Türkiye, lohusalık depresyonunda dünya ortalamasının çok üstünde
Anneliğin “kutsal” sayılması yüklenen sorumlulukla birleştiğinde kadınları kusursuz olma beklentisini karşılamaya çalışma noktasında baskılıyor. Lohusalık sürecinde anneliğe adapte olmaya çalışan kadınlar; anne, kayınvalide, arkadaş, akraba, komşu tavsiyesi gibi müdahalelerle lohusalık depresyonuna daha kolayca girebiliyor. Dokuz aylık bir sürenin ardından apayrı bir sürece giren anneler, toplum tarafından dayatılan “annelik” normlarına göre davranmaya çalışıyor.
Haber Merkezi-Kadınlar gebelik dönemi boyunca fizyolojik, anatomik ve hormonal olarak çok etkili bir değişim yaşıyor. Gebelikle birlikte yükselen progesteron ve östrojen düzeyleri annenin hem psikolojik hem de fizyolojik gereksinimlerinde büyük ölçüde hassasiyetler geliştirmesine sebep oluyor. Kadınlar hamilelikleri boyunca hormonal, psikolojik ve fizyolojik olarak çok güçlü değişimlerle karşı karşıya kalıyor. Dokuz ay boyunca yaşadığı bu sürecin sonunda ise altı hafta süren lohusalık dönemine giriyorlar. Kimi kadınlar bu süreci sorunsuz atlatabilirken kimileri ise sorunlu bir lohusalık dönemi geçirebiliyorlar. Kadınlar yaşadığı duygu çöküşleriyle lohusa depresyonu ya da lohusa sendromu yaşayabiliyorlar.
Lohusalık ve dönemleri
Lohusalık döneminde kadının organları ve sistemleri doğum öncesi haline dönmeye başlar. Yani bu dönem kadının hamilelik döneminde yaşadığı fizyolojik değişikliklerin düzeldiği bir dönemdir. Lohusalık üç döneme ayrılır. Bu dönemler; çok erken lohusalık, erken lohusalık ve geç lohusalıktır. Çok erken lohusalık, doğumdan sonraki 24 saat olarak, erken lohusalık doğumdan sonraki bir hafta, geç lohusalık ise kalan beş hafta olarak adlandırılır.
Lohusalıkta kadınlar nelere dikkat etmeli?
Lohusalık dönemi bittikten sonra kadının üreme organları normale dönüyor. Bu dönemde kadınlar bol bol dinlenmeli, dengeli beslenmeli ve moralini yüksek tutmalıdır. Bu dönemde giydiklerine de dikkat etmeleri gerekiyor. Sert kumaşlı giysilerden ziyade daha yumuşak penye kumaşların kullanılması, doğum sırasında atılan dikişler var ise zarar vermesini engeller.
Bir kadın, anne olmanın sorumluluğunu üstlendiği an omuzlarında büyük bir sorumluluk hissedebilir. Haksız da değil elbette. Bunun yanında içinde bulunduğu sürecin psikolojik etkisi, doğum sonrası fizyoloji, adaptasyon sürecini iyice güçleştiriyor. İşte bu noktada babalara ciddi görevler düşüyor. Anneye destek olmak, bebeğinin yaşamına dâhil olmak gibi… Dünya geneline bakıldığında yeni annelerin %85’i lohusalık hüznü, %15’i ise lohusalık depresyonu yaşıyor. Eş ile değişen dinamikler, emzirme problemlerinin yanında aileden gelen yaklaşımlar da şayet destekleyici değilse hüznü tetikliyor. Kadın için alışılması zor bir süreç. Çünkü kadın, anne olduğu an, yaşantısının eskiye dönmeyecek bir biçimde kökten değişeceğini düşünüyor. Anne bu dönemde kendisine yabancılaştığı bir depresyon sürecine geçiş yapabiliyor. Hayata gözlerini yeni açan bebeğin yanı sıra, kadında yepyeni dinamikleri olan bir döneme giriyor. Emzirmek, bir bebeğin fizyolojik, anatomik ve zihinsel gelişim ihtiyaçlarını sağladığı gibi, aynı zamanda güven ve sevgi ihtiyacını da sağlar. Bu yüzden yeni doğan bir bebek, sık emzirilmelidir. Emzirmek yalnız bebeğin sağlığı açısından değil annenin sağlığı açısından da büyük yarar sağlar. Bilhassa doğumdan sonraki ilk altı hafta, annenin rahminin doğumdan önceki durumuna dönebilmesi için çeşitli hormonal dalgalanmaların yaşandığı, son derece hassas bir süreçtir. Emzirmek, anne vücudunda oksitosin hormonun yükselmesine sebep olur; bu hormon hem annenin bebeğine duyduğu bağlılığı hem de süt üretimini sağlar. Üstelik, oksitosin hormonu, rahim kasılmalarını artırır; doğum sonrası yaşanan kan kaybını azaltır. Kadının periferik kan damarlarının genişlemesi ile birlikte meme sıcaklığı artar ve bebeğin ihtiyaç duyduğu ısı elde edilir.
Anne destekten mahrum bırakılmamalı
Türkiye’de, geleneksel olarak bebeğe karşı çok korumacı bir yaklaşım var, ayrıca bazen bu yaklaşım anneye kendisinin gözden çıkarıldığını hissettirecek kadar ileri bir boyutta olabiliyor. Halbuki, hamilelik boyunca el üstünde tutulan kadın, anne olduğu andan itibaren kendisine yoğunlaşan ilginin tamamının bebeğe kaydığını görüyor. Bu durum anneyi daha da yalnız hissettirebilir. Öyle ki, kendisinin de bütün ilgisi bebeğin üzerinde yoğunlaşmış durumda. Böylesi hassas bir dönemde anne çevresinin desteğinden mahrum bırakılmamalı. Dünya Anne Sağlığı İndeksine göre, Türkiye 179 ülke arasında 65. sırada. Lohusalık depresyonu konusunda da ne yazık ki dünya ortalamasının çok üstünde yer alıyoruz. Dünyada kadınların lohusalık depresyonuna yakalanma oranı %15 iken Türkiye’de bu oran %40’lara kadar yükseliyor.
Kadınlar, dayatılan “annelik” normlarına göre davranmaya çalışıyor
Türkiye’de kutsallığı sorgusuz sualsiz kabul edilen annelik normları ve bu kutsiyet de anneliğin verdiği sorumlulukla birleştiğinde, anneleri kusursuz olma beklentisini karşılamaya çalışma noktasında baskılıyor. Bu sürece adapte olmaya çalışan kadınlar; anne, kayınvalide, arkadaş, akraba, komşu tavsiyesi ya da müdahalesi gibi etmenlerle lohusalık depresyonuna daha kolayca girebiliyor. Dokuz aylık bir sürenin ardından apayrı bir sürece giren anneler, toplum tarafından dayatılan “annelik” normlarına göre davranmaya çalışıyor. Çok fazla sınırlama içeren ve “kutsallık” üzerine kurulu olan bu normlar, anneyi sosyal yaşamın dışına itebiliyor. Anne sadece bebeği için yaşayan, varlığını ve kadınlığını yok sayan bir yere yerleştiriyor. Anneliğin ilk zamanlarında annenin desteklenmesi son derece önem taşır. Anne için süreci kolaylaştırır ve daha sağlıklı geçmesini sağlar. Ayrıca, kent hayatı içerisinde anne olan kadınların, kırsal alanda yaşayan kadınlara oranla daha ciddi bir yalnızlık duygusu yaşadıkları gözleniyor. Bunun en önemli sebebi ise; kent hayatının aile içi yardımlaşmalara kısıtlı imkânlar tanıyor olması olarak gösteriliyor. Bir de aile içi nüfus az ise, bu yardımlaşmanın olanakları daha da sınırlı olabiliyor. Bu sebeple, özellikle kent yaşamı içerisindeki anneyi destekleyebilecek en önemli kişi babadır. Babanın doğumdan sonraki süreçte anne ile sorumluluğu paylaşması gerekir. Babanın olabildiğince hem ruhsal hem de fiziki olarak annenin yanında olması önemlidir.