüğü, bilgi alma ve verme özgürlüğü, mülkiyetin korunması hakkı, eğitim hakkı, işkence ve insanlık dışı ya da aşağılayıcı muamele yasağı, yaşam hakkı ve vücut bütünlüğü hakkı olmak üzere en temel hakları ihlal edilerek yasaklar döneminde toplumun üzerine gidilmiştir” diye belirtti.

“Ablukalar ve OHAL fiilen devam ediyor”

Bugün her ne kadar kaldırıldığı söylense de yasakların ve OHAL’in fiili olarak devam ettiğine dikkat çeken Gülistan Kılıç Koçyiğit, “Bizler şu gerçekliği çok iyi biliyoruz; yasakların başlangıç tarihi 14 Aralık 2015 olsa da bu karar siyasi iktidar tarafından 30 Ekim 2014 MGK toplantısında ‘Çöktürme Planı’ politikaları kapsamında alınmıştır. Bu planla Kürtler ve Kürt siyasetinin tamamen yok edilmesi ve Kürt halkının kazanımlarının tasfiyesi edilmesi istenmiştir” şeklinde konuştu.

Gülistan Kılıç Koçyiğit konuşmasının devamında şunları belirtti:

“14 Aralık bu anlamda bir halkın saldırılar karşısında direnişinin ve korkunç acıların yaşandığı bir gün olarak tarihteki yerini almıştır. Bu sürecin bilançosunun halka dönüşü ise kan, acı ve gözyaşı olmuştur. 16 Ağustos 2015 tarihinden itibaren 11 il ve 49 ilçe olmak üzere resmi olarak tespit edilebilen toplam 289 sokağa çıkma yasağı ilan edilmiştir. 300’ün üzerinde sivil yurttaşımız yaşamını yitirmiştir. Bu yurttaşlarımızdan 177’si Cizre’de kendi bodrumlarında yakılarak katledildiler. Cizre bodrumlarında yaşatılan vahşet ve bu vahşetin açtığı yaralar hala sıcaklığını korumaktadır. O gün anne-babalar çocuklarının, çocuklar ise anne-babalarının ölümüne şahitlik ettiler. Cizre’de katledilen bazı insanların kemikleri aylar sonra Dicle Nehri’nin kıyısına dökülen moloz yığınlarının arasında bulundu.

“Taybet İnan’a yaşatılanlar insanlık adına hepimizi kahretti”

Silopi’de evinin önünde keskin nişancılar tarafından vurulan ve cenazesi 7 gün sokakta kalan Taybet Ana’ın oğlunun hafızamıza kazınan sözleri şöyle: ‘Annem ilk vurulduğunda haber verdiler, koştuk. Biz daha varmadan amcam gitmek istemiş, onu da vurmuşlar. Annem sokağın ortasında kaldı öylece. Önce belli belirsiz kıpırdıyordu, sonra saatler geçtikçe hareketleri azaldı. Annem tam tamına yedi gün sokakta kaldı. Hiçbirimiz uyuyamadık köpekler gelir, kuşlar konar diye. O orada yattı, biz 150 metre ilerisinde öldük.’

Ama Taybet Ananın 7 gün cenazesinin sokakta kalması sadece ailesini öldürmedi, insanlık adına hepimizi kahretti. Yine buzdolabında saklanan Cizreli 13 yaşındaki Cemile’nin hikâyesini Meclis'te anlatmaya çalıştığımızda, iktidar ve muhalefetin önemli bir kesimi ‘kahraman ordumuz teröristlere karşı savaşıyor’ diyorlar. İşte terörist diye yaftalananlardan biri de Cemile'ydi. Cenazesi annesi tarafından derin dondurucuda korunmak zorunda kaldı. Aynı şekilde Nusaybin, Sur, Silopi, İdil, Silvan ve Dargeçit’te de devlet sokağa çıkma yasakları adı altında her türlü şiddeti Kürt halkının üzerine boca etti.

“İktidar Kürtlere savaş ilan etti”

Siyasi iktidar, Kürtlerin özgürlük mücadelesinde direnişin sembolü olan Nusaybin’e bütün güçlerini yığarak kendi ülkesinin sınırları içerisinde olan bir toprağa ve bu toprakta yaşayan halka adeta savaş ilan etti. Nusaybin ve Dargeçit’te toplam 22 mahallede yasak ilan edildi ve abluka altına alınan Nusaybin’de 1 yıl içerisinde 7 kez sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Bu yasaklarda, evinin merdivenlerinden inerken keskin nişancıların hedefi olan Selamet Yeşilmen ve 21 sivil yurttaşımız, masum insanımız yaşamını yitirmiştir. Yine Silopi’de en az 29 sivil yurttaş yaşamını yitirmiştir. Kürt kadın siyasetçiler de birçok yerde olduğu gibi Silopi’de de hedef alındı. Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar ve Selamet Yeşilmen... Parti Meclis Üyemiz Mehmet Yavuzer, Mehmet Tunç, Orhan Tunç, Asya Yüksel katledilmiştir. Katledilen siyasetçilerimiz bir de iktidar tarafından terörist ilan edilmiştir. Bir yandan katliamlar yapılırken diğer yandan katledilenlerin aileleri de farklı şekillerde cezalandırılmıştır.

“Halk zorunlu göçe tabi tutuldu”

Kürt düşmanı politikalar bir yandan can alırken diğer yandan halkın yaşam alanları yakılıp yıkılmış, evleri kurşunlanmış ve halk zorunlu göçe tabii tutulmuştur. Bu anlamda UNESCO kültür mirası listesinde olan Sur’da bugün kentsel dönüşüm adı altında kent kırımına, tarih ve hafıza kırımına uğratılmıştır. Yerle bir edilen Sur'da hafriyat kamyonlarının içinden insan kemikleri çıkmıştır. Ablukalarda yaşamını yitirenlerin aileleri günlerce cenazelerine ulaşamamıştır. Onlarca cenaze ailelerden habersiz kimsesizler mezarlıklarına defnedilmiştir. Yine onlarca cenaze DNA örnekleri bahane edilerek aylarca morglarda bekletilmiş ailelerin acıları körüklenmiştir.

“Aileler çocuklarının cenazelerini günlerce alamadılar”

Nitekim Sur‘da 16 yaşında katledilen Rozerin Çukur ’un ailesi ve daha nice aile, günlerce çocuklarının cenazesini alamamıştır. Rozerin Çukur’un babası Mustafa Çukur’a ‘Kızımı keskin nişancılar vurdu. Böyle giderse Türkiye Suriye gibi olur’ dediği için hapis cezası verilmiştir. Bütün bunlar hala hafızamızda tazeliğini korumaktadır. Ve yine halen Cizre’de 14 kişinin cenazesi ailelerine verilmemiştir. Tüm bunlar yaşanırken fetih anlayışı ile hareket eden iktidara bağlı JÖH-PÖH, Esedullah Timi adı ile hareket eden kolluk güçleri tarafından duvarlara yazılan cinsiyetçi, ırkçı, faşist söylemler bir kenti, bir halkı, bir tarihi, bir dili, bir kimliği yok etme politikalarının adeta imzası olmuştur.

“Bunlar insanlık tarihine utanç vesikası olarak eklenmiştir”

Kent yıkımları ve bodrumlarda yakılan insanlar, günlerce sokaklarda bekletilen cenazeler, ibadetini yaparken vurulan yaşlılar, sokakta oynarken vurulan çocuklar, hastaneye götürülemediği için kan kaybından ölen yaralılar, ailelerin evlatlarının cenazelerini morg yerine derin donduruculara bırakmak zorunda kalmaları ve daha nice vahşet insanlık tarihinin çetelesine bir utanç vesikası olarak eklenmiştir. Bu süreçte evlatlarımızın parçalanmış bedenleri ile birlikte toplumsal barış da parçalanmıştır.

“177 kişi bodrumlarda yakılarak katledildi”

İnsanlık suçu işleyen siyasi iktidar ve kolluk güçleri hiçbir şekilde yargılanmazken, ablukaya alınan kentlerde yüzlerce kişi tutuklanarak ağır cezalarla yargılanmış ve ağır cezalara çarptırılmıştır. Cizre’de yaşanan sokağa çıkma yasak süreçleri ile ilgili olarak Orhan Tunç yaralandığında ambulansın geçişi için AİHM’e 19 Ocak 2016 senesinde başvuru yapılmış ve mahkeme tarafından tedbir kararı verilmiştir. Ne var ki tedbir kararına uyulmamış ve Orhan Tunç diğer 176 kişi vahşet bodrumlarında yakılarak katledilmiştir. Eğer o gün Türkiye tedbir kararına uygun hareket etseydi bugün Tunç halen yaşıyor olabilirdi. Yine Nusaybin’de tutuklanan 17’si çocuk 70 kişi hakkında açılan dava duruşmalarında çok sayıda kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilmiştir.

“Venedik Komisyonunun raporu ablukaların yasa dışı olduğunu teyit etti”

Avrupa Konseyi’nin Venedik Komisyonu tarafından 13 Haziran 2016 tarihinde yayınlanan sokağa çıkma yasaklarının hukuki boyutu ile ilgili raporda ciddi insan hakkı ihlalleri yaşandığı, temel insan haklarının askıya alındığı ve esasen ilan edilen sokağa çıkma yasaklarının yasal dayanağının olmadığı ifade edilmektedir. Bizler de HDP olarak, sokağa çıkma yasak kararlarının 5442 sayılı İl İdaresi Kanunu’nun 11/c maddesi uyarınca valiliklerce alınmasında bir ihlal niteliği olduğunu ve iç hukuka da aykırı olduğunu her zaman ifade etmiştik. Bu rapor söylediklerimizi teyit etmiştir. Ayrıca 10 Mart 2017 tarihinde BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri Zeid Raad El Hüseyin başkanlığındaki komisyon tarafından hazırlanan raporda 18 ay devam eden operasyonlar sırasında aralarında ‘800 güvenlik görevlisinin de bulunduğu 2 bine yakın kişinin hayatını kaybettiği, ciddi insan hakları ihlalleri’ yaşandığı belirtilmiştir.

“Abluka kayyımla birlikte Türkiye’nin tümüne yayıldı”

Kürt kentlerinde başlatılan abluka süreci şu an tüm Türkiye sathına kayyım rejimiyle yayılmıştır. Batılı kurumların insan hakları ihlalleri karşısında sessizliği de eklenince, siyasi iktidar için Kürt kentlerindeki ablukalar laboratuvar işlevi görmüş, burada pervasızlaşan AKP iktidarı kurduğu milliyetçi ve faşist ittifaklar ile tüm Türkiye’yi bir anlamda ablukaya alarak diktatöryel bir yönetimi kurumlaştırmaya çalışmıştır. Bugün yaşadığımız ekonomik krizin temellerinin o süreçte atıldığını özel olarak belirtmek isteriz.

“Mücadeleyi her yerde yükselteceğiz”

Bir kere daha söylüyoruz ki; iktidar ve muhalefeti ile Türk siyasetinin Kürtlere bu vahşeti uygulayan ve daha sonra darbeci olan sorumluları nasıl sahiplenip kutsadığını da asla unutmayacağız. Ablukalar boyunca, ifade ettiğimiz ağır insanlık suçları işlenmiştir ve bizler bu suçların bir kısmına tanıklık ettik. Taybet İnan, Sêvê Demir, Pakize Nayır, Fatma Uyar, Mehmet Tunç, Asya Yüksel, Cemile Çağırga ve Rozerin Çukur şahsında ablukalarda yaşamını yitiren tüm yurttaşlarımızı buradan bir kez daha anıyoruz. Bu suçların hesabı elbet bir gün siyaset ve uluslararası hukuk nezdinde sorulacaktır. Bunun mücadelesini HDP olarak hayatını yitirenlerin aileleriyle birlikte her yerde yükselteceğiz.”