Tüketim ve kaosu çizgileriyle anlatıyor
Kendimizi sıkça zihinsel olarak, reel fiziksel çevremizin dışında yaşarken buluyoruz. Yabancılaşma, yersizleşme, aidiyetsizlik, tüketim gibi kavramlar yaşamın içine sıkıştırıyor biz kadınları. İç Mimar ve Ressam Gözde Yüksel de yaşamdaki bu kaosu çizgileriyle anlatıyor. Tüketim kültürünün yaygınlaştığı kentsel mekânları çizgilerine konu edinen Yüksel, “Daha fazla mutluluk adına aşırı tükettiklerimiz, insanların birbirleriyle olan ilişkileri, doğaya verdiğimiz zarar ve bunların psikolojik etkileri çizgilerimde kendine yer ediniyor” diyor.
EKİM ZEYNEP YAĞMUR
Ankara- İç Mimar ve Ressam Gözde Yüksel, çalışmalarında kaosu, kapitalizmi ve şehrin sıkışıklığı içinde daralan ruhları, doğal olanla kurguyu, yaşamla aşkı, yabancılaşmayla ötekileştirilmeyi, eski ile yeni gibi kavramları büyük bir titizlikle izleyiciye aktarıyor. Yüksel ile mimarlık mesleğini seçiminden bugünlere uzanan hikâyesini, çalışmalarına konu olan tüketim kültürünü ve hiyerarşiyi, kent ve kimlik adıyla yıkılan yapılar üzerine yaptığı çalışmayı konuştuk.
Çizgilerle hikâyeniz nasıl başladı? Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Başkent Üniversitesi Güzel Sanatlar Tasarım ve Mimarlık Fakültesi İç Mimarlık ve Çevre Tasarımı Bölümü'nü 2010 yılında tamamladım. Mezun olduktan sonra çeşitli firmaların tasarım ve iç mimari projelerinde görev aldım. Güzel Sanatlara hazırlık sürecim 2003 yılında başladı. Yaklaşık bir yıllık çalışma programı ile güzel sanatlar fakültelerinin özel yetenek sınavlarına hazırlandım. Sonrasında ise İç Mimarlık ve Çevre Tasarım Bölümünü kazandım. Okulda Birleşik Sanatlar Eğitimi de aldık. Okulu bitirdikten sonra serbest proje ve mimarlığın farklı deneyimleriyle çalışmalarıma devam ettim. 2014 yılı itibariyle de Ankara’da kendi atölyemde sanat ve tasarım çalışmaları yapıyorum.
“Sesimi çizgilerle duyurmak iyi hissettiriyor”
Mimarlık mesleğini seçiminizden bugünlere uzanan hikâyenizi bizimle paylaşır mısınız?
Çeşitli sanatçıların atölyelerine katıldım, onlarla çalışma imkânı buldum. Bu süreçlerle birlikte resme ve aynı zamanda kendi özel tasarımlarıma daha da yoğunlaştım. İlk çalışmalarımda mimari üzerinden illüstrasyonlar yaptım. Şehir, kent ve meydan içinde yapılar ve insan ölçeği üzerine çalışmalar yaptım. Uyguladığım farklı malzemeler ve karışık tekniklerle deneyim kazandığımı düşünüyorum. Ayrıca, resimlerde mimarinin etkisini sevdiğim için kent dokusu üzerine araştırmalar yapıp çizdim. Hayalimdeki şehirlerde gezinen insanlar ile mimariyi birleştirdim diyebilirim.
Sonraki çalışmalarımda ise kentlerin içine kadınları yerleştirdim. Hem kendimden hem de yakınımdaki kadın hikâyelerinden yola çıkarak geliştirdim bu projeyi. Biz kadınların ortak yaşanmışlıklara sahip olduğumuz ve belki aynı davranışlara maruz kaldığımız için bir araya geldiğini düşünüyorum. Projedeki amacım hikâyelerimizin aynı olduğunu hissettirmek adına güçlü kadın portrelerini ön plana çıkarmaktı. Sesimi çizgilerle duyurmak da iyi hissettiriyor çünkü kadın dayanışmasını çok önemsiyorum.
“Çocukların hayalindeki kenti sokağa taşıyacağız”
Yolunuz iç mimarlıktan ressamlığa nasıl evrildi?
Yetişkin ve çocuklara resim ve tasarım dersleri veriyorum. Güzel sanatlar liseleri ve iç mimarlık bölümü öğrencilerine kurslar düzenliyorum. Kendi mimari projelerimin dışında sanat merkezleriyle çalışıyorum ve görsel sanat eğitmenliği de yapıyorum. Ayrıca çocukların tasarım ve yaratıcılık süreçlerini desteklemek ve sanatsal algılarını arttırmak adına “Çocuk ve Mimarlık Tasarım Atölyesini” yürütüyorum.
Atılan her çizginin hikâyesi olduğuna inananlardanım. Çocuklardan da çok fazla ilham alıyorum. Çocukların bir şehrin içinde kendilerini nerede konumlandırdıklarını merak ediyorum. Bu nedenle çocuk ve mimarlığa farklı içerikler ekleyerek çalışmalarıma devam etmeyi düşünüyorum.
Aynı zamanda çocuk kitabı çizerliği de yapıyorum. Gizem Pınar Karaboga’nın “Elma Kurdu” adlı çocuk kitabını (Yitik Ülke Yayınları, 2017) resimledim. Yine bu yıl içinde kitap projeleri çalışma fırsatım oldu. Benim için, bu alanda oluşan yeni fikirler ve deneyimler oldukça keyifli. Hikâyenin karakterlerini düşlemek, çocuklarla oyun oynamak, heyecanlanmak mutlu ediyor beni.
“Kadınlar mekânlara ruhlarını ve karakterlerini yansıtıyor”
Mimarlık sizin için ne ifade ediyor? Bu coğrafyada kadın iç mimar olmak ile ilgili düşüncelerinizi öğrenebilir miyiz?
İç mimari tasarım; bir mekânın içini tasarlama süreci. Aynı zamanda insanın temas ettiği her şeyi kapsıyor. Aslında bizim işimiz tamamen insan ve mekâna anlam katma sanatı. İnsanın ve mekânın tüm ihtiyaçları doğrultusunda bir tasarım süreci var ve bizler bu yaratım sürecini belirli planlama ve teknik çözümler ile kolaylaştırıp, sonuca ulaşmasını hedefliyoruz. Kişilerin yaşam alanlarına işlevsellik kazandırarak görsel ve dokunsal faktörlerle atmosfer değiştirmeye çalışıyoruz. Yaşam alanlarını daha kullanışlı hale getirmek için farklı eşyalar ve estetik çözümlerle tasarım yapıyoruz. Bu koşullar içinde kadın iç mimarların mekânlara tasarım ruhlarını ve karakterlerini aktardığını düşünüyorum. Yenilikçi ve birçok estetik değer ön plana çıkmaya başlıyor. Kadınların renkli tarzını, kişisel zevklerini ve yaratıcılığını bu alanda fazlasıyla yansıttığını düşünüyorum.
Tasarım felsefenizi nasıl tanımlarsınız?
Bulunduğumuz durum ve koşullar içinde farklı ihtiyaç ve beklentileri karşılayacak özgün tasarımlar tercihim. Farklı form, çizgi, renk ve dokunuşlar tasarım sürecimde de yer almalı. Aynı zamanda abartılı detaylar yerine daha minimal ve akıcı tasarımlar tercihim oluyor. Minimalizmin etkilerini resimden müziğe, mimariden tasarıma kadar hepsinde hissediyoruz. Bu yaşam felsefesi kendi yaşam alanımda da yerini buluyor. Kargaşadan uzak, yumuşak renklerle, sakin ve sade bir yaşantı bilinçli tercihim.
“Dünyayı daha güzel bir yer haline getireceğiz”
Günümüz toplumları uzun bir süredir üretmekten çok tüketmeyi esas alan, nesnelerin imajına hapsolmuş bir kişilik yapısını ve gösterge ile semboller tarafından kuşatılmış ve parçalanmış olan bir kimlik politikasını öne çıkartıyor. Siz de çalışmalarınızda tüketim kültürünü, tüketim toplumunun bir ürünü olarak bireysel ve sembolik düzlemde sosyal farklılaşmayı ve sınıfsal hiyerarşiyi ele alıyorsunuz galiba…
Evet, daha fazla mutluluk adına aşırı tükettiğimiz şeyler, insanların birbirleriyle olan ilişkileri, doğaya verdiğimiz zararlar ve bunların psikolojik etkileri resimlerimde hissediliyor. Geçtiğimiz Mayıs ayında ‘Timeless / Zamansız” isimli sergide yaptığım çalışmaların etkileri hissedilir bir şekilde izleyiciyle buluştu. Olumsuz yaşam kültürü, yabancılaşma, kapitalizm ve kaos... Çalışmalarımın birinde bir çocuk gözünden şehir yaşantısını daha sakin ve dengede ele alarak anlattım.
Sorgulamayı, minimalist yaşamayı, her türlü hayvan sömürüsünü reddetmeyi, küresel ısınmaya karşı adımlar atmayı, hayvan ve çevre hakları için savaşmayı, geri dönüştürmeyi, kadınları aşağılayan moda anlayışlarını reddetmeyi çizgilerle yansıtıyorum. Kurduğumuz her cümleyle ve çizdiğimiz her çizgi ile yaşamak istediğimiz dünyanın temellerini atıyoruz, bunun farkına vardığımızda dünyayı daha güzel bir yer haline getireceğiz.
“Kent ve kimlik projesi üzerine çalışmalar yapıyorum”
• Kentsel dönüşüm dünyanın her yerinde farklı proje ve yaklaşımlarla uygulanıyor. Son yıllarda hızla artan bu projeler hakkında ne düşünüyorsunuz?
Mesleğimizin gerektirdiği şartlar içinde güvenli ve amacına uygun yenilemelerin iyi sonuçlar çıkardığını gözlemliyoruz. Ama bir yandan şartlara ve kurallara uygun olmayan yenilemeler kentsel dönüşümleri sıkıntılı hale getiriyor. Çevreye ve doğaya saygılı yapılar umut vericiyken, güvensiz ve konforsuz tasarımlar, eksik uygulamalar iyi bir projenin çıkmasını olanaksız hale getiriyor. Bu projeler içinde çocukluğumun geçtiği yer ve yaşam alanımız yıllar önce yıkıldı. Belki anıların yok oluşunu gözler önünde yaşadığım için aidiyeti; bir mekân ve yer duygusu ile çizgilerimle daha çok hissettirmeye çalışıyorum.
İnsanların ve mekânın kendi özgür arayışlarına odaklanıyorum. Kök salmayı ve bu duygusal bağlanmayı sembolik bir dilde ev çizimlerimle gösteriyorum. Bu yaşamın bir parçası olan insanların gerçek hikâyelerini ekliyorum. Son dönemde, ‘Kent ve Kimlik’ adıyla Ankara’da yıkılan yapılar üzerine kişisel bir proje üzerinde çalışıyorum. Kentsel dönüşüm projesi kapsamında yıkılan binaları fotoğraflayıp, dijital çizimlerle yapılara müdahale ediyorum. İlerleyen dönemde bu çalışmalarımı da izleyicilerle buluşturmayı düşünüyorum.
Çalışmalarınızı yaparken ne tür referanslar ya da hangi sanatçılar sizi etkiliyor?
Takip ettiğim mimar, ressam, heykeltraş, aynı zamanda şehir plancısı olan birçok sanatçı var. Işığın ve gölgelerin peşinde olan Rönesans dönemi sanatçıları, modern sanatın öncüleri. Henri Matisse ve vurucu renkleri ile heykelden resme birçok esere, Monet’in resimlerindeki fırça darbelerine, Gauguın ve Van Gogh’ın resimlerine bakarken kendimi buluyorum. Fransız mimar, aynı zamanda ressam ve tasarımcı olan Le Corbusier’in resimlerini seviyorum, kendi çalışmalarımda etkileri de oluyor. İlk kadın ressamlardan Hale Asaf, Fahrelnisa Zeid ve Fikret Mualla beni en çok etkileyen dönem sanatçılarından.
“Yazıp çizdiğim çocuk kitabını hayata geçirmek istiyorum”
Son dönem projeleriniz veya gelecekte hayata geçirmek istediğiniz projeler neler?
En yakın zamanda kent üzerine eskiz ve resimlerimin olduğu kişisel sergi projem ve yeni dönemde de yurt dışında katılmak istediğim sanat ve tasarım çalıştayları var. Mimarlık pratiğine en yakın olan yerleştirme sanatını açık alan ve kentsel ölçekte işlerimle deneyimleyeceğim. “Çocuk ve Mimarlık” projesiyle ilgili olarak açık atölyeler düzenlemeyi planlıyorum. İleride kendi yazıp çizdiğim çocuk kitabını da hayata geçirmek istiyorum.