Çiğdem Kılıçgün Uçar: HEDEP yeni yaşam paradigmasını gerçekleştirecek
Yeşil Sol Parti, 15 Ekim’de gerçekleştirdiği kongrede HEDEP ismiyle devam etme kararı aldı. Değişimin salt isimle olmayacağı verilen mesajlarla ortaya konulurken, Milletvekili Çiğdem Kılıçgün Uçar, “HEDEP yeni yaşam paradigmasını gerçekleştirecek” dedi.
SERPİL SAVUMLU
Haber Merkezi- Türkiye’de emek ve demokrasi güçleri, farklı inanç ve ezilen halkların bir araya gelerek 3’üncü Yol olarak oluşturduğu Halkların Demokratik Partisi (HDP), kapatma davasına karşı bileşeni olan Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol Parti) ile 14 Mayıs Genel Seçimleri’ne katıldı. HDP’nin yıllarca elde ettiği deneyimi aktardığı Yeşil Sol Parti, yeniden yapılanma sürecinin ardından 15 Ekim’de büyük kongresini gerçekleştirdi. Yeşil Sol Parti kongrede, isim ve tüzük değişikliğine gitti. Kongre ile partinin yeni adı Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP) olarak belirlendi. Bu yeni adım ile geçmişteki tüm deneyimler ve seçimlerin ardından başlatılan eleştiri- özeleştiri süreciyle birlikte HEDEP’in yeni yol haritası da netleşmiş oldu.
Mayıs ayından bu yana tabandan tavana tüm birimleriyle yeni yol haritasını tartışan ve bu konuda adımlar atan partililer, kongrede yeni dönem stratejilerini duyurdu. Muhalefetin öncüsü olarak politik iklimi halkların, toplumun, emekçilerin, kadınların beklentileri yönünde değiştirmek, sürecin mücadele dinamiklerini büyütmek, ortaklaştırmak ve yeni dönemin belirleyici dinamiği olma iddiasında bulunan HEDEP’in ajandasında öncelikli olarak İmralı Adası’nda derinleştirilen tecride karşı Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğünün sağlanması ve Kürt sorununda demokratik çözümü sağlayacak siyaset üstü toplumsal bir ittifak yer alıyor.
Kürt sorunun çözümü tüm Ortadoğu’nun ihtiyacı
Özellikle yeni dönem stratejisini belirlerken Kürt sorununun çözümüne dair başlıkları öne çıkaran HEDEP, Kürt sorununun demokratik çözümü gerçekleşmeden, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve hatta tüm Ortadoğu halklarının barış içinde yaşamasının söz konusu olamayacağını belirtiyor. Türkiye tarafından Rojava’ya yapılan saldırılar, İsrail’in Gazze’yi bombalaması topyekûn Ortadoğu’da yaşananların çözümü Kürt meselesinin çözümü olarak gösteriliyor. Ortadoğu’da halkların kalıcı barış içinde yaşamasının reçetesinin Rojava’da Demokratik Ulus Sistemi ile yazıldığı kaydediliyor.
‘Sorun rejime karakterini veriyor’
Türkiye ve Ortadoğu’da yaşananlar, yeni dönem stratejisi ile İmralı tecridinin sonlandırılması, Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü ve Rojava’nın statüsünün tanınması konusunu HEDEP İstanbul Milletvekili Çiğdem Kılıçgün Uçar ile konuştuk. Kürt sorununu Türkiye’nin en başat sorunu olarak tanımlayan Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Sadece güncelliği ile değil tarihsel olarak da belirleyen bir yerde duruyor. Türkiye’deki sistemin yüzüncü yılını geride bıraktığımız ve yeni bir yüzyılı karşıladığımız bu atmosferde AKP-MHP iktidarı, bu ülkeye ve halklarına hiçbir gelecek vadetmeyen tekçiliği daha da derinleştirerek girmeyi elindeki bütün mekanizmalarla dayatıyor. Ülkede hakim kılınan ekonomik krizi, hukuksuzluğu, adaletsizliği, milliyetçiliği, tüm yaşamımıza sirayet eden şiddeti; devletin Kürt sorununa yaklaşımından ayrı ele alamayız. Kürt sorununda çözümsüzlük demek aynı zamanda savaş demek. Bugün ülkeyi yönetmeye çalışanların esas aldığı ekonomi politika bir savaş ekonomisi. Bu ülkede yaşayan herkesin sofrasından eksilen ekmek, maaşından eksilen pay, peş peşe gelen zamlar tam da savaş ekonomisinin hakim kılınması ile ilgili. Bu ekonomi sadece Kürtleri değil bütün halkları geleceksiz ve umutsuz bırakıyor” şeklinde konuştu.
‘Toplumla tek ilişkisi şiddet olan bir iktidar’
Kürdistan’da özel savaş politikalarının derinleştiğini belirten Çiğdem Kılıçgün Uçar, Kürt meselesinin aynı zamanda ülkede yaşanan şiddete de kaynaklık ettiğine işaret ediyor. Türkiye’de en ufak demokratik talebin kriminalize edilmesi ile bu tespitini teyit ediyor. “AKP/ MHP iktidarına dönük her eleştiri ve itiraz gözaltı ve mahkumiyetle sonuçlanıyor. Ülke neredeyse vatandaşlık bağını AKP’li olmak üzerinden tarifliyor. Değilsen suçlusun, tehlikelisin deniyor. Toplumla tek ilişkisi şiddet olan bir iktidar, daha da muktedir olmanın yollarını zorlamaya devam ediyor. Kürt sorununun çözülmesi demek aynı zamanda devletin geride bıraktığı yüz yılın muhasebesini yapması demek, halkların, emekçilerin, kadınların, inançların bu ülkede yaşamak zorunda bırakıldığı, sömürü ile, inkar ile, asimilasyon ile, katliamlar ile yüzleşmesi demek. Ulus devletin yarattığı tüm krizleri kabul etmek demek” diyen Çiğdem Kılıçgün Uçar, devlet aklı ve onun yürütücüsü olan iktidarın böylesi bir sürecin onların varlık sebebini, meşruluğunu ortadan kaldıracağını çok iyi bildiğini belirtiyor. Çiğdem Kılıçgün Uçar, tam da bu sebeplerden Kürt sorununun çözümünde sorumluluk almak yerine, savaş ekonomisi ile bir avuç sermayedarı ve kendi iktidarını büyütmeyi, askeri birikimle savaşı zorunlu kılmayı, kendi bekası için savaşı olağanlaştırmayı ve yaygınlaştırmayı tercih ettiğini söyledi.
‘Çözümün mümkün olabileceğini gördük’
Türkiye’de 2013-2015 yılları arasında yaşanan çözüm ve müzakere sürecine değinen Çiğdem Kılıçgün Uçar, bu sürecin bugüne bıraktığı önemli tespitler ve sorumlulukların olduğu görüşünde. Çiğdem Kılıçgün Uçar, konuya dair şunları söyledi:
“Öncelikli olarak ötelenen, yok sayılan Kürt sorununda demokratik bir çözümün mümkün olabileceğini ve ülkede yaşayan halkların barıştan yana tavır aldığını hep birlikte deneyimledik. Toplumsal şiddetin azaldığı, herkesin kendi kimliği, inancı ile kabul edildiği, ekonomik olarak refahın arttığı ve ölümlerin yaşanmadığı önemli bir süreçti. Bu sürecin önemli bir aktörü olan ve ortak yaşam iradesinin gerçekleşmesine ciddi katkılar sağlayan çözüm önerileri olan Sayın Öcalan şimdi mutlak bir tecrit altında. Bugünden baktığımızda tüm Ortadoğu içim çözüm perspektifi olan Sayın Öcalan’ın tecrit altında tutulması, barış imkanı varken savaşı tercih etmek demektir.”
‘Tecrit öncelikli mücadele’
Tecridin sadece İmralı Cezaevi’nde uygulanmadığına dikkat çeken Çiğdem Kılıçgün Uçar, bu politikanın tüm topluma ve politikalara sirayet ettiğini özellikle vurguladı. Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Her yerde karşı karşıya olduğumuz şiddet ve saldırı bir rejim haline getirilmiş durumda. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan, uluslararası hukuku da çiğneyen bu uygulama, insanlık suçu aynı zamanda. Bakın; hukukun en derin hiçleştirildiği, yok sayıldığı yeri görmeden bir adalet ve hukuk mücadelesi verilemez. İmralı’da uygulanan AKP’nin keyfi hukuku, hukuksuzluğu kendine yeni alanlar açtı ve açmaya devam ediyor. Cumartesi Anneleri’nin AYM kararına rağmen yaşadığı şiddet, emekçilerin haklı mücadelesinin yaşadığı şiddet ve abluka, kadınların, gençlerin, ekoloji mücadelesinin karşı karşıya kaldığı abluka bu derin hukuksuzluğun devamı ve aynı zamanda bir parçasıdır. Bu bilginin kendisi bile tecride karşı mücadelenin tüm demokratik mücadele alanlarının ve demokratik kamuoyunun öncelikli mücadelesi olarak tarifliyor” dedi.
‘Meclis sorumluluk almalıdır’
Son dönemde ve elbette öncesinde de tecrit politikalarının son bulması ve Kürt sorununun çözümü ile ilgili Meclis adres gösteriliyor. Ancak Meclis, Kürt sorunun inkarının kurumsallaştığı yerlerden biri. Çiğdem Kılıçgün Uçar, bununla ilgili olarak ise şöyle konuştu:
“Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulurken öncesinde gerçekleşen kongreler özellikle Erzurum ve Sivas kongreleri Kürtlerin katılımı ve desteği ile yaşam bulmuştur. İlk meclisi temsil eden Heyeti Temsiliye Erzurum Kongresi’nde karar altına alınmış ve bugünün meclisinin ilk adımı olmuştur. Yani Kürtlerin kurucusu olduğu bir meclis. Buradan baktığımızda şimdi yaşanan inkar aslında kurucu döneminde inkarı demektir. Bugün her ne kadar Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile işlevsiz bırakılan ve AKP’nin sayısal çokluğuyla teslim edilmiş olan bir Meclis pozisyonunda olsa bile bu konuda sorumluluk alabilir ve almalıdır. Meclis temsiliyeti ki aynı zamanda halkın temsiliyetidir ve bu kadar yakıcı olan bir sorunu ne iktidarın ne de güvenlikçi politikaların tekeline bırakmamalıdır. Biz bu anlamda Meclis’te bulunan bütün siyasi partilere hem sorumluluklarını hatırlatmaya ve sorumluluk almaya zorlamaya devam edeceğiz.”
‘Çözümde en önemli muhatap Öcalan’dır’
HEDEP’in öncesinde olduğu gibi sonrasında da mücadeleye devam edeceklerini belirten Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Bu mücadelenin toplumsallaşmasının emeğinde olmaya devam edeceğiz. Kürt sorunun çözümünde Meclis dışında tüm toplumsal kesimlerin, akil insanlar heyetinin, STK’lerin, aydın ve yazarların, ortak yaşam iradesini en güçlü savunan ve hayata geçiren kadınların oynayacağı rol elbette ki Meclis kadar kıymetlidir. Çünkü savaşın acısı artık kimseyi teğet geçmiyor. Çözüm konusunda ‘imkan verilirse bir haftada silahları sustururum’ diyen ve tek çözüm perspektifi olan Sayın Öcalan Kürt sorununun çözümünde en önemli muhataptır. Bu sebeple Sayın Öcalan’ın fiziki özgürlüğü demokratik bir barış ve dolayısıyla demokratik bir ülke için önemli bir şanstır, gereklidir” diye ifade etti.
‘Bu iktidar ahlaktan ve hukuktan bahsedecek en son yerdir’
Ekim ayından bu yana Türkiye, Kuzey ve Doğu Suriye’ye saldırıyor. Diğer yandan İsrail, Filistin topraklarında son yılların en büyük kıyımını gerçekleştiriyor. Son dönemde dünyanın gözleri önünde ve sessizliğinde yaşanan savaşlar ve katliamların devam ettiğine vurgu yapan Çiğdem Kılıçgün Uçar, bir yandan Rojava bir yandan da İsrail’in Filistin’e saldırıları hakkında konuştu:
“Bir yandan Rojava’ya dönük hava saldırıları ve katliamlar diğer yandan Filistin-İsrail savaşı demokratik bir ortak yaşamın, eşit ve özgür bir yaşamın ne kadar gerekli olduğunu, acil olduğunu bir kez daha göstermiş oldu. Farklı kimlik ve inançların eşit ve özgür ortak yaşamını, tüm saldırılara rağmen kuran ve Ulus Devlet Paradigması’na karşı yeni bir sisteme kapı aralayan ve imkanlarını sunan Rojava sadece bir coğrafya değildir. Aynı zamanda sistemin dayattıklarına karşı kendi değerlerimizle var olabilmenin, bir arada yaşayabilmenin adıdır. Bütün kuşatmalara rağmen direnmenin, kazanmanın, başarmanın adıdır Rojava. Türkiye’nin dışişleri bakanının bir savaş suçu niteliği taşıyan çağrısıyla devam eden saldırılarda onlarca insan hayatını kaybetti ve kaybetmeye devam ediyor. Cami bombalamak, oyun oynayan çocuklara, tarlada çalışan karınlara, kendi yaşam düzenlerini sağlayan sivil asayiş görevlilerine, tüm yaşam alanlarına saldırarak başarı hikayesi yazmayan çalışan mevcut iktidar, Filistin’de yaşanan katliamlar için ‘savaş hukukunu ve ahlakını’ hatırlatıyor. Safi Kürt düşmanı politikaları ile ayakta durmaya çalışan ve Kürt halkının bütün kazanımlarına savaş açan bu iktidar ahlaktan ve hukuktan bahsedecek en son yerdir. Ortadoğu’da sürekli sıcak tutulan ve bölge ülkeleri dışında küresel ölçekte hesapları olan bu savaşlara ve katliamlara karşı adil demokratik bir çözümün ısrarcısı ve savunucusu olduk, olmaya devam edeceğiz.”
‘Demokratik bir anayasa hareketi çalışması önceliğimiz’
AKP-MHP iktidarının son dönemde dile getirdiği anayasa çalışmalarıyla ilgili de konuşan Çiğdem Kılıçgün Uçar, “Yeni bir anayasa ülkenin en acil ihtiyaçlarından birisi. Ve bu ihtiyaç mevcut iktidarın tekeline bırakılamayacak kadar hayati. AKP’nin anayasa sicili fazlasıyla kabarık ve anti demokratik. Çoğu zaman da seçim yatırımı ve malzemesi olarak kaldı. Bu siyasi atmosferde, demokratik haklarımızı dahi kullanamadığımız, hukukun, adaletin yerlerde süründüğü bir sürecin mimarı olan AKP’nin hazırlayacağı anayasanın kendisini koruyacak bir anayasa olacağı aşikar gözüküyor. Ama bu durumun kendisi, toplumun ihtiyaç duyduğu demokratik bir anayasa gerçekliğini ve gerekliliğini ortadan kaldırmıyor tam tersine öncelikli bir hale getiriyor” dedi. Çiğdem Kılıçgün Uçar, konuşmasının devamında şu ifadelerde bulundu:
“Kongremizde eşbaşkanlarımızın da ifade ettiği ‘demokratik bir anayasa hareketi’ çalışması önceliklerimiz arasında. Tüm toplumsal kesimlerin yapım sürecine dahil edildiği, bütün kesimlerin görüş ve önerilerinin alındığı, sivil, demokratik ve çoğulcu bir anayasanın ön çalışması olabilecek bir çalışma. Bir demokrasi sorunu olduğu kadar anayasal da bir sorun olan Kürt kimliğini tanımayan bir anayasa demokratik olmayacaktır. Mesela 1921 anayasası bu ülkenin kurucu anayasası ve iki önemli kavram var. Türkiyeli kavramı ve muhtariyet kavramı. Bugün bunları bırakın talep etmeyi kullanmayı bile cezalandıran bir rejim ile karşı karşıyayız. Ancak demokratik bir anayasa mücadelesi ve yapım süreci hem demokratik ortak bir yaşam için hem de demokratik bir ülke için elzemdir.”
‘HEDEP, yeni yaşam paradigmasını gerçekleştirmeye devam edecek’
HEDEP’in çok güçlü bir deneyimi ve mirası devraldığını hatırlatan Çiğdem Kılıçgün Uçar, son olarak, “HEDEP öncelikli olarak demokratik siyasetin her türlü tasfiyesine karşı ‘ben buradayım ve muhalefetin, demokratik mücadelenin öncüsüyüm’ demiş oldu. Halkların, inançların, kadınların, gençlerin, emekçilerin, emeklilerin, çiftçinin, öğrencinin, işsizin…yani demokratik değerlere inanan, eşit ve özgür yaşamın tesisi için mücadele eden herkes ile ve her kesimle yürüyüşünü ortaklaştırarak büyümeye ve yeni yaşam paradigmasını gerçekleştirmeye devam edecek” dedi.