Ayşe Acar Başaran: Fezlekeler ile algı oluşturmaya çalışıyorlar

Son süreçte HDP’li vekiller hakkında dokunulmazlığın kaldırılması talebi ile açılan fezlekelerin ardı arkası kesilmiyor. Bir siyasetçi olarak yaptıkları bütün siyasi çalışmaların fezleke konusu yapıldığını söyleyen HDP’li vekil Ayşe Acar Başaran, “Türlü gerekçeler ile haklarımızda fezleke hazırlanarak bir taraftan hem yargı bir sopa olarak kullanılıyor hem de toplumda bize karşı bir algı oluşturulmak isteniyor. Bu son süreçte özellikle bu fezlekelerin hızlandırılmış olması tam da bu algıyı beslemek için yaratılan bir ortamdır” dedi.

 
MEDİNE MAMEDOĞLU 
Amed - Dokunulmazlıkların kaldırılması talebi ile Halkların Demokratik Partisi (HDP) milletvekillerine açılan ve meclise gönderilen fezlekelerin sayısı gün geçtikçe artıyor. Katıldıkları yürüyüşten yaptıkları paylaşımlara kadar attıkları her adımın fezleke konusu olduğu HDP’li vekiller, açılan fezlekelerin çoğunu basından öğreniyor. Kendileri hakkında açılan fezlekelerin kendilerine 2016 sürecini hatırlattığını söyleyen HDP Batman Milletvekilli Ayşe Acar Başaran, son süreçte kendisi ve partisinin diğer vekilleri hakkında açılan fezlekeleri ajansımıza değerlendirdi. 
“Fezlekelerin tek ortak yanı yaptığımız siyaset” 
Katıldıkları demokratik eylem ya da yaptıkları konuşmalar nedeniyle haklarında fezleke açıldığını söyleyen Başaran, fezlekelerde bir siyasetçinin yapmış olduğu şeylerin suç olarak gösterildiğini ifade etti. Bu fezlekelerin kendilerine 2016 yılında dokunulmazlığın kaldırılması için hızlıca çıkarılan fezlekeleri hatırlattığını belirten Başaran, “Detaylı olarak bilgisini paylaşamıyoruz ama hepsinin ortak özelliği katıldığımız demokratik eylem, etkinlikler ve yaptığımız konuşmalar. Hatırlarsanız 2016 yılında da dokunulmazlıkların kaldırılması ile bu fezlekeler bir anda gündeme geldi. O süreçte meclise onlarca fezleke gelmişti. Bütün savcılıklara bir merkezden bir talimat verilmiş gibi fezlekeler hazırlamıştı” diye konuştu. 
“Dokunulmazlık güvencesi bizlere karşı yok sayılıyor” 
Fezlekeler ile dokunulmazlıkların yeniden kaldırılmak istendiğine değinen Başaran, milletvekilli olmakla kendilerine verilen dokunulmazlık güvencesinin kendilerine karşı uzun zamandır yok sayıldığını ifade etti. Başaran, dokunulmazlığın ne olduğu ve nasıl işlediğine dair şunları söyledi: “Tabi dokunulmazlık meselesi varlığı çok tartışılan bir mesele. Dokunulmazlık, en sert eleştiriyi yapma ve bunu yaparken bunun karşısında yargı tehdidi ile karşı karşıya kalmaması için vekillere tanınan bir haktır. Bu dışında özellikle gücü elinde bulunduranın yargıyı araçsallaştırarak muhalefeti susturma, sindirme ya da siyaset yapmasını engelleme pratiklerine karşı bir güvencedir. Türkiye’de uzun bir süredir partimize karşı bu güvence yok sayılıyor. Türlü gerekçeler ile haklarımızda fezleke hazırlanarak bir taraftan hem yargı bir sopa olarak kullanılıyor hem de toplumda bize karşı bir algı oluşturulmak isteniyor. Bu son süreçte özellikle bu fezlekelerin hızlandırılmış olması tam da bu algıyı beslemek için yaratılan bir ortam.” 
“Partimize dönük algı oluşturulmaya çalışılıyor” 
Partileri ve kendilerini siyasetten uzaklaştırıp, pasifleştirmek için haklarında bu tarz fezlekelerin açıldığını belirten Başaran, kendilerine çok yapılmak istenen kumpasların ortada olduğunu söyledi. Kendisi hakkında açılan fezlekelerin çoğunu kendisine tebliğ edilmeden önce ana akım medyadan öğrendiğini Başaran, “Flaş haberler ile fezlekelerimiz basına düşürülüyor. Ben hakkımda açılan soruşturmaları neredeyse tümünü basın üzerinden öğrendim. Savcılıklar hazırladıkları fezlekeleri iktidarın talimatıyla tebliğini de basın yoluyla yapıyorlar. Yine en son biliyorsunuz eş genel başkanımız ve vekilimiz Dilan Dirayet Taşdemir içişleri bakanı tarafından hedef gösterildi. Günlerce bunun alt yapısı oluşturulup, toplumda tartışması yürütüldü. En nihayetinde bu iftira üzerinden bir soruşturma başlatıldı. Bunların bir kumpas olduğunu çok iyi biliyoruz” dedi. 
“Yargı kendisinden olmayana ceza yağdırıyor” 
Yaşananları, “Ülkede bütün demokratik hak ve özgürlükler askıya alınmış durumda” cümlesi ile özetleyen Başaran, “Ülkede en ufak bir muhalif tepki gösteren, ses çıkaran kendini hâkim karşısında buluyor. Ülkede kadınlar, farklı renkten bütün kesimler her alanda büyük bir saldırı ve baskı altında” sözlerini kullandı. Türkiye’de var olan anayasanın bile uygulanmadığı günlerden geçtiklerine dikkat çeken Başaran, “Hukuk mekanizmalarına gittiğinizde de egemenin dışında onun yanında değilseniz mahkemelerin yaklaşımı çok farklı oluyor. Kadınlar katledildiklerinde bile suçlu olarak kabul ediliyorken erkekler giydikleri takım elbiselerle cezasızlık politikasıyla ödüllendiriliyor. Leyla Güven, Gültan Kışanak ya da Sabahat Tuncel gibi kadın mücadelesi yürüten arkadaşlarımız ceza ve yargı sopasıyla sindirilmeye çalışılıyor. Bu konuda uluslararası sözleşmeler de yok sayılıyor. İktidar bu konuda AİHM kararlarını bile tanımıyor. Ülkenin hukuk ve adalet konusunda ki pratiklerine bunlar gibi onlarca örnek verebiliriz” şeklinde konuştu. 
“Türkiye’de cezaevlerine bakarak var olan demokrasiyi görebiliriz” 
Vekillerin yanı sıra kadın mücadelesi, insan hakları mücadelesi yürüten birçok tutuklunun ses çıkardığı ve var olan sistemi kabul etmediği için cezaevinde olduğunu ifade eden Başaran, Türkiye’de ki demokratik süreci anlamanın en iyi yolunun cezaevlerine bakmak olduğunu söyledi. “İktidarın demokratikleşme gibi bir adımı olsaydı aynı gün içerisinde birçok yere saldırılar yapmazdı” cümlesini kullanan Başaran, konuşmasının devamında şunları dile getirdi: “Türkiye’nin demokratik olup olmadığını en net şekilde cezaevlerinden görebiliriz. Bugün Türkiye cezaevlerin de binlerce siyaseti tutsak var. Bu tutsaklar çok kötü ve insanlık dışı koşullarda tutuluyorlar. Bu nedenle politik tutsaklar yüz günü aşkındır cezaevlerinde açlık grevindeler. Temel bazı taleplerde bulunuyorlar. Bu grevin başlamış olması bile ülkenin demokrasi açısından ne durumda olduğunun göstergesidir. İktidarın anayasayı uygulaması için cezaevlerinde bugün açlık grevi var. 100 günü aşkındır bedenlerini açlığa yatırdılar ve belki Türkiye’de ki demokrasinin en temel göstergesi bugün cezaevleridir. Türkiye’de her konuda olduğu gibi bu konuda da kendi anayasasına uymayan bir yaklaşım sergiliyor.”