Hikayeleri ile toplumsal farkındalık yaratmaya çalışıyor

Yasa maddelerini dönüştürdüğü günlük dille kadın hikayeleri üzerinden anlatarak kitaplaştıran Mısırlı yazar ve hikaye anlatıcısı Rania Hilal, kadınların haklarına ilişkin toplumsal farkındalık oluşturmayı hedefliyor.

ASMAA FATHI

Kahire- Yazar ve hikaye anlatıcısı Rania Hilal, toplumda kalıplaşmış yargılar üzerine bir dizi eğitim atölyesi düzenledi. Atölyelerin ardından Mısır’daki yasa maddeleri üzerinde çalışan Rania Hilal, çalışmalarının sonuçlarında yasal hakları günlük dilde hikayelere dönüştürerek kitaplaştırdı. Rania Hilal, bu çalışmalarıyla kadınların haklarına ilişkin toplumda farkındalık yaratmayı hedefliyor. Ajansımızın sorularını yanıtlayan Rania Hilal, kitaplarındaki öykülerde kadınların dünyasına, gerçekliğine ve geleceğine dair düşüncelerini anlattığını söyledi.

Kadınları konu alan yazılarınızda öne çıkan özellikler nelerdir?

Şu ana kadar 4 kitabım yayınlandı. Bunlardan ilki, Arap Sanatı ve Kültür Fonu ve 2014 yılı Sawiris Ödülü'nden hibe alan "Doğruluk Kavşağı" başlıklı kısa öykülerden oluşan bir derlemem. Alman Federal Cumhuriyeti Kadın Hakları Ofisi'nin desteğiyle 2015 yılında “Kişisel Durum Hikayeleri” başlıklı bir kitap yayınladım ve bu benim için bir deneyimdi. Ortadoğu'da, Kişisel Statü Yasası sorunlarının, özellikle de hukuka aykırı boşlukların yaşandığı bir deneyimdi. Çalışmalarım, kadınlar açısından toplumsal farkındalık yaratmak için Mısır'ın günlük dilinde hikayelere dönüştürüldü.

Aynı yıl, ressamların ve yazarların katıldığı “Shakmjiya” adlı dergi olan Nazra Feminist Araştırmalar Vakfı ile bir başka çalışma daha ürettim ve bu sırada yeni bir yazı biçimi olan iki çizgi roman hikâyesini sunma fırsatı buldum. Bir sonraki kısa öykü koleksiyonum 2020'de “On Adımda Gölgenin Ardında” adıyla geldi. Bu kitapta yaşamını evde geçiren ve dünyaya farklı gözlerle bakmaya başlayan çalışan bir kadının günlüklerini ele aldım. Şu anda "Yasak Okunuşlar" adlı basılı kısa öykü koleksiyonum var ve yakın gelecekte bir roman yazma aşamasındayım. Öykülerimin tamamı kadınların dünyasına, onların gerçekliğe ve geleceğe dair düşüncelerine ilişkin. Hatta bazıları kadınların krizlerini ve acılarını toplumsal yargılar çerçevesinde farklı şekilde ele alıyor.

‘Yasayı, okuyucunun tüm detaylarıyla görebilmesini istedim’

Medeni Kanunu’nu öykülere uyarlamak zor olsa gerek. Bu yasanın maddelerini ve boşluklarını kadınlar üzerindeki etkisini anlatan “kadın hikâyelerine” dönüştürecek şekilde nasıl günlük dile dönüştürdünüz?

Bu çalışma benim için özellikle büyük bir zorluk teşkil ediyordu. Çünkü “Kişisel Durum Statüsü” ile ilgili olarak yer alan tüm anlatılar bu çalışmayı yürütmemde bana rehberlik edecek şekilde değildi. Burada yasayı incelemeye, boşluklarını tespit etmeye başladım. Ayrıca sorun yaşayan kadınları aradım ve onların yaşadıkları süreci dinledim, takip ettim. Bu hikayeyi yazmamda çok yardımcı oldu. Amacım yasayı okuyucunun tüm hayatı detayları ve krizleriyle birlikte görebilmesiydi. Ardından yasal müdahalenin gücünü, adil olup olmadığını veya kadın haklarını olumsuz yönde etkileyecek boşlukların olup olmadığını incelemekti.

‘Erkeklik rollerinin, kırılması uzun çalışma gerektiren çetrefilli bir konu’

“Konuşmanın Tadı” adıyla yaptığınız atölyede yaratıcı yazarlık eğitimi verdiniz. Atölye çalışmanıza ilişkin deneyimlerinizi aktarır mısınız?

"Konuşmanın Tadı" farklı bir deneyim. Yazmayı ve yemek yapmayı seviyorum. İkisi de yaratıcılık istiyor. Bu da ikisini birbirine bağlamamı sağlayan bir şeydir. Gıdanın insan üzerindeki sağlık ve psikolojik durumla sınırlı kalmayıp, yaşamının çeşitli evrelerindeki etkisini inceleyen, gıda antropolojisi üzerine kurgulanan atölyeye müfredat hazırlamaya gittim. Bu çalışma aynı zamanda kültürel, tarihi ve coğrafidir. Çünkü fikir ve ilkelerin oluşumunda doğrudan etkisi vardır. Siz yazarsınız, karşınızdaki bunu farklı, yaratıcı bir biçimde görür. Mesele, bir başkasının yemesi için sunulan yemekle bitmez, birçok duyguyu içinde barındıran entelektüel bir süreçtir.

Kadınların yemek pişirme konusundaki duyguları cinsiyete de uzanıyor. Çünkü binlerce yıldır toplum, kadınlardan yemek hazırlaması ve servis etme rolünü bekledi. Atölyeye erkeklerden de kabul, onay ve hatta katılım geldi. Bu da erkek rollerini kırıyor. Bu, kırılması uzun bir çalışma gerektiren, çetrefilli ve karmaşık bir konu. Kadınlar aslında bitkin düşmüş durumda, yemek pişirmekten, çocuklara ders çalıştırmaktan, ailenin tüm ihtiyaçlarını karşılamaya kadar bakıcı rolüyle sınırlandırılmaktan.

‘Kadınların kültürel katılımı genellikle evlilikten önceki aşamada gerçekleşiyor’

Bir süre kültür sanat alanında çalıştınız. Bu alana kadınların katılımını nasıl değerlendirirsiniz?

Kadınların kültürel katılımı genellikle evlilikten önceki aşamada gerçekleşir ve bu becerileri geliştirmeye yönelik atölye çalışmalarına, hatta kültürel seminerlere ve tartışma gruplarına bakılarak tahmin edilebilir. Evlendikten sonra ve özellikle ilk çocuğun doğumuyla birlikte tamamen ailelerine odaklanıyorlar.

Birçok kadın evlendikten sonra, toplumun beklentileri ve algısı nedeniyle tuzağa düşürülüyor. Kadınlar kendileri için vakit ayıramıyor ve aksi halde damgalanıyorlar. Bir seminere, çalıştaya katılmak ya da geziye çıkmak için en fazla iki saat ayırabiliyorlar. Bu gerçek, pek çok kadının hayallerini ertelemelerine yol açmış, burada kendilerini geliştirmek için çok fazla çaba harcamaları gerektiğinden haksız rekabetin kurbanı oluyorlar.