‘Yüzümü Aynada Bıraktım’ kitabıyla Gazzeli kadınların sesi oldu

Gazze’de savaşın gölgesinde yazan Fidaa Ebu Meryem, yaşadığı acıları ve direnişi ‘Yüzümü Aynada Bıraktım’ kitabıyla anlatıyor. Fidaa kadınların sesi olarak hayatın zorluklarını içerden paylaşıyor ve Filistin edebiyatının dünyaya açılmasına katkı sağlıyor.

RAFIF ESLEEM

Gazze – Yazar Fidaa Ebu Meryem, tarihin erkekler tarafından yazıldığını ve haberlerin de çoğunlukla çeşitli medya kuruluşları ile ülkelerin politikalarına göre şekillendiğini vurguluyor. Fidaa Ebu Meryem için yazmak, yaşadığı acıları satırlara dökmek değil sadece, sanki her birini belgeleyen bir tanıklığı elinde tutmak gibi. Fidaa Ebu Meryem’in aklında sürekli dönen bu düşünceler, yeni bir edebi eser için hazırlanmış tam bir plan değil, günlük yaşama dair sorgulamalardı. Gazze Şeridi’nde iki yıldır süren savaşın ağırlığı altında yaşayan bir Filistinli kadın olarak, yaşadığı zorlukları dijital medya platformu Facebook’ta paylaşıyordu. Bir buçuk yıl sonra, bu paylaşımlarını “Yüzümü Aynada Bıraktım” adlı kitabında bir araya getirdi.

Savaşın gölgesinde yazıyor

Saldırılardan önce Fidaa Ebu Meryem, eğitimci olarak görev yapıyordu. Bugün ise Gazze’de yaşayan bir yazar ve blog yazarı. “Yüzümü Aynada Bıraktım” adlı kitabının, onun gerçek yazma yolculuğu olduğunu söylüyor. Özellikle kıyıya yakın bir yerde doğmuş biri olarak, insanın kendi yansımasını ilk kez denizde gördüğüne inanıyor. Saldırıyı denizin dalgalarına benzeten Fidaa Ebu Meryem, “Deniz, dalgalarının dans eden hareketiyle iyiyi de kötüyü de siler, kıyının özlemini giderir ama kendi güzelliğini hep korur. Kitabın başlığı, o dönemde yaşadığım saldırıların, ruhumda ve bir kadın olarak üzerimde bıraktığı etkiyi yansıtıyor” diyor. Fidaa Ebu Meryem, yazılarıyla, bu duyguların yanı sıra her şeyi arkasında bırakıp aniden evinden ayrılmak zorunda kalmanın yarattığı sarsıntıyı da anlatmaya çalıştığını belirtiyor.

‘Savaşın bıraktığı olumsuz psikolojik etkiler ancak yazarak aşılabiliyor’

Fidaa Ebu Meryem, “Saldırı sırasında yazmak bir lüks değil. Bıraktığı olumsuz psikolojik etkiler ancak yazarak aşılabiliyor, çünkü yazmak, insanı içinde bulunduğu zor durumdan kurtarabilecek bir tür ilk yardım yöntemidir. Oysa saldırıdan önce yazmak bir ayrıcalıktı; arkadaşlarla yazılarımızı paylaşmak ya da bir arkadaşın yazısına iltifat etmek gibi, daha çok keyfi bir uğraştı. E-posta kutum, özellikle Gazze Şeridi dışındaki arkadaşlarımdan gelen ‘Nasılsın’ sorularıyla dolu. Bu soru dışarıdan bakıldığında çok basit görünebilir ama bana demir bir çekiç gibi ağır geliyor. Ne cevap verebilirim ki? Zaten haberler her şeyi anlatıyor. Bu yükü arkadaşlarıma da taşımak istemediğim için, hissettiklerimi ve yaşadıklarımı anlatmak adına her gün Facebook sayfama bir mesaj bırakmayı tercih ediyorum” ifadelerinde bulunuyor.

Bir sorumluluk olarak yazmak…

Fidaa Ebu Meryem, kendini, durumunu yansıtan günlük bir mesaj yazmaya zorlayarak başlamış. Profesyonel bir yazar olmayı hiç düşünmemiş, ancak daha sonra bölge sakinleri ondan Gazze'de neler olduğunu anlatmasını istemeye başlayınca bu bir sorumluluğa dönüşmüş. Kendisini bir kadın olarak ve kuşatma altındaki ve yaralı şehri çeşitli şekillerde ifade ettiği çeşitli metinler yazarken de aynı bağlamı kullanmış. Fidaa Ebu Meryem, "Tarih erkekler tarafından yazılırken, haberler de çoğunlukla çeşitli medya kuruluşları ile ülkelerin politikalarına göre şekilleniyor. Oysa sanat, acıyı doğrudan yaşayanların sesidir; bu yüzden gerçektir ve özgündür. Yazılar sayesinde elimde artık somut bir kanıt var. Gazzelilerin savaştan önce yaptıkları eserlerin, entelektüel birikimlerinin ve mallarının çalındığını belgeliyorum. Unutmamak için her şeyi tarih, saat, hatta bazen dakika bazında kaydediyorum. Zorla aç bırakılmayı, yiyecekten yoksun bırakılmayı ve gözyaşları içinde isteğim dışında evimden ayrılmayı asla unutmayacağım” sözlerine yer veriyor.

‘Benim söylediklerim anlatılanlardan farklı’

Fidaa Ebu Meryem, kitabının kendisini şu temel soruya yanıt arayan bir model olarak resmettiğini söylüyor:

“Gazze’deki bir kadın saldırıların ortasında nasıl yaşar? Bu soru, okuyucuları başka sorularla da baş başa bırakıyor. Medyanın gösterdiği kadın kimdir? Acıma duygusu uyandıran mı? Yoksa efsanevi bir direnişin simgesi mi? Ben metinlerimde, kendi özgün kimliğime dair anlamlar sundum. Kitabım benim gerçek bir portre oluşturuyor. Tıpkı yazdığım metinlerden biri gibi…Gazze’de yaşamak, hayatta kalma ve ölüm arasında her gün birkaç kez sallanmak demek. Başlangıçla son arasındaki hikâye çoğunlukla bizim kontrolümüzde değil; şans eseri ve istemediğimiz şekilde şekilleniyor. Seçim yapma şansımız neredeyse yok, sadece dar bir hayatta kalma alanında var olmaya çalışıyoruz. Benim söylediklerim, televizyonda röportaj veren ya da haber spikerlerinin anlattığı şeylerden farklı. Onlar Gazze’nin durumunu dışarıdan anlatıyor; ben ise bunu içerden, yaşadığım gerçeklikle paylaşıyorum. Hikâye, kimliktir. Filistinli olmak, anlatılmaya değer bir hikâyen olması demektir. Konuşabilen herkes bir hikâye anlatabilir, ancak büyükannelerimizden ve annelerimizden öğrendiğimiz, anlatının ruhunu oluşturan o derin hikâyeleri ve zengin hayal gücünü kadınlar kadar etkili anlatabilen yoktur. Çünkü tüm kadınlar yazabilir.”

Gazze’ye yönelik saldırılar sonrasında, bu edebi eserin ne gibi bir fayda sağlayabileceği merak konusu oldu. Gazze Şeridi dışındaki arkadaşlarının çeşitli endişelerini gidermesiyle ortaya çıkan kitap, El-Selam Yayınevi tarafından Arapça ve Yunanca olarak yayımlandı. Ayrıca Fidaa Ebu Meryem, Samih el-Kasım, Mahmud Derviş ve birçok Filistinli kadın yazarın eserlerinin çevirilerine katkıda bulunarak Filistin edebiyatının dünyaya tanıtılmasına destek verdi.