Yün, iplik ve iğneyle… Kadının kültür nöbeti

Kadınlar hâlâ yün ipliklerinden sabır, emek ve toplumun derinliklerine kök salmış geleneklerin hikâyelerini dokumaya devam ediyor. Yün işçiliği, Dêrazor bölgesindeki kadınların koruduğu en önemli zanaatlardan biri olarak öne çıkıyor.

ZEYNEB XELÎF

Dêrazor– Dêrazorlu kadınlar, hafızalarında ve ellerinde yaşattıkları geleneklerle yün dokuma mesleğini günümüzde de yaşatıyor. Bu zanaat, hiçbir zaman sadece evlerin duvarları arasında yapılan bir iş olmadı; aksine koyun yününden ve evlerin sıcaklığından örülmüş, köklü bir kimliği ve kadınların sabrını anlatan ve günümüze miras kalan bir ritüel olma niteliği taşıyor.

Toplumun, hafızanın ve yokluğun enkazı üzerinde kendini yeniden inşa ettiği bir dönemde, bu meslek yalnızca sıcaklık sağlamak ya da mevsimlik bir gelir kaynağı olmanın ötesinde; köklere dayanan bir hikâye, köy kadınları arasındaki derin bağı yansıtan, kolektif emeğin ve kültürel mirası korumanın bir simgesi olarak öne çıkıyor.

Bu alanda uzun süredir çalışan Hamde El-Sebîl, yalnızca emek veren biri değil; aynı zamanda öğreten, miras aktaran ve basit araçlarını köklü bir kültürel direnişin sembollerine dönüştüren bir simge haline gelmiş. Koyun kırkımından eğirme, dokuma ve dikişe kadar yün işçiliğinin tüm aşamalarını anlatırken, bu zanaatın nasıl bir aidiyet hikâyesine dönüştüğünü ve köy kadınlarının iplikle ve iğneyle tarihlerini koruyabileceklerinin canlı bir kanıtı oluyor.

İş ve dayanışma mevsimi

Yün yolculuğu ‘kırkım’ mevsimiyle başlar. Koyunların yünü özenle kırkılır ve ileride kullanılmak üzere hazırlanır. Hamde El-Sebîl bu aşamayı iş ve dayanışma mevsimi olarak tanımlıyor ve şöyle diyor: “Köylüler bunun için özel bir sosyal ritüelde bir araya gelir. Kadınlar yiyecek ve içecekleri hazırlar, herkes elindeki koyunları düzenleyerek bugüne katılır. Kırkım mevsimini bayram gibi bekleriz; çünkü o, bizim için çok şey ifade eden iş döngüsünün başlangıcıdır.”

Kırkımdan sonra kadınlar yünü temiz suda yıkayarak toz ve kirden arındırır, ardından tamamen kuruması için güneşe sererler. “Yünü özenle temizleriz, soğuk suda yıkarız, sonra evlerin damlarına veya avlulara sereriz ki güneşin sıcaklığında kurusun. Bu adım çok önemlidir, çünkü nihai ürünün kalitesini belirler,” diyor Hamde El-Sebîl. Yün kuruduktan sonra ise ‘tarama ve kabartma’ aşaması başlar. Bu aşamada kadınlar geleneksel araçlar, taraklar veya demir dişli fırçalar kullanır.”

Örtüler, kilimler ve yastıklar

Hamde El-Sebîl, bu aşamanın sabır ve özen gerektirdiğini belirterek şöyle anlatıyor:“Yün topaklarını ellerimizle ayırıp yumuşatırız, böylece kolayca şekil alır. Yün, bu aşamada iyi taranmadan eğrilmez. Kadınlar bu sırada, yünün hangi ürünlere dönüşeceğini hayal etmeye başlar: örtüler, kilimler veya yastıklar.”

Ardından el eğirme aşaması gelir. Yün, iğ ve çıkrık gibi geleneksel araçlarla ipliğe dönüştürülür, ardından örtüler ve döşemelikler dokunur: “İplikleri tek tek eğiririz, sonra onları sağlam bir kumaş haline dokumaya başlarız. İstersek renkler ve süsler de ekleriz, böylece güzel örtüler üretiriz. Bazıları ipek ipliklerle süslenir, bu süslerin her birinin de bir hikâyesi vardır.”

Dokumadan sonra dikiş süreci başlar. Burada parçalar birleştirilir ve dikilir; battaniye, yastık veya örtü haline getirilir: “Ürünleri dayanıklı iplerle elle dikeriz, kumaşı karelere ya da bölümlere ayırırız. Parçanın düzgün, kullanıma veya hediye etmeye hazır olmasına dikkat ederiz.”

Hamde El-Sebîl, yün işçiliğinin hiçbir zaman bireysel bir iş olmadığını, genellikle kadınlar arasında kolektif bir çalışmaya dönüştüğünü vurguluyor ve şöyle diyor: “Çalışma dönemlerinde komşular ve akrabalar bir araya gelir, yünün ve ipliğin işleneceği her aşama kadınlar arasında paylaşılır. Çalışmanın yanı sıra sohbetler, yemekler ve çay-kahve ikramları bu ortama renk katar. Böylece sevgi ve dostlukla dolu bir atmosfer oluşur. Herkes birbirine yardım eder ve kolektif emeğin sonucunda ortaya güzel bir ürün çıkar.”

Bugüne taşınan miras

Kırsal toplumların büyük değişimler yaşadığı günümüzde, Deyrezor’da yün dokumacılığı paha biçilmez bir mirasın tanığı olarak yaşamaya devam ediyor. Hamde El-Sebîl gibi kadınlar sayesinde bu zanaat hâlâ hayatta, zamana meydan okuyan ipliklerden örülüyor. Onun için yün yalnızca ısınmak için kullanılan bir malzeme değil; aidiyetin ve kimliğin sembolü. El yapımı ürünler, büyükannelerin hikâyelerini anlatıyor, kadınların sabrını ve gayretini somutlaştırıyor diyen El Sebil şöyle devam ediyor; 
“Annemden ve anneannemden öğrendiğim gibi, kızlarıma ve torunlarıma öğretiyorum. Bu zanaatın yok olmasını istemiyorum; o, geçmişimizin ve emekçi kadınlar olarak bizim bir parçamız.”

Dêrazor’daki yün işçiliği, köklerin derinliğini ve aidiyetin samimiyetini yansıtan bir tanık. Bu yalnızca yok olmaya direnen bir el emeği değil; kolektif belleği koruma eylemi, sabır, emek ve vefadan örülü bir hikâye. Yorganların iplikleri, döşemelerin dokuması arasında, Hamde El-Sebîl gibi kadınlar kitaplara geçmeyen bir tarihi anlatıyor. Ellerle ve güneş altında dokunan, kızlara ve oğullara sevgi ve onur gibi öğretilen bir tarih. Her dikiş, mirasını koruyan bir kadının sesi oluyor ve kuşaklara şöyle diyor: “Biz burada doğduk; burada geçmişin yününden geleceğin sıcaklığını dokuyoruz.”